Maddenin Evrimi ve Diyalektik (VI)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Materyalist Diyalektik; maddi dünyada varlıklarını geçici olarak sürdüren sonsuz çeşitte ve sonsuz sayıda olan nesnelerin, olgu ve olayların, süreçlerin karşılıklı olarak birbirlerini etkilediğini; çünkü bütün bu nesnel olgu, olay ve süreçlerin birbirleriyle doğrudan veya dolaylı ilişki içinde olduğu görüşünü savunur. Yine Materyalist Diyalektik; sonsuz sayıda olan bu ilişkileri, ilişkilerin ana karakterlerini temel alarak onları belli başlı gruplara ayırır, onları kategorize eder ve onları belli kavramlarla ifade eder. Kategorileştirme yönteminin ana özelliği ise; diyalektik ilişkilerin genellikle iki yönlü, iki kutuplu, iki taraflı olması, bütün ilişkilerde determinizm (belirlenimcilik) yani bir yönün diğer yönü belirlemesi kuralının geçerli olması ve nihayet yönlerin, kutupların, tarafların birbirleriyle çelişkili bir ilişki içinde olmalarıdır.

Geçen bölümde bu kategorik diyalektik ilişkilerden Özel-Genel, Neden-Sonuç ve Zorunluluk-Rastlantı ilişkilerini ele almıştık. Bu son bölümde ise Olanak-Gerçeklik, İçerik-Biçim ve Öz-Görüntü ilişkilerine yakından bakmaya çalışacağız.

Olanak ve Gerçeklik İlişkisi: Diyalektiğin Olanak ve Gerçeklik İlişkisi, belli amaçlara yönelik insanlığın toplumsal eylemleri için büyük önem taşımaktadır. Çünkü insan; bir özne olarak, yani kendi toplumsal varlığını bilinçli ve önceden belirlenmiş bir hedefe yönelik eylemler biçiminde üreten bir toplumsal varlık olarak, bu alanda neyi yapabileceğini, neyi yapamayacağını da çok iyi bilmesi gerekiyor. Dolayısı ile diyalektiğin Olanak ve Gerçeklik İlişkisini doğru anlamak ve bir yöntem olarak plan ve program hazırlamada kullanmak; insana, eylemlerinde, uygulamalarında, kısaca pratikte büyük yardımı olmaktadır.

Olanak (İmkân) kavramı, bir nesnel olgu, olay ve sürecin gelişim eğilimini ifade eden bir sözcüktür. İç gelişim eğiliminden kast edilen ise süreçlerin gelişimini belli yönde harekete geçiren, uygun ve geçerli, olumlu veya olumsuz bütün etkenlerin bir arada bulunan özellikleridir. Bu anlamda olanak bir süreç içinde sadece öznel(sübjektif bir istek veya arzu edilen) bir öge değil, tam tersine süreçler içinde filizlenen ve yeşeren reel olarak var olan unsurlar ve bu unsurların gelişen ve değişen özellikleridir.

Bu ilişkide geçen “Gerçeklik”(Hakikat) terimi ise, iki bağlamda ele alınarak değerlendirilmelidir. Gerçeklik; bir anlamıyla doğa, toplum, kısaca bu dünyada var oluşun tamamı iken, bu ilişkide geçerli olan diğer anlamı, somut ve belli olay ve süreçlerin gerçekleşen olanaklarıdır.

Gerçekliğin Olanak ile ilişkisi o halde iki yönlü bir özellik taşımaktadır. Yani bir olanak ya gerçekleşebilir veya gerçekleşemezdir. Olanak bağlamında gerçeklik o halde, bir olay veya sürecin somut ve belirli var olan reel durumudur.

Her var olan reel durum elbette, zaman bakımdan kendisinin oluşumundan önceki olanakların bir ürünüdür. Dikkat edilirse, Olanak ile Gerçeklik arasındaki bağ bir gelişim aşamasının ifadesidir.  Belli olanakların belli bir gerçekliği doğurması için, her iki unsurun da içinde bulunduğu ortamın ve koşulların buna uygun olması gerekir. Olanakla Gerçeklik arasındaki fark bir zaman meselesidir. Olanak, gerçeklikten önce vardır. Olanakların gerçekleşmesi ise ilerde, gelecektedir.

