Kuşatmayı Yarmak İçin Yol Arayanlara Manifesto ya da "Tezler"e Üçüncü Öndeyiş: "aut viam inveniam aut faciam"

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

"aut viam inveniam aut faciamOrdusu Alp dağlarındaki dar vadilerde, uçurumlarda sıkışıp kalan Hanibal

***

 

"ne yapmaya çalıştığımı" soran arkadaşa..

Ta Kartaca’dan, Roma’yı ele geçirme düşü ile yollara düşüp, Alp dağlarının aşılmaz doruklarında yolunu yitirdiğinde, Hanibal, böyle demiş askerlerine: “ya bir yol bulacağız..”

***

Roma düşü ile yanıp tutuşurken, Alp dağlarında donup kalan Anibal ordusu gibiyiz; ne ilerleyebiliyoruz, ne dönebiliyoruz.

Çünkü,

sağımız ABD, solumuz AB,

sağımız teslim, solumuz esir,

sağımız çete, solumuz cunta,

sağımız MHP, solumuz BDP,

yani sağımız sağ, solumuz yine sağ, 1

sağımız lider, solumuz "önder",

sağımız töre, solumuz “gelenek”,

sağımız sünni, solumuz alevi,

sağımız es’seyyid Ahmed Arvasi, solumuz es’seyyid Rıza,

sağımız tarikat, solumuz aşiret,

sağımız gecekondu, solumuz varoş,

sağımız tüccar, solumuz memur-öğrenci,

sağımız “f tipi devlet”, solumuz “f tipi cezaevi”,

sağımız kör-sağır, solumuz dilsiz,

sağımız “münevver”, solumuz “aydın”,

ama, her nasılsa, sağımız cehalet, solumuz cehalet,

ve nihayet, sağımız gerçek, solumuz sanal.

..

Velhasıl, sağımız yalçın kayalıklar, aşamıyoruz; solumuz uçurum, inemiyoruz; sıkışıp kalmışız bu yerde, gidemiyoruz.

“..ya bir yol açacağız!..” gerisini böyle tamamlıyordu Anibal: “ya bir yol bulacağız, ya bir yol açacağız!..”

Artık susun boşkonuşmacılar; çekilin önümden yalancı rehberler, görmüyor musunuz, yol açmaya çalışıyorum!..

 

vedat.kocal@politikadergisi.com 

____________

1http://politikadergisi.com/okur-makale/catidan-once-zemin-etudu-turkiye-solundan-kurt-sagina-kurt-dinamiginin-donusumu

 

Yorumlar

Durum hiçte o kadar da karamsar değil!

 

Roma'yı fetih için yola düşen Anibal ordusu ile Türkiye'de M.Kemalin eseri olan T.C.yi savunan ulusal demokratik güçler arasında pek fazla bir benzerlik yok gibi geliyor bana. 
 
Anibal bir başka yabancı ülke fethinde iken ülkemizin ilerici demokratik güçleri vatanın bütünlüğü, ulusun birliği, laik, demokratik, sosyal hukuk devletinin devamı için savaşıyorlar!
 
Anibal bilmediği Alp dağlarının derin vadilerinde kara kışta yolunu şaşırıp çaresizlik içindeyken, Türkiye'de ulusal demokratik güçler 88 yıldır yaşadığı cumhuriyet rejimini korumada o kadar da karamsar durumda değildirler.
 
Ayrrıca ulusal bütünlüğümüze, Kemalist T.C.'ye saldıran AB ve ABD emperyalistleri üç yıl önce büyük bir krizden  çıkmış olmalarına rağmen yeniden derin bir krize girmekteler. 
 
ABD 15 trilyon dolar borç içinde; AB'nin 27 ülkesinin sadece kamu borçları ise 8 trilyon 690 milyar avro (11 triyon 730 milyor dolar) tutarında!
 
