Kurtuluş Savaşı Ütopyası

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Morfin yüksek dozdaydı uyanmak zaman aldı. Kimileri din afyonuyla uyutulurken, kimileri kapitalist uyuşturucularla uyurgezer hale getirildi. Bu ne için gerekliydi? İnsanları uyurken, savunmasız halde ele geçirmek için… Operasyon başarıyla tamamlandı.

Şimdi ne olacak?

Herkes birbirine bu soruyu soruyor; cevap yok. Aslında cevap gün gibi ortada da kimsenin dili varmıyor söylemeye…  İnsanların dillendirmeye cesaret edemedikleri şey, yeniden bir kurtuluş savaşının hasıl olduğudur.

Yıllardır rahata alışmış toplumun bu olguyu kabullenip, benimsemesi de zaman alacak tabi ki… Velev ki, kaçınılmaz hale geldi; nasıl olacak, nereden başlanacak? Böyle bir yazıyı yazmak bile Silivri’ de yatma sebebiyken, insanların “kelle koltukta”  vatan mücadelesine kalkışması, çok ütopik bir durum…

Peki, ütopyalar değil midir?  Hayalleri gerçek kılan…

Atatürk’ün saltanatı yıkıp, Cumhuriyeti kurması bir ütopya değil miydi? Hatta öyle uçuk bir ütopyaydı ki, günü gelene kadar bu ütopyayı silah arkadaşlarıyla bile paylaşmamıştı.

Ütopyanın sözlük anlamına baktığımız zaman, şöyle diyor:  “ Ütopya, aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplum şeklidir.” Yani ütopyalar, bugün gerçekleşmesi imkansız toplum tasarımlarıdır.

40 yıl önce cemaatlerin devleti ele geçirmesi düşüncesinin bir ütopya olması gibi… Ama gördüğünüz gibi gerçek oldu. Demek ki, ikinci bir kurtuluş savaşı ütopyasının da en az diğerleri gibi gerçek olma ihtimali var. Şu anda bu düşünce çok uzak, hatta imkansız gibi geliyor ama bana göre ise kaçınılmaz son gibi duruyor.

Ütopyalar üzerine görüşler,  iki biçimde ortaya çıkar. Bir kısmı istenen, özendirici nitelikte, diğer bir kısmı ise, korkutucu, ürkütücü ütopyalardır. Korkutucu olanları kabul etmek istemeyiz. İşimize gelmez; olamayacağına dair kılıflar uydururuz. Şu anda da bunu yapıyoruz. Nereye kadar kaçabileceğiz? Bilemiyorum.

Haklıyız da.. Düşman bir tane değil ki, hangi biriyle savaşacağız?

Şurada bir düşman dökümü yapsak, yazının tamamını bu doküman oluşturur.

Kısaca özetlersek; cahillik, yobazlık, terör, bölücülük, sömürücülük gibi temel başlıklarda konuyu toplayabiliriz.

Türkiye Cumhuriyeti Devletini korumakla görevli olan TSK devre dışı bırakılınca, haliyle bu görev şimdi halka düşüyor. Düşüyor da, halk da bunu nasıl yapacağını bilemiyor. Bir meydan savaşı olsa, hiç kuşkum yok halk bu savaştan alnının akıyla çıkar da, öyle bir savaş da yok. Psikoljik savaştan anlayan bir halk değiliz.

Öyle bir noktaya geldik ki, kontrol tamamen elden çıktı; bunlarla nasıl baş edeceğimizi bilemiyoruz.

Seçim yoluyla kaybettiklerimizi geri alabileceğimize inan arkadaşlar var. Bu düşüncelerine saygı duyuyorum ama çözüm olarak görmüyorum. Niye derseniz? Mevcut sistem değişmedikçe iktidarların değişmesi konuya bir fayda sağlamayacaktır. “Biz iktidara gelelim mevcut sistemi değiştiririz.” diyorlar. Evet; bu da bir ütopya… Olabilir ama ben o kadar zamanımız ve gücümüz olduğunu düşünmüyorum. Karşı devrimi tamamlamak için gerekli olan devrim niteliğinde radikal değişiklikler neredeyse bitmek üzere… Bir tek anayasanın ilk dört maddesi kaldı. Ona da yakında bir formül bulacaklar.