Olanakların gerçekleşmesinde büyük rol oynayan unsur, içinde bulunulan somut reel koşullardır. Eğer bir olanak gerçekleşmesi için uygun koşullara sahip olursa, bu durumda bu olanağa reel olanak denir. Buna karşılık nesnel ve zorunluluk yasallığı gereği bir olanağın teorik olarak gerçekleşmesi gerekirken, fakat bu olanağın gerçekleşmesinde koşulların yeterince uygun olmaması durumunda ise bu olanağa soyut (teorik) olanak denir. Yine var olan reel koşullara bağlı olarak bir olanağın gerçekleşme ihtimali çeşitli kademede olabilir. Bazıları, büyük bir ihtimalle gerçekleşebileceği gibi, diğer bazıları ise zayıf bir ihtimal derecesinde gerçekleşebilir.

Olanaklar, somut reel duruma ve koşullara bağlı olarak tek veya çok çeşitli olabilir. Çeşitli ve değişik olanaklar bir tek gerçeği oluşturabildiği gibi, gerçekliğe gebe tek bir olanakta olabilir.

Olanak ve Gerçekliğin diyalektik ilişkisi demek bu iki kavramla ifade edilen olguları ne birbiriyle karıştırmak, ne de birbirlerinden ayrı düşünmek demektir. Ayrıca zaman içinde doğa ve toplumdaki gelişim sürecinde olanaklar, gerçekliğe dönüştüğü gibi; bir sonraki aşamada bu gerçekler bu defa gelecek aşama için olanak durumuna düşerler. Yani zamanla olanaklar gerçekleşir, gerçekler ise diğer başka süreçler için olanaklar haline gelirler.

Diyalektiğin Olanak ve Gerçek ilişkisi, hem doğada ve hem e toplumda geçerli nesnel bir ilişkidir. Aradaki fark; her diyalektik yasa ve ilişkide olduğu gibi, bu ilişki de doğada her zaman spontane, yani kör yasalarla kendiliğinden gerçekleşir. Oysa diyalektik yaslar ve kategorik ilişkiler toplumda da spontane gerçekleşebileceği gibi, fakat aynı zamanda da insanların bilinçli eylemleriyle de gerçekleşebilirler.

Örneğin emperyalizme bağımlı, emperyalizmin baskısı, cenderesi ve BOP ile bölünme tehdidi altında olan ülkemiz Türkiye’de; antiemperyalist güçlerin, emperyalizmin bu planlarını boşa çıkarma olanakları vardır. Bu olanakların gerçekliğe dönüşmesi; yani BOP ’un boşa çıkarılması, terörün kökünün kazanması, tam bağımsız bir Türkiye’nin yaratılması için, günümüz siyasi koşullarının ve siyasi durumun antiemperyalist güçlerin lehine değişmesine, antiemperyalist güçlerin daha da güçlenmelerine bağlıdır. Bu bağlamda antiemperyalist güçlerin yapması gereken ise; muhalif güçlerin dağınıklığını gidermek için birleşmek, basın ve medyanın gerici güçlerin kontrolü altında olması nedeniyle birleşik ve örgütlü bir biçimde doğrudan halkın ayağına gidip onu örgütlemektir. Eğer mücadele koşulları bu biçimde düzeltilebilirse, o zaman yukarıda sıraladığımız antiemperyalist olanaklar gerçeklik haline gelir, emperyalizm Türkiye’den ve bölgemizden çekilmek zorunda kalır.

İçerik-Biçim İlişkisi; İçerik ve biçim ilişkisi; aslında bir nesnenin, olgu ve sürecin, tıpkı bir madalyanın iki yüzü gibi, iki karakteristik özelliğidirler. Her nesne veya süreç mutlaka bu iki özelliğinin birliği içinde algılanmalı ve kavranmalıdır. Özellikle toplumsal olgu, olay ve süreçlerde bu ilişki toplumun bilinçli gelişimini yönlendirmede büyük rol oynar.

İçerik (Muhteva) kategorisi veya kavramı, bir nesnenin veya sürecin iç ögelerinin, taraflarının, bileşenlerinin, iç çelişkilerinin, eğilimlerinin, özelliklerinin vs. tamamını ifade eder. Buna karşılık Biçim(Şekil) kavramı ise bu nesne ve sürecin içeriğini oluşturan ögelerinin, taraflarının, bileşenlerinin kendilerine özgü bağlantılarını, örgütlenme ve birleşme tarzlarını ifade eden bir terimdir. Biçim, büyük ölçüde içeriğine bağlı olmak koşuluyla belli koşullar altında belli değişik tarzlara bürünebilir.

Kısaca İçerik ve Biçim, bir nesnede veya bir süreçte ayrılmaz bir bütündür; ancak bir nesne veya süreç bu iki temel yönüyle birlikte bir bütün olarak algılandığında doğru anlaşılabilir. Doğadaki anorganik nesnelerin yapısındaki yapı taşları olan atom ve moleküllerinin birbirleriyle olan bağlantıları ile canlı varlıklarda iç organların, dokuların birbirleriyle olan ilişkileri ve bağlantıları ile toplumda sosyal sınıf ve tabakaların birbirleriyle olan çelişkili toplumsal münasebetleri ile kısaca, evrendeki tüm maddi ve nesnel varlık ve süreçler, iç yapısal ve işlevsel özellikleriyle somut bir biçimde karşımıza çıkmaktadırlar.

İçerik ve biçim arasındaki diyalektik ilişkiye verilebilecek en klasik örnek, toplumun üretim tarzıdır(feodalizm, kapitalizm, sosyalizm vs. gibi). Bir toplumun üretim tarzı, bir bütün olarak iki yönden oluşur: İçerik olarak üretici güçler; biçim olarak üretim ilişkileri! Örneğin kapitalizmde ana üretici güç olan işçi sınıfı, toplumsal bir karakter kazanmıştır. Yani işçiler ne üretirlerse üretsinler, toplu halde belli bir iş bölümü içinde birlikte üretirler. Kısaca kapitalizmin içeriği işçi sınıfı, toplumsal bir güçtür. Buna karşılık kapitalist üretim ilişkileri, üretim araçlarındaki özel mülkiyet temelinde bireysel ve özeldir. Yani sermayedar kendi özel işletmesinde binlerce işçi çalıştırır; onların ücret ve maşlarından fazla yarattığı değerlere kâr adı altında özel olarak el kor. Kısaca kapitalizmde toplumsal üretilen değerler özel ve bireysel olarak paylaşılır. İçerik-Biçim ilişkisi bağlamında; kapitalizmin içeriği olan emeğin toplumsal karakteri ile kapitalizmin üretim biçimi olan üretim araçlarındaki özel mülkiyet arasında var olan bu nesnel çelişki, gün yüzüne somut olarak emek-sermaye arasındaki sınıf mücadelesi biçiminde yansır.

Biçim ve içerik karşılıklı olarak, hem birbirine bağımlı hem de çelişkilidir. İki tarafın arasındaki çelişkinin kaynağı; her iki tarafın da değişmesidir. Fakat bu değişme sürecinin her iki tarafta farklı hızda ve farklı zamanlarda, farklı nitelikte olmasıdır. Bir nesne veya süreçte değişim, biçimden önce içerikte başlar. Bir nesne veya sürecin iç bileşenlerinde başlayan değişim ve gelişim süreci karşısında o nesne veya sürecin biçimi, göreli olarak oldukça değişmez, yerleşmiş ve oturmuş, istikrarlı ve sabit bir görünüm sunar. Ancak o nesne ve sürecin dinamik olan ve hızla gelişen içeriği, zamanla o nesne ve sürecin biçimini de kendisine uygun hale getirecek şekilde değiştirme mücadelesi vererek değiştirir. Görülüyor ki hız, zaman, nitelik bakımından farklı gelişim gösteren içerik ile biçim arasında ortaya çıkan bu çelişkiyi, yine o nesne ve sürecin içeriği çözmektedir. Bu çözüm sürecinde dışardan etki eden unsurlar olabilir. Dış etkiler sürecin işlemesini, çözüm sürecini hızlandırabilirler veya yavaşlatabilirler.