Yunanistan, İtalya, Portekiz, İspanya ve İrlanda iflasın eşiğindeler. Kriz nedeniyle Yunanistan ve İtalya'da seçilmiş hükümetler yerini AB'nin tepeden inme direktifiyle teknokrat hükümetlere bırakmak zorunda kaldı.
 
ABD, Afganistan'da yenildi; geri çekilmenin planlarını yapıyor.
ABD, Irak'ta yenildi; Bu sene sonuna kadar işgalci güçlerini çekiyor.
NATO sehven Pakistan'a saldırdı ABD Pakistan ilişkileri limoni durumda.
 
Arap baharı, emperyalizm için Mısır'da kışa dönmek üzere.
 
Emperyalizm ve işbirlikçisi AKP, İsrail düşmanı ve Arap dostu tiyatro oyunlarına rağmen, Ortadoğu'da giderek soyutlanmakatadırlar. Onların şimdi tek umudu, Suriye'de rejimin kendi eğittikleri "Müslüman Kardeşler"e geçmesidir.
 
Çin, Hindistan, Brezilya ve Rusya Suriye'ye dış askeri müdaheleyi engellediler. Hatta Rusya Suriye'yi korumak için savaş gemilerini Akdenize gönderdi.
 
Sözün kısası dünyada durum ana düşman emperyalizmin, Türkiye'de emperyalist işbirlikçisi AKP'nin aleyhine gelişiyor. AKP'nin barutu bitmeye başlıyor. Artık ülkeye sıcak para akımı azaldığı için halka yeterince rüşvet veremiyecek demektir. Avrupa'daki kriz Türkiye'yi doğrudan tehdit ediyor. Bu da yakın zamanda işsizlik artacak, pahalılık halkın canını daha fazla yakacak demektir. AKP'nin yalancı cenneti cehenemme dönecek demktir. 
 
Şimdi yavaş yavaş kendisi için bu karamsar tabloyu algılayan AKP, Kemalizm'den arındırılmış "Yeni" bir anayasa ile "tek adama dayalı diktatörlüğünü" kurmanın alel acele tartışmalarını ve çabalarını yoğunlaştırıyor!
 
Ülkemizde de dengenin tamamen AKP aleyhine değişmesi işten bile değil! Yeter ki ulusal ilerici demokratik güçler yeterince uyanık olsun, AKP'nin hain oyunlarını bozsunlar!

Yanıt

Yazının içeriğinden ve tezinden, söz ve yazı üretiminde kullanılan bir yöntem (üslup) olarak salt "benzetme"den ibaret oluşunu dikkate almayarak, tarihsel iki olay olan "Hanibal'in Roma seferi" ile  "Türkiye Cumhuriyeti'nin geçmişte kuruluşu ve bugünkü savunusu" arasında somutluk ve olumsuzluk ilişkisi kurarak "işgalcilik - savunma" farkını, yazı içeriğine karşı bir eleştiri argümanı olarak çıkarmanıza, doğrusu şaşırmadım. Hanibal'in yaptığı ile Mustafa Kemal'in yaptığı arasındaki hiç değilse zaman-mekan-koşul farkını öngöremeyecek, düşünemeyecek olmamızı beklemeniz ise, ayrı bir sorun olarak yorumunuzun en sakat özelliğini göstermektedir. Kişi olarak tanışmamamızın ötesinde, "genellemeci-küçümseyici" algınızın sizi yanılttığı bir yer olarak, bizim değil, sizin karşınızdadır.

Yukarıda yazdıklarınız, üstünde çalışmayı sürdürdüğüm "Tezler" adlı kapsamlı çalışmayı haber vermek üzere kaleme aldığım bundan önceki iki yazıma konu ettiğim, "olgu ve olgusallık" üstünde değil, olay üstünde durmaya koşullandırılmış "yığınsal düşünce üretimi" sorunsalının tipik, alışılmış örneklerinden biridir. Devamla, "yazmış olmak için yazma", ve "eleştirmiş olmak için eleştirme" davranışının kanıksanmış örneklerindendir; dolayısıyla içeriği hakkında ayrıca görüş bildirmeye gerek duyurmamaktadır.