Dünya konjonktürü içinde gelişen olaylara baktığımızda, bu konjonktürün içindeki jeopolitik konumumuz itibariyle bize kendi irademizle ülkemizi yönetme, sahip çıkma imkanı verilmeyeceğini bu arkadaşların anlaması gerekiyor. Yakında bölgede başlayacak yeniden paylaşım savaşlarının içinde üstleneceğimiz rolün bize bir fayda sağlamayacağı gün gibi ortadadır.

Son günlerde sıklaşan saldırılar bizi iç savaşa sürüklüyor. BDP binalarının yakılması, bize bunun sinyallerini vermeye başladı. Bilinen o ki, PKK ve Cemaatler bu savaş için silahlanmış hazır vaziyetteler. Halk ise hala savunmasız, ekmek derdinde… Burada yapılması gereken, acilen Kuva-i Milliyeyi ( Milli Birliği) oluşturmaktır.

Bu nasıl olacak?

Kimsenin cesaret edemeyeceği böyle bir şeyi  istemek de çok ütopik bir durum…

Amasya Tamimi’nin 1. Maddesi şöyle diyor:

“Vatanın tamamı, milletin istiklali tehlikededir. Hükümet merkezi İtilaf Devletlerinin etkisi ve denetimi altında bulunduğundan, sahip olduğu sorumluluğun gereklerini yerine getirememektedir. Bu durum, milletimizi adı var, kendi yok konumuna düşürmektedir. Milletin istiklalini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.”

 Son cümle ne kadar ütopik bir karar değil mi?

Çözüm olarak da, “ Bunun için her taraftan vuku bulan teklif ve milli istek üzerine Anadolu’nun en güvenilir yeri olan Sivas’ta milli bir kongrenin süratle toplanması kararlaştırılmıştır. Bunun için, bütün illerin her livasından parti ayrılıkları dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin güvenini kazanmış üçer kişinin olabildiğince çabuk yetiştirmek üzere hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir milli sır hâlinde tutularak ve delegelerin gereken yerlere kimliklerini gizleyerek gelmeleri gerekmektedir.”

Böyle bir örgütlenmenin olabilme ihtimaline karşı hükümet önceden tedbirini aldı ve böyle bir örgüt varmış gibi, Ergenekon davası adı altında ülkenin ileri gelenlerini ya da böyle bir örgütlenmeye öncülük yapabilecek kişileri baştan içeri aldı. Şimdi insanlar doğal olarak böyle bir şeye cesaret edemiyor.

Kurtuluş savaşı döneminde halk yoksul ve silahsızdı. Örgütlenebilmek içinse, iletişim neredeyse yok gibiydi. Hükümete karşı duranlar yakalanıp, içeri atılıyordu ya da infaz ediliyordu.

Sonuç ortada…

Bir ütopyaydı gerçek oldu.

 

Saadet TOKSÖZ

saadet.toksoz@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Halkımız II. Kurtuluş Mücadelesine Hazırdır!

 

Saadet hanım,

"Kurtuluş Savaşı Ütopyası" başlıklı yazınızı büyük bir ilgi ve heyecanla okudum. Yazınızda ülkemizin süratle kritik bir sürece girdiğine değindiğiniz gibi, buna karşı çareler üzerinde de değişik fikirler üretmeye çalıyorsunuz. Yazınızda ülkemizin içinde bulunduğu bu durumdan dolayı duyduğunuz endişeyi, üzüntüyü, fakat diğer taraftan kurtuluş umudunu, heyecanını da aynen yansıtmışsınız.

Yazına küçük bir katkı olması için ben de yazınızın konusu ile ilgili bazı fikirlerimi aktarmaya çalışacağım.

Sizinle ülkemizdeki kritik gelişmeler konusunda hemen hemen aynı düşüncedeyim. Ülkemizde AKP ile on yıldır iktidarda olan GERİCİLİK emperyalizme yaslanarak Atatürkçü Cumhuriyeti tasfiye eden "Karşı devrim" sürecinde epey mesafe kat etmiştir. AKP yönetimindeki "Gericilik" aynı zamanda BÖLÜCÜLÜĞE de çanak tutup, onun da işini kolaylaştırmaktadır.

