Kürt Halkı'nı Kim Temsil Etmektedir?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

Eskiden varlığını ve yokluğunu savunanlar arasında büyük kavgalar yapılan “Kürt sorunu” en azından bugün varlığının kabul ediliği bir mesele olarak karşımıza çıkmaktadır. Ne kadar da buna “Kürt Sorunu” mu, yoksa “Güneydoğu Sorunu” mu ya da başka bir şey mi diyeceğiz tartışmaları manşetleri oluştursa da, Kürt Meselesi’nde taraf olanlar her geçen gün bu konuyu başka bir boyuta getirerek güncelleştirmektedirler.
Aslında çok daha yeni diyemeyeceğimiz bir konu da bu “Demokratik Özerklik” konusudur ki aslında herkesin düşündüğünden farklı şeyler ifade eden bir öneri olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunun sebebi ise “Kürt Meselesi”nde taraf olan ve bu önerileri getiren kişilere olan güvensizliktir. Haklı veya haksız böyle bir güvensizliğin olduğu çok açıktır. Peki neden böyle bir güvensizlik söz konusu? Bu konuya naçizhane bir cevap vermeden önce bazı temel konuların üzerinde durmakta fayda görüyorum.
Öncelikle Kürt kökenli yurttaşlarımızı kimler temsil etmektedir? Bu soru çok büyük önem arzetmekte, öyle ki “demokratik özerklik” diye adlandırmayı çok sevdikleri, aslında ademi-merkeziyetçi bir devlet biçimini öngören bu öneriyi gündeme getirenler, gerek taslaklarında, gerek tüm manifestolarında Kürt Halkı’nın tamamı adına konuşmaktadırlar. Son araştırmalara göre, Türkiye’deki yaklaşık 42 milyon seçmenin yaklaşık 6 milyonu Kürt kökenli yurttaşlardan oluşmaktadır.[1] En son yapılan seçim olarak 2009 Yerel Seçimleri’ni göz önüne aldığımızda, BDP’nin (o zaman ki DTP) toplam 2 milyon 272 bin oy aldığı verisi göze çarpmaktadır.[2] BDP’nin tüm seçmenlerinin Kürt kökenli yurttaşlardan oluştuğunu düşündüğümüz takdirde dahi, bu partinin, tüm Kürt Halkı’nın ancak %50’sini temsil ettiğini görebiliriz. Bu bize Kürt Halkı’nın sadece BDP tarafından temsil edilmediği gerçeğini göstermektedir. Tabi ki kimse bu tespitten yola çıkarak BDP’nin gayrimeşru olduğunu veya ülkenin devlet biçimiyle ilgili öneriler getiremeyeceği iddiasında bulunamaz. Fakat bu tespit, BDP’nin tamamiyle katıldığı Demokratik Toplum Kongresi (DTK)’nin, “demokratik özerklik” manifestosunda, Kürt Halkı’nın tamamını kastederek yaptığı açıklamalarını değerlendirmesi açısından önemlidir.
Şimdi bu konuya neden bu kadar takıldığımı soranlar olacaktır. Şöyle açıklayayım: DTK’nın manifestosunda şu cümle dikkat çekmektedir: “...Artık, Türk devleti, eski politikayı sürdüremez hale geldiği gibi, Kürt halkı da eski statü altında yaşamak istememektedir.” Bu ifade gerçek anlamda çok iddialı bir ifadedir. Burada önemli olan acaba gerçekten Kürt halkının tümüyle böyle düşünüp düşünmediğidir. Çünkü devlet biçiminin üniter veya federal olması, bazı çevrelerce tartışılması yasak bir konu olarak lanse edilmek istenmesine rağmen, toplumun talepleriyle birebir ilgilidir. İşte bu noktada toplumun ciddi anlamda yukarıda belirtildiği gibi düşünüp, düşünmediği çok büyük önem arzetmektedir. Aslında tam olarak da bu sebepten ötürü yukarıda yaptığım matematiksel tespit bu konuda yol göstericidir.