Bununla birlikte, burada, "günlük politika" ile "Politika bilimi" üretme arasındaki çıkış ve duruş farklılığını da göstermiş oluyorum.

Böylece, kişisel duygu durum ürünü öznel anlayışların ve tutumların değil, nesnel olguların konu edildiği, akılcı, bilimsel söyleşilerde ve tartışmalarda yeniden buluşmak üzere diyor, iyi günler diliyorum.

Vedat Koçal

 

Vedat Koçal ‘a Yanıt

 

Sevgili Vedat, bu denli alıngan olmanız gerçekten gereksiz. Benim yaptığım yorum sizin kişiliğinizle asla ilgili değil.  Ben sizin yazınızı vesile olarak ele alıp, kendimce bir durum değerlendirmesi yapmaya çalıştım. Siz ise bu son yorumunuzla konu ile ilgili argüman ve fikir alış verişi yerine buradaki olayı kişiselleştirmeye çalışıyorsunuz. Bu doğru değil.
 
Öyle sanıyorum ki, burada ne bir bilgi yarışması var, ne de iyi bir not almak için düzenlenmiş bir sınav var. Politikadergisi bir tartışma platformu sunmuş, belli konularda karşılıklı tartışma yapılmaktadır. Herkes kendince katkısını yapmaktadır. Bazı fikirlerde ortak yönlerin olması, bazı fikirlerde farklılıkların doğması çok doğaldır. Tartışmanın canlılığı ve geliştirici olması, farklılıkların azalması, ortak yönlerin çoğalması için kişiliklerin değil, fikir, argüman veya analizlerin alış-verişi ve eleştirisi kaçınılmazdır. Herkese açık kamusal bir tartışma platformunda fikirlerini açıkça deklare edenlerin aynı zamanda eleştiriye de tahammül etme riskini mutlaka göze alması gerekir. Aksi takdirde burada sağlıklı bir tartışma yerine kavga yaparız. Usul ve üslup hakkında bir kez daha düşünmenizi rica ederim.
 
Şimdi gelelim asıl konumuza: „Kuşatmayı Yarmak İçin Yol Arayanlara Manifesto “ başlıklı yazılarınızda, benim saptadığım kadar, belli bir “karamsarlık” ve “çaresizlik” egemen.  Ayrıca yazının tarzı biraz duygusal ve edebi olduğu da ortada. Fakat esas itibariyle okuyucuya verdiği mesaj “karamsarlık ve çaresizlik”. 
 
Sevgili Vedat, ben de kullandığınız analojiyi kullanarak bu “tıkanmışlığın ve çaresizliğin” gereksizliğine dikkat çekmek istedim.
 
Benim kendi yorumumla vermek isteğim mesaj,
1) Her iki mücadele arasındaki taktiksel farka dikkat çekmektir. Yani amacım Hanibal’ın Roma seferi ile ülkemizin ilerici demokrat güçlerinin içinde bulunduğu mücadelenin farklı koşullarını anlatmaktır. Yoksa sizi işgalcilikle suçlamak değildir. Siz burada sorunu kişisel olarak değerlendiriyorsunuz gibi geldi bana. 
2) Analoji(benzer durumları karşılaştırma) sanatında zaman ve mekân farklılıkları önemli değildir. Çünkü analojideki amaç meselenin ÖZÜNÜ, ESASINI daha çarpıcı bir biçimde anlatmaktır. Sizin benzetmedeki kaygınızın işgal veya savunma olmadığının, aslında bir çıkmaz sokakta olunduğunun ifadeye çalışılmasıdır. Ayrıca yazınızın mesajını yanlış anlamış da olabilirim. Ama „Roma düşü ile yanıp tutuşurken, Alp dağlarında donup kalan Anibal ordusu gibiyiz; ne ilerleyebiliyoruz, ne dönebiliyoruz.” Öndeyişinden yaptığım çıkarım ÇARESİZLİK’tir.
 
Sevgili Vedat, siz benim yorumumu sizin üzerinde çalıştığınız "olgu ve olgusallık" üstünde değil, "yığınsal düşünce üretimi" sorunsalının tipik, alışılmış bir örneği olarak değerlendirmişsiniz. Beni “yazmış olmak için yazma”, "eleştirmiş olmak için eleştirme" davranışının kanıksanmış örneklerinden biri olarak küçümsemiş, içerik olarak yanıt vermeye değer görmemişsiniz. Olabilir. Dediğim gibi, benim öyle büyük bilimsel tutkularım yoktur. Bütün derdim, tartışmaya katılmaktır. Ne Politikadergisi benim yorumlarımı veya yazılarımı yayınlamakta yükümlüdür ne de siz onlara yanıt vermeye mecbursunuz. Saygılarımla.
 
Ayrıca sizin benden farkınızın pek ala farkındayım: Ben "günlük politika” yaparken, siz ise “politika bilimi” üzerinde çalışıyorsunuz. Demek ki benim sizden öğrenecek çok şeyim var!
 

İlki,evet doğrudur,

İlki,evet doğrudur, yazılanlardan çıkan tekil sonuç, aramızdaki ilk ayrımın "politika bilimi" ile "politik pratik" üretimi olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte, teori ile pratik arasına "eğitme-öğrenme" değil, "kuram-eylem" ilişkisi koyanlardanım; dolayısıyla, sandığınızın ve bir kez daha "eleştirmiş olmak için eleştirme" nesnesi olarak kullandığınızın tersine, kendine "öğretme" değil, "uygulamayı/ uygulananı kavramsallaştırma" sorumluluğunu yükleyenlerdenim. Dolayısıyla, başta sözü edilen kişisel algı ve üretim farkını "öğretme-öğrenme" ikiliğinde değil, "uygulama-uygulamayı düşünceleştirme, kaydetme" doğal uzantılı ilişkisinde aramayı ve bulmayı seçiyorum.

İkinci olarak, gerçekte var olmayan, ancak tek yanlı "var saydığınız" eleştirinizden "alınganlık" üretmiş olduğum saptamanızı, neye, doğrusu hangi iletişimimize dayandırdığınızı anlayabilmiş değilim. Davranışsal beklentiler, ancak ve ancak birbirini tanıyan, birbirlerinin davranış biçimlerinden ve ölçülerinden haberli kişiler arasında söz konusu olabileceğine göre, henüz tanışma olanağı bulamadığım sizden yana bir davranışsal beklenti içine girme, ve dahi bu beklentinin, dilediğim gibi karşılanmama, ve bundan alınma olasılığım, böylece, en başta doğal temelinden yoksun kalmaktadır. O halde, kişisel/duygusal bir temelde üretilmiş olsa da, sadece dillendirdiğiniz düşünceleri, yargıları değerlendirmekle yetinmek zorundalığım açıktır. Ve kaldı ki, yukarıda bildirdiğiniz düşüncelerinizin esasını ve içeriğini değil, sadece yöntemini, yani düşüncenizin içeriğini değil, salt biçimini değerlendirmekle yetindiğimi yine yukarıdaki yanıtımda ifade etmiştim. Böylece, tanışmadığım sizin, düşünce üretirken çıkış noktası aldığınız bireysel hal ve tutumunuzun, değerlendirmeme ve eleştirime konu olmayacağını öngörmeniz gerekir. Sonuçta, alınganlıkla savunma üretme gereksinimi duymam için neden yoktur; sizin gibi düşünce üretip söylüyorum, hepsi bu.

Ve üçüncü olarak, bu yazışmaya konu olan yukarıdaki yazımın içeriğine, bu kez ürettiğiniz yeni eleştiri gerekçeniz olarak, bir "karamsarlık" ve hatta yine kullandığınız deyimle "umutsuzluk/çaresizlik" psikolojik mesajını ve imgesini, daha başlığında "kuşatmayı yarmak"tan söz eden, kuşatmayı yarma çağrısında bulunan, dahası, sonu "yol açma çabası"nın duyurusu ile biten bir yazının neresinden, ve nasıl çıkardığınızı, kendi yazdığım metin üstünde ben çözümleyemedim; sizin bulmuş olmanızı ise şaşkınlıkla karşılamam gerekirse de, bir önceki yanıtımda söylediğim üzere, bu tür örneklere şaşırmamayı öğrenmiş durumdayım. Nihayet, bu eleştirinizin de "söylenmiş olmak için söylendiği"nin açıkta oluşunu, üzülerek saptamakla ve bildirmekle yükümlüyüm, ve belli ki, bu olumsuz anlamlı zorunluluğu yaratan ben değilim.

Yine de, değerlendirmeleriniz için teşekkür ederek,

Vedat Koçal

 

Vedat Bey Karşılaştırma Yapmayı Çok Seviyor.

Ve kendisini yüzde yüz haklı görüp,elma ile armutları birbirine karıştırarak,kendisi gibi düşünmeyenleri,bilimsel açıklamalı makaleleriyle kaybolmuş ilan ediyor.

Politikayı bilimsel olarak,tarihi gerçeklere dayanarak,medeni bir şekilde karşılıklı şekilde tartışabilmek,eleştirilere açık olabilmek,gerektiğinde öz eleştiri yapabilmek,gizlenen gerçekleri cesurca açıklamak,açıklamalarında tutarlı olmak,insanı Aydın yapar.

Vedat bey,yazılarında iyi ve kötü;yada olumlu veya olumsuz ayrımı yaparken,bazı nitelikleri birbiriyle karşılaştırıyor. Ancak bunları yaparken,kullandığı tanımların birbirine eş anlamlı veya,tamamen alakasız olduğunu fark edemiyor. Bunu eleştirenleri ise,kaybolmuş olarak niteleyip,makalelerle aydınlatmaya çalışıyor ! Halbuki Vedat beyin, kendi kafasındakilerin yığınsal düşünce olup olmadığını gözden geçirmesinde fayda var. Çünkü birkaç eleştiriye yanıt vermek amacıyla makaleler yazıp,duygusal hale bürünüyor.

Şimdi örnek verdiği karşılaştırmalara bir bakalım :

''Sağımız Mhp,Solumuz Bdp.'' Sağımız Mhp.derken siyasi partileri kastediyorsanız   solumuz Bdp. derken, herhalde Türk solunu pkk.nın uzantısı partiyle kalıplandıramazsınız.

Verdiğiniz bir başka örnekte,''Sağımız Münevver,solumuz Aydın'' karşılaştırması,yukarıdaki örnekle çelişiyor. Münevver kelimesinin Sözlükteki anlamı ''Aydın/aydınlatılmış'' tır. Oysa ''solumuz Aydın diyorsunuz.'' Bu da gereksiz bir karşılaştırma. Münevver kelimesini bu anlamdamı kullandınız,yoksa Münevver deyince ilk akla gelen,Münevver Karabulut'a hitabenmi;o ise bir muamma !

Üstte değindiğim örneğinizde,''solumuz Aydın'' dediniz ama karşılaştırmaların sonunda''Sağımız cehalet,solumuz cehalet '' diyorsunuz. Bu da bir çelişki.

''Sağımız tüccar,solumuz memur-öğrenci'' karşılaştırmanızda ise ne ifade ettiğiniz belli değil. Burada olumlu olan taraf neresi,olumsuz olan taraf neresi ?

''Sağımız gecekondu,solumuz varoş'' karşılaştırmanız yine kafa karıştırıcı. Çünkü varoş ve gecekondu kelimeleri, dar gelirli  halkın oluşturduğu müstakil evlerle çevrili yerleşim bölgelerini bilinen tanımını sağlıyor. Ve birbiri ile farklı kavramlarmış gibi kullanmanız,sizin kafanızın karışık olduğunu gösteriyor.