Sizin de "Kısaca özetlersek; cahillik, yobazlık, terör, bölücülük, sömürücülük gibi temel başlıklarda konuyu toplayabiliriz." cümlesinde özetlediğiniz gibi halkımızın mücadele etmek zorunda olduğu bir dizi sorunu var. Ancak biz bu sorunların tümünü tek bir kavrama indirgeye biliriz: Emperyalizm!

Çünkü cahillik, yobazlık, terör, bölücülük, sömürücülük bunlar birer birer tetikçi iken bütün bunların azmettiricisi emperyalizmdir. Yani ana düşmanımız emperyalizmdir. Emperyalizmi yendik mi, ondan bağımsızlaştık mı sorunlar yarı yarıya çözülmüş olacaktır!

Biz bu iş 90 sene önce en kötü ve zor koşullarda başardık. Bugün çok daha iyi imkânlarımız var!

Siz makalenizde "Dünya konjonktürü içinde gelişen olaylara baktığımızda, bu konjonktürün içindeki jeopolitik konumumuz itibariyle bize kendi irademizle ülkemizi yönetme, sahip çıkma imkânı verilmeyeceğini bu arkadaşların anlaması gerekiyor." derken ülkemizin yönetilmesini emperyalizmin bize bırakmayacağını, yani başka bir deyimle sömürge olmaya mahkûm olduğumuzu anlatmaya çalışmışsınız. İşte bu noktada sizinle fikirlerimiz ayrılmaktadır.

Çünkü emperyalizm artık yükselişte değil çöküştedir! Avrupa Birliği devletleri borç batağında çırpınmaktadır. 14 trilyon dolar borcu olan AB içinde Yunanistan neredeyse iflas etmiş; İspanya ve İtalya ise bu bağlamda sıradadırlar.

ABD emperyalizmi de son on yılda Afganistan ve Irak işgalleri ve 2007/2008 büyük mali kriz nedeniyle 16 trilyon dolar borç içindedir. Beş senedir ekonomisi bir türlü toparlanamamıştır. Bütün bu nedenle emperyalizm taktik değiştirerek artık Büyük Ortadoğu Planlarının gerçekleştirilmesini kendi askeri gücü ile değil, AKP gibi veya Arap baharıyla iktidara "Müslüman Kardeşler" hareketi gibi taşeronlarına devretmiştir.  Eğer ABD'nin yeterince gücü olsaydı, Irak'ta işgalci olan 150 bin kişilik askerini bölgeden çekmezdi.

Bu nesnel durum bize bir şeyler anlatmıyor mu?

Bence artık; ülkemizi ve Ortadoğu’yu kana bulayacak bir savaş veya iç savaşın olup olmamasının bütün sorumluluğu bize kalmıştır! Çünkü bölgede her gelişme artık bölgedeki dinamiklerin kendi inisiyatifine kalmıştır. Emperyalistler ancak bölgede taşeronları, ajanları, paralı askerleri vs. gibi işbirlikçileri sayesinde planlarını gerçekleştirebilmektedirler.

Halkımız aslında bu durumun farkındadır ve bizzat mücadelenin de içindedir. Her şehit cenaze töreni artık "bölücülüğe ve "gericiliğe" karşı bir siyasi miting olmuştur. İşçiler yer yer işletmelerinde direniştedirler. Günümüzde eksik olan bölgesel ve parça parça olan bu mücadelenin bir merkezden koordine edilmesidir.

Şimdi hepimiz için, özellikle Atatürk’ün cumhuriyeti emanet ettiği gençlik için acil olan görev, spontane yükselen bu halk hareketinin ve mücadelesinin birleştirilmesi ve AKP iktidarını devirip yerine ulusal demokratik bir yeni hükümetin kurulması için bir muhalefet merkezinin, sizin deyiminizle yeni bir "Kuva-i Milliye ( Milli Birliği)"nin oluşturulmasıdır!

İktidar değişiminin seçimle veya başka yöntemlerle olup olmaması konusu mutlaka tartışılmalıdır; fakat uygulaması daha sonraki iştir. İlk iş, merkezi bir muhalefet yaratmaktır! İlerici, yurtsever, demokrat olan herkes düşünce ve enerjilerini bu yöne yoğunlaştırmalıdır!

 

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.