Elbette içerik; bu çelişkinin çözümünde kendisine öyle rastgele yeni bir biçim değil, tam tersine o içeriğin sahip olduğu olanaklar çerçevesinde, kendi niteliğine ve elişimine, evrimine en uygun olan, bir anlamda zorunlu olan biçimi seçer.

Yukarıdaki bu saptamadan asla bir nesne ve sürecin biçiminin pasif ve yüzeysel bir öge olduğu sonucu çıkarılmamalıdır. Biçim de, içerik kadar olmasa da, yine de bir nesne ve sürecin gelişiminde ve evriminde önemli işlevsel rol oynar. Burada gelişim ve evrim açısından önemli olan ana faktör, içerik ile biçim arasında çelişkiden çok uyum olup olmamasıdır. Yani eğer biçim içeriğin yapısına, iç ilişki ve örgütlenmesine uygun bir koşul ve ortam hazırlıyorsa işte o zaman o nesne veya süreç tam gaz bir gelişim ve evrim durumundadır.

Diyalektiğin İçerik-Biçim kategorik ilişkisinin toplumdaki karşılığı; toplumun somut biçimi olan üretim ilişkilerinin niteliğinin toplumun içeriği olan üretici güçlerin niteliğine çelişmemesi, yani her iki tarafında uyum içinde aynı nitelikte olmaları durumudur. Eğer bu iki kategori arasında bir çelişki varsa, o zaman bu çelişkinin çözümünün yönü, içeriğin biçime uyum sağlaması biçiminde değildir ve olamaz da! Çünkü toplumun içeriği olan üretici güçler, toplumun düzeni henüz değişmeden daha önceden gelişen ve serpilen dinamik güçler olarak, yeni bir toplumsal biçime ihtiyaç duyarlar ve bunun için mücadele ederler. Buna karşılık, toplumun muhafazakâr ve gerici güçleri ise var olan toplumsal biçimi yani toplumsal düzeni korumaya çalışırlar. Sonuç ta devrimci ve dinamik sosyal güçler, muhafazakâr güçleri mücadelede yenerek topluma kendilerine, gelişim ve ilerlemelerine uygun toplumsal biçimi kabul ettirirler.

Kapitalizmde gelişen ve serpilen en dinamik ve en devrimci sınıf, işçi sınıfıdır. Buna karşılık muhafazakâr ve gerici olan sınıf, sermaye sınıfıdır. Çağımızda sermaye sınıfının toplumsal konumu, somut ülkelere göre farklıdır. Emperyalist-kapitalist sistemin merkez ülkelerinde (ABD, Almanya vs.) egemen sermaye sınıfı, emperyalist çıkarlar ve tutkular taşıyan tekelci finans kapitaldir. Buna karşılık sistemin emperyalist merkezine bağımlı çevre ülkelerinde (Türkiye gibi) ise tekelci, holdingci işbirlikçi büyük sermayedir. Bu ülkelerde, merkez veya çevre fark etmez; içerik olarak, toplumsal üretim yapan işçi sınıfının emeğini; biçim olarak, üretim araçlarındaki özel mülkiyet ayrıcalığından dolayı, sermaye sınıfı özel ve bireysel olarak sahiplenmektedir. Yani kapitalizmde toplumsal nitelikli emek ile özel nitelikli paylaşım arasında bir nesnel çelişki vardır.