10 Kasım gibi miili hassasiyet duyduğumuz bir günde yazdığınız ''Bir On Kasım Yazısı Bir Siyasal Kişilik Analizi Olarak Atatürkçü Kemalist Karşılaştırması'' başlıklı makalenizde,yine aynı gereksiz ve çelişkili karşılaştırmalarla,kendinizce politika bilimi yaptınız. Yine örnekler veriyorum :

''Atatürkçü genellikle kadındır,Kemalist genellikle erkek''  Bu makalenizde,kendinizce Kemalist olarak nitelendirdiğiniz sınıfı daha değerli ve Aydın buluyorsunuz. Bu durumda daha en baştan,öyle büyük bir pot kırıyorsunuzki;kadınları Atatürkçü ( ! ) olarak diğer tarafta,yani sizin eleştirdiğiniz tarafta tutuyorsunuz ?!

''Atatürkçü cahildir,Kemalist entellektülel.'' Bu karşılaştırmanız ise,son derece saygısızca.

''Atatürkçü orta gelirlidir,Kemalist dar'' Bu yorumunuzda ise,insanları maddi durumuna göre,yine gereksiz yere sınıflandırmışsınız. Yukarıda örnek verdiğiniz ''Sağımız gecekondu,solumuz varoş'' karşılaştırmanızda,iki taraftan birinin Kemalist olması gerekiyor !

''Atatürkçü için Attila İlhandır,Kemalist için Nazım Hikmet'' Bu karşılaştırmanız ise,en başta değerli ustalara saygısızlık; sonra biz okurlarına.

''Atatürkçü için,Türkan Saylan ve Ahmet Taner Kışlalıdır,Kemalist için,İlhan Selçuk ve Uğur Mumcu'' Bu karşılaştırmanızı ise,bilim adamları oturup ne amaçla yazdığınızı incelemeli ! Anlayışınız açısından bakıldığında,Türkan Saylan ve Ahmet Taner Kışlalı,sizin küçümsediğiniz Atatürkçü (!) sınıfına giriyor öylemi ?! Büyük saygısızlık !

''Atatürkçü için Atatürk ilke ve İnkılaplarıdır,Kemalist için Kemalist Devrim'' Atatürk İnkılabı,Atatürk Devrimi aynı kazanımlardır. Ve yine gereksiz bir küçümseme,gereksiz bir karşılaştırma !

''Atatürkçü için Kubilaydır,Kemalist için Deniz Gezmiş'' Yine saygısızlık,yine gereksiz bir karşılaştırma ve küçümseme !

Atatürkçü için 'Atatürk' veya 'Atam' dır,Kemalist için Mustafa Kemal'' Okudukça insanın karnına ağrılar veren makalenizde,bu kezde Atatürk'ü kendi isimleriyle karşılaştırmışsınız ! Kimi küçümsediğiniz belli değil !

Ve son bir örnek vererek bu kabustan uyanmak istiyorum : 

''Atatürkçü için 'Atatürkçülüktür',Kemalist için Kemalizm'' Doğrusu,sizin ,yığınsal düşünce üretimi deyiminize, kimin kaybolduğunu değilde, ''yığınsal düşünce çelişkileri ve saygısızlıkları'' eklemesini yapabilirim. Ve açıkçası korkarım; bu yorumuma bir makale ile cevap vermenizden !

''Artık susun boş konuşmacılar,çekilin önümden yalancı rehberler,görmüyormusunuz yol açmaya çalışıyorum'' 

Vedat bey siz yol açmaya çalışmıyorsunuz. Bilmiyorum,şu konuda hatalıyım,bu konuda siz haklısınız demesini öğrenmeden,yol açamazsınız;kendi çıkmaz sokağınızda ilerlediğinizi sanırsınız. 

