Milli Merkez Nedir? Ne Yapmak İstiyor?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bundan tam 93 yıl önce Türkiye Cumhuriyetinin demokratik bir biçimde temellerinin atıldığı, Kurtuluş savaşının fitilinin ateşlendiği, Anadolu topraklarında yeni ve modern bir Türk devletinin doğuşunu müjdeleyen Millet Meclisinin açılışının 93. Yıl dönümünde, yani 23 Nisan 2013 tarihinde Ankara Yenimahalle Belediyesi Nazım Hikmet Kültür Merkez’inde bir toplantı yapıldı. Türkiye’nin dört bir köşesinden 20 bin kişinin katıldığı, “Atatürk’te Birleştik, Milli Merkez’i Kuruyoruz!” sloganıyla yapılan toplantıda Milli Merkez’ in kurulduğu ilan edildi.

Toplantıya çok sayıda siyasi parti temsilcisi, eski yeni milletvekilleri, kitle örgütü ve sendika temsilcileri, tanınmış siyasetçiler, hukukçular katıldılar.

Aralarında eski TBMM Başkanı Sayın Hüsamettin Cindoruk,  İP Genel Başkanvekