Millet Meclisi Dediğin Düpedüz İhtilaldir

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

 

   23 Nisan’a girerken 88. yılını kutlayacağımız ulusal egemenliğimiz hakkında birçok yanlış yargı vardır. Sınıfsal olarak biraz zorlama gibi görünse de bazı gerçeklerin politik ve sosyolojik olarak yadsındığını görüyoruz. Bu da cumhuriyetimizin temelsiz olduğu yönündedir. Bu -sınıfsallığı bir kenara bırakırsak- koskoca bir yalandır! Gelelim, Cumhuriyetimizin temelleri var mı yok mu, bunları sunmaya.

   Girişimizi Gazi Mustafa Kemal’in 1929’da Milliyet’te yayımlanan sözünden aktaralım:

“Egemenlik mutlaka ulusun elinde olmalıdır! Egemenliğe sahip olmayan bir insan ya da bir toplum, hiçbir zaman istencini (iradesini) kullanamaz. Egemenliğini herhangi birisine bırakan bir insan, kendi istencinin kullanılacağından ve uygulanacağından emin olamaz. Şimdiye kadar ulusumuzun başına gelen bütün felaketler, kendi yazgısını başka birisinin eline bırakmasından kaynaklanmıştır.”

   Cumhuriyeti, demokrasiyi ve Atatürk’ün nokta-i nazarını bu sözler görüngesinde değerlendirirsek, eminim ki; “Cumhuriyet” ülküsünün hangi çizgide olduğunu daha rahat anlayabiliriz. Birincisi, egemenliğin kesinlikle şu veya bu sebeple bir kişiye, kuruma devredilmemesi gerektiğidir. İkincisi Mustafa Kemal Atatürk’ün egemenlik anlayışının irade-i milliye (ulusal istenç) doğrultusunda olduğudur. Ancak bu seçim demek, sadece çok partili düzen demek değildir. Bu, ulusun iradesini ulus adına kullananların engellenmesi kaydıyla ulusun önünü açmaktır. Kemalist devrimlerin özü de budur. Bilimsel, özgür, çağdaş düşünebilmek için gerekli zeminin oluşturulmasıdır. Tarikatlar kaldırılarak, saltanat kaldırılarak, öğretim birliği sağlanarak, laik düzen getirilerek vs.

   Kemalist devrimlerin sonucunda filizlenmeye başlayan ulusal egemenliğimizin varmaya çalıştığı sonuçlar kısaca bunlardır. Şimdi, gelelim bunların temellerine…

   Osmanlı’da ulus kavramı olmaması ve yönetimin Türklük bilincinin izlerini kaybettirmesi sonucu ulusçuluk içeriden değil, dışarıdan gelmiştir. Özellikle Macarların Slav ve Germen olmadıklarını anlayıp, Turan fikrini öne sürmesi ve Fransa’dan yetişen Türk aydınlarının (Jöntürkler) milliyetçiliği kendilerine göre yorumlaması eksik de olsa Cumhuriyet’in yeni dönemdeki temellerini oluşturmuştur.

   Türkçülüğün önemli mimarlarından Yusuf Akçura’nın “demokratik Türkçülük ve emperyalist Türkçülük” ayrımı ve ulus olmanın en önemli şartının işçi ve burjuva sınıflarının oluşmasına bağlaması Cumhuriyet’in düşünsel temellerinden birini daha oluşturmaktadır.

   Hamdullah Suphiler, Gaspıralı İsmailler, Namık Kemaller, Tevfik Fikretler de genç ulusal, laik Cumhuriyet’in temellerine katkıda bulunmuşlardır.

   Aynı zamanda Batılı veya sosyalist nitelikte de olan bu akımlar Cumhuriyet düşünselliğini oldukça etkilemiştir.

   Önümüzdeki günlerde 88. yılını kutlayacağımız 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nın güncelliğine de vurgu yapmamız gerekirse, bu sürecin adını koymamız gerekir ve bu süreci sizi sıkmadan ele almaya çalışacağım.

   23 Nisan ve Meclisleşme sürecini ele almaya başladığımız zaman, en önemli yol işaretimiz Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleridir. İşte ulusal devrimimizin fitilini de bu başlangıç yakmıştır.

   Türkiye’de Cumhuriyet ve dolayısı ile demokrasinin oluşumu aslında tarihsel bir bloğun kendiliğinden, dağınık bir biçimde çıkması ile başlamıştır. Nedir bu? Düşman saldırıları ve emperyalist işgalin yurdu sarmasıdır.