Yol açmak demek,karanlığa ışık tutmaktır. Umutsuzlara umut vermektir. Uğur Mumcu,Necip Hablemitoğlu,Türkan Saylan,Deniz Gezmiş,Ahmet Taner Kışlalı,Attila İlhan,Nazım Hikmet,Çetin Emeç... Hiç bir değerli isim sizin yaptığınız gibi,çelişkilerle saygısızlıklarla insanları küçümseyerek sizin gibi yol açmadılar ! Sizin kendi çapınızda ayırdığınız Atatürk ve Mustafa Kemal ( ! ) sizin gibi davranmadı.

Yol açmak öyle olmaz ! Tarık Bin Ziyad gibi gemileri yakacaksınız ! 

 

Uzun yazacağımdan yana hiç

Uzun yazacağımdan yana hiç ürkmeyin, bu yorumlarınıza son yanıtım oluyor; çünkü yazmadaki motive edici kişilik unsurunuz açıktadır; ve daha fazla yanıtı, bildirdiğiniz gibi gereksiz kılmaktadır. Önyargıyı aşmanın atomu parçalamaktan zor olduğunu Einstein'dan bu yana biliyoruz. Bu veri ile, ve bilimle uğraşan biri olarak, sözümün nerede başlayıp nerede bitmesi gerektiğini saptayabiliyorum; ve bilimsel düşünme yeteneğinin ve ufuk genişliğinin sınırında susuyorum; burası da sizinle söyleşide sustuğum yer olmaktadır.

Doğrudur, genel olarak okuma ve öğrenme sorunlu bir halkın çocuklarıyız. Böylece, öğretme alışkanlığınız takdire değerdir; bununla birlikte, olası öğrencilerinizi seçmede daha dikkatli, özenli davranmanızı önermek durumundayım. Özellikle, haklarında değerlendirmeye ve ölçmeye girişmeden önce, muhatabınızla/muhataplarınızla tanışmanız da yarar sağlayacaktır. Böylece, saydığınız ve nereden, nasıl çıkardığınızı yine anlamadığım biçimde "saygısızlığıma" konu olduğunu ileri sürdüğünüz o adlarla ilişkim, geçmişim, emek ve yazgı birliğim üstüne, Uğur Mumcu Usta'nın öğrettiği üzere "bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olma" alışkanlığı ile vardığınız yargılar türünden kuruntular iletişimlerinizi böylesine gölgelememiş ve noktalamamış olur; şiddetle öneririm.

Çünkü, başkalarını -bu söyleşide beni- ölçmeye kalktığınız o ölçüler, sadece ve sadece size aittir ve gerçekte sizin ölçülerinizi göstermekte, başkalarını ölçme ve değerlendirmede ise sizi yanıltmaktadır; her ne kadar siz vardığınız sonuçlardan "emin" olsanız bile. Bana gelince, ister "altında" sayın, ister üstünde, ölçülerinizin dışında olduğum kesindir.  Bu söyleşinin, benim için noktalandığı yer de, bu "dışındalık"tır.

Sağlıcakla kalınız.

 

Polemikle ilgili son yorum

 

Sevgili Vedat,
 
Haklısın; bu verimsiz polemiği daha fazla uzatmak anlamsız! 
 
Ama bu son yorumumda sana şunu da anımsatmak isterim ki "politikadergisi" etrafında birleşen insanların çoğunun yüreği aynı amaç için çarpmaktadır. Hepimiz aynı yolun yolcusuyuz. Zaman zaman kimimiz ileri gitse de kimimiz geri kalsa da kimimiz sağa, kimimiz sola sapsa da, kimimiz az kimimiz çok bilse de kimimiz hata yapsa kimimiz doğru yapsa da, kimimiz umutsuz,  kimimiz öfkeli olsa da hepimizin aynı gemide yolculuk yaptığını asla unutmayalım. 
 
Yani bizi buluşturan, birleştiren aramızdaki farklılıklar değil, tam tersine hepimizde var olan ortak duygular, fikirler, yönlerdir; aynı hedeflerdir! 
 
Bu samimi duygu ve düşüncelerimle çalışmalarında başarılar dilerim!
 
Mehmet Çağırıcı
 

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.