Kapitalist içerikten doğan bu temel çelişkinin yanında, emperyalist-kapitalist dünya sistemi içinde merkez ile çevre arasında başat önemde keskin bir başka çelişki daha vardır.  Bu çelişki ise bağımlı ulusların sadece işçilerinin emeğinin emperyalist merkez tarafından sömürülmesi ile değil, ayrıca bu ulusların yer altı yerüstü zenginliklerinin, pazarlarının vs. da tümüyle sömürülmesinden kaynaklanmaktadır. Dolayısı ile bağımlı ulusun gelişim ve ilerlemesi; bu ulusun, emperyalist sömürü ve baskıdan oluşan bu ilişkiden kurtulması ve bağımsızlaşmasıyla olanaklıdır. Çevre ulusun emperyalizmden bağımsızlığı, aynı zamanda bu ulus içi emek-sermaye arasındaki çelişkinin emekten yana çözümüne de olağanüstü uygun koşullar yaratacaktır. Yani tam bağımsızlık; emeğin sosyal kurtuluşunun da, sosyalizmin de önünü açacaktır.

Öz- Görüntü İlişkisi: Maddi nesnelerin, olgu, olay ve süreçlerin bir görünen yüzü bir de görünmeyen tarafları vardır. Daha doğrusu nesne ve süreçlerin yüzeyde olan bazı özellikleri insanın duyu organları tarafından algılanabilir; fakat bazı diğer,  derinliklerde yatan, çoğu zaman maddenin niteliğini belirleyen en önemli özellikleri ise insanın duyu organları tarafından algılanamazlar.

Öz (Esas) kavramı,  bir nesne veya sürecin niteliğini belirlemede önemli rol oynayan, oldukça sabit, sağlam ve istikrarlı olan, o maddi nesne veya sürecin varlığına temel olan özelliklerin tamamını ifade eden bir sözcüktür. Öz, bir nesne veya sürecin kendine has niteliği var oldukça, varlığı da zorunlu olan, göreli olarak oldukça değişmeyen, genel, temelli ve zorunlu olan bileşenlerinin ve tarafların birliğidir. Bir sistemin veya sürecin özünü anlamak demek, o sistemin ve sürecin iç bağlantılarını, ilişkilerini, gelişim moment ve eğilimlerini de anlamak demektir. Felsefi anlamdaki yasa, büyük ölçüde bir nesne veya süreçle sınırlandırıldığında, öz kavramı ile eş anlamı taşıyabilecek bir kavramdır. Bu nedenle bir sistem veya sürecin özünü anlamak demek, o sistem veya sürecin temel iç işleyiş yasallığını tanımak demektir.

Görüntü ( Tezahür) kavramı; öz kavramı ile ilintili olarak, bir nesne, olgu, olay, sistem veya sürecin dış özelliklerinin tamamını anlatan, , onların özünün dışa, yüzeye yansıyış biçimini ifade eden bir kavramdır. Bir nesne veya sürecin dış görünüşü öze göre daha hareketli ve değişkendir. Öz oldukça göreli olarak sabit, sağlam, zorunlu bir yapıya sahip iken, Görünüş veya Görüntü daha çok bireysel, değişken ve rastlantısal özelliklere sahiptir.

Özün gereli olarak sabit ve değişmezliğinden bahsediyorsak eğer, bu asla mutlak anlamda değildir. Tam tersine elbette öz de değişmektedir, ancak görünüşe göre oldukça yavaş ve ender olarak değişmektedir. Ancak özdeki değişmeler görünüşe göre çok daha köklü ve temellidir.

Maddi dünyada hiçbir nesne, sistem veya süreç ne özsüz ne de görüntüsüz olabilir.

Öz ile Görüntü arasında canlı bir bağlantı vardır. Öz ve görünüş te tıpkı bir madeni paranın iki yüzü gibi asla birbirlerinden ayrı düşünülemez. Bazı durumlarda, özle görünüş arasında farklılıkların veya çelişkilerin olduğu da bir gerçektir; çünkü özü belirleyen bir takım derindeki temel özellikler yüzeyde yansımadıklarından, insan bilgisi ve zekâsının analiz yeteneği ile de bu özellikler yeterince anlaşılmaya veya görülmeye bilir.

Gerçekte bilimin ana görevi de zaten, Nesne ve süreçlerdeki özle görünüş arasındaki bu çelişkili durumu açıklamaktır. Bilimin amacı; araştırma, gözlemleme, deneme  ve özellikle de insanlara özgü olan analiz ve soyut düşünme yeteneği ile maddi nesnelerin, olgu ve olayların, sistem ve süreçlerin görünüşlerinin altında ve derinde yatan özünü, esasını anlamak ve öğrenmektir.

Öz ile Görünüş arasındaki çelişkili ilişkiye en güzel örnek; hemen hemen herkesin yakından bildiği dünya ile güneş arasındaki ilişkidir.

Herkesin hemen her gün yaşadığı, gözlem yaptığı görüntü, güneşin doğudan doğuşu, gün boyu yükselişi ve akşamleyin batıdan batışıdır. Bu görünüşe göre güneş, içinde yaşadığımız dünyanın etrafında dönmektedir. Hâlbuki bilimin kanıtladığı gerçek ise bu görünüşün tam tersidir. Bilim bize; güneşin dünyanın etrafında değil, tam tersine dünyamızın güneşin etrafında döndüğünü kanıtlamaktadır. Güneş ile dünya arasındaki bu ilişkinin özünü bilim, insanın bilgi birikimi ve özellikle analiz ve soyut düşünce yeteneği sayesinde, insan bilincini aldatan bu görünüşüne rağmen aydınlatmaktadır.

Bu nedenle her bilimin asli görevi; olgu, olay ve süreçlerin insanı aldatan görüntülerinin arkasında yatan özünü aydınlatmaktır.

***

Bu yazı dizisine son vermeden önce bir hususa dikkat çekmekte yarar var. Aslında diyalektiğin konusu bizim burada sunduğumuzdan çok daha geniştir. Örneğin diyalektiğin Madde ile Bilinç İlişkisi başlığı altında; Bilginin Kaynağı; Bilginin Ne Zaman Mutlak ve Tam Güvenilir Olduğu, Ne Zaman Göreli Olduğu; Bilginin Doğruluğunun Nesnel Ölçüsü, Teori ile Pratik Arasındaki İlişki vs. gibi daha bir dizi başka alt başlıkta toplanabilecek konuları var.

Öte yandan toplumsal bilincin çeşitli biçimleri olan siyaset, hukuk, din, ahlak, estetik, sanat vs. gibi kavramlara biz burada hiç yer vermedik. Diyalektiğin toplumsal bilinç ve fikir dünyası ile ilgili Özne-Nesne İlişkisi, Amaç-Araç İlişkisi, Analiz-Sentez ilişkisi, Soyutlama –Somutlama İlişkisi, Teori-Pratik ilişkisi, Strateji-Taktik İlişkisi vs. gibi daha birçok diyalektik kategorilere, kavramlara, ilişkilere de pek fazla değinmedik.

Bunun nedeni; geniş ve derin konular için anlatımı sınırlı olan bir internet portalında, kendimizce çok önemli olarak saydığımız ve altı bölümde anlatmaya çalıştığımız Nesnel(objektif) Diyalektiğin Temel Yasalarının ve altı adetten oluşan Kategorik İlişkilerinin ve bu yasa ve ilişkilerde kullanılan Kategorik Kavramların okuyucu tarafından anlaşılmasının yeterli olacağı, kanaatidir. Çünkü bu yasalar, kategorik ilişkiler ve bu bağlamda kullanılan temel kavramlar, aşağı yukarı diyalektiğin özü, çekirdeğidirler.

Altı bölümde özetini vermeye çalıştığımız Diyalektiğin yasalarını ve Kategorik ilişkileri ve kavramlarını iyi öğrenen her okuyucu; gerisini kendisinin dahi düşünerek çözebileceğine, bizzat tanık olacaktır. Çünkü kalan bölümler, Öznel Diyalektiğin konularıdır; sonuçta bu konular, aşağı yukarı nesnel diyalektiğin bir yansıması, bir türevi, yani bir benzeridirler.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.