   Dağınık bir biçimde oluşan Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nin toplanması, ulusal bir meclis açılması ise Mustafa Kemal’in ileri görüşlülüğü ve devrimciliği sayesindedir. Açık söylemek gerekirse, Kemal Paşa’nın Samsun’a ayak basmasını takip eden süreçte, kongreler, yayımlanan genelgeler her ne kadar savaş ortamında da olsa, bir ihtilalin habercisidir ve bu ihtilalin halka dayandırıldığının göstergesidir. Ve bu bağlamda 23 Nisan 1920 günü Türk Devrimi’nin en önemli günlerinden biridir. 1923’de Cumhuriyet ilan edilmiş olsa da, bu bir ad koymadır. Koşullar ve Atatürk’ün vizyonu zaten Cumhuriyet’i kaçınılmaz olarak getirmiştir.

   Klasik batılı devrimlere baktığımızda, sınıfsallığın çok önemli olduğunu görüyoruz. Ancak Kemalist devrimin dayandığı temel bu saldırılara karşı oluşan bürokrat-asker-köylülerin tarihsel ortaklığıdır. Kimilerince devrim olarak bile kabul görmeyen bu hareket, emperyalistlere karşı istiklâlini kazanmış, monarch’a (padişah) karşı ihtilal gerçekleştirmiş ve bu süreçte yenileşip çağa ayak uydurarak inkılâplarını yapmıştır. Bu hiç küçümsenecek bir devrim değildir.

   Kazım Karabekir Paşa ve yakın çevresi sonraları, her ne kadar “cumhuriyet” sözcüğünü kullanmak istemeseler de; ileriyi görebilenlerin İstanbul’da hala padişah varken “hâkimiyet-i milliye” sözcüğünün esasında bir ihtilal olduğunu anlamaları gerekirdi. Yani padişaha karşı oluşturulan Millet Meclisi dediğin düpedüz ihtilaldir zaten!

   Mustafa Kemal Atatürk’ün Türkçülük, Batıcılık, Sosyalizm ile bireşim yaptığı ancak iç dinamikleri kullandığı Ulusal Türk Devrimi’ni, batılı devrimlere bakarak küçümsemek hiç kimsenin haddine düşmemiştir. Çünkü Ulusal Demokrasi Devrimi, emperyalizmin saldırılarına göğüs gerip, bazı aşamaları yaşamadan geçse de bugün hala yaşayan bir devrimdir.

   Eğer Kemalist atılım sadece tepeden inme, üst yapısal bir hareket olsaydı Hitler’in, Mussolini’nin silindiği bir dünyada hâlâ yaşıyor olmazdı. Ya da Orta Doğu coğrafyasında BAAS rejiminden farkı olmazdı. İşte bunları göremeyenler Kemalizm’i hâlâ diktatörlük olarak yorumluyorlar.

   Mustafa Kemal’in muhalefet oluşturma isteği, kişisel özgürlüklere önem vermesi, basın-yayın özgürlüğüne vurgu yapması apaçık katılımcı bir demokrasi isteğindendir. Bazı hakların kan dökerek elde edilmesini istememişse, bu Bağımsızlık Savaşı’nda ve önce Dünya Harbi’nde çok fazla kan dökülmesinden ve Batı’nın o süreçleri çok önceden yaşamış olduğundandır.

   Sözün özü, Kemalist devrimin en önemli günlerinden birinin yıldönümünde diyeceklerim:

• Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri ve sonra Cumhuriyet Halk Fırkası’nın kuruluşu Kemalist devrimin halka dayandırılmak istendiğinin göstergesidir.

• Atatürk zamanı, Osmanlı’da yüzeysel olarak hayat bulan milliyetçiliğin güçlü bir temele dayandırılarak halka da intikal ettirilerek gerçek yaşam bulduğu zamandır.

• 23 Nisan 1920 günü “hâkimiyet bila kayd ü şart milletindir” denerek İhtilal’in günüdür.

• Cumhuriyet’in ilk zamanları egemenliği ulusa dayandırmak için devrimlerin yapıldığı zamandır.

Mustafa Kemal’in eliyle hayatiyet bulan ve bir çocuk gibi doğan ulusal egemenliğimizin 88. yıldönümünde tüm yurttaşlarımızın “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı”nı kutlarım. Ve egemenliğimizi makamlara bürünenlerden alıp, tekrar ulusumuza bağışlayan ve incelikleriyle dünyadaki tek çocuk bayramını oluşturan başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere tüm kadronun aziz hatıraları önünde saygıyla eğilirim.

 

emrah.ozdemir@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.