Dünyada ademi-merkeziyetçi veya federal yapı, bazı ülkelerde coğrafi şartlardan, bazı ülkelerde nüfus yoğunluğundan, bazı ülkelerde ise basitçe siyasi kültürün bir mirası olarak yer almaktadır. Örneğin 17. yy’a kadar süren feodal Avrupa’nın mirası, bugünün Avrupa’sına bazı devletlerin federal olarak gelişmesi şeklinde yansımıştır. Türklerin Anadolu Uygarlıkları’nın mirasçısı olarak bu bölgede kurdukları devletler ise genelde üniter ve merkeziyetçi yapıyı ön plana çıkarmıştır. Bunu bir Türk olmayan birinin gözüyle Machiavelli’nin 16. yy’da yazdığı kitaplarda okumak mümkündür.[3] Bu tarihsel bilgi bize Türkiye’de kurulan devletlerin, herhangi bir etnik çağırışım yapmadan, siyasi kültürleri gereği üniter yapıyı tercih ettiklerini göstermektedir. Tabii ki bu tespit, Türkiye Cumhuriyeti’nin ne olursa olsun ilelebet üniter bir devlet biçimini benimsemesi gerektiği anlamına gelmemekle birlikte, sadece bir ülkenin devlet biçimini belirlerken kriter olarak aldığı noktaların altını çizmesi açısından önemlidir.
Şimdi en başta bahsettiğim şu güvensizlik meselesini daha rahat irdeleyebiliriz. Çünkü herkes, siyasi kültüre ve çağdaş toplumun ihtiyaçlarına göre belirlenen ve bundan dolayı değişmesine çok seyrek rastladığımız, devlet biçiminin değiştirilmesini teklif eden zihniyetin arkasında, bu rasyonel sebeplerden ziyade bazı kasıtların olduğunu düşünmektedir. Bu noktada terör örgütüyle olan ilişkisi de BDP’nin veya DTK’nın güvenirliklerini, toplumun gözünde negatif anlamda etkilemektedir. Toplumun içinde iç şavaş rüzgarları estirecek kadar etkin olan bu güvensizlik, maalesef bu kurumların önerilerinin ciddiye alınmasını popüler anlamda imkansız kılmaktadır. Bir başka deyişle; bu yolla, belki de gerçekten Türkiye Cumhuriyeti’ne yararlı olabilecek, devlet biçimindeki evrimsel dönüşmelerin, mutlak anlamda “yararsız, bölücü ve ayrılıkçı kasıtları olan icatlar” olarak değerlendirilmesine yol açmaktadır. Bu da şu anlama gelmektedir; halkın gözünde terörizmle olan ilişkisinden sınıfta kalmış bir parti, bu yönüyle belki de kendi temsil ettiği halk başta olmak üzere, tüm Cumhuriyet’e faydalı olabilecek bazı reformların önünü tıkamaktadır. Bu gerçeğin bilincine varmadıkları takdirde aslında daha çok bu tür olaylar yaşanacaktır.
Manifestoya göre, Kuzey Kürdistan olarak şekillecek olan eyaletin, Kuzey Irak’ta var olacak olan Güney Kürdistanla, konfederal bir ilişki içinde bulunacağı yer almaktadır. Bu tür bir ifadenin, Türkiye dahilindeki “Kürt Meselesi”nin çözümü için sunulan bir raporda yer alması ise, devlet biçimindeki değişim isteğinin “kasıtlı” olduğuna toplumu ikna etmesi bakımından önemlidir. Bu “güvensizlik” ögelerinin varlığı, BDP’nin bir Türkiye partisi haline gelme ve bu vesileyle tüm Türkiye halkının sorunlarına çözüm getirme gibi amaçlarına tamamiyle ters düşmekte ve samimiyetine eleştirel bakmak gerektiğini göstermektedir.  
Tüm bu sebeplerden ötürü, BDP’nin istediği bir imaja girmesi mümkün değildir. Bunu mümkün kılmak istiyorsa, terörizmle olan ilişkisini gözden geçirmek başta olmak üzere, “kasıtlı” olarak nitelenen taleplerini makul ve mantıklı bir ölçüde belirlemesi ve ifadelerinde temsil ettiği kitlelerin “meşru fikrini” iletmesi çok büyük önem arz etmektedir. Aksi takdirde bu meselenin çözümsüz kalacağı daha çok uzun yıllar bizi beklemektedir.
 
Edgar ŞAR
 




[1] Ali Çarkoğlu ve Ersin Kalaycıoğlu, http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=116307
[2] 2009 Yerel Seçimleri Sonuçları, http://secim.haberler.com/2009/   
[3] Nicolo Machiavelli, “Prens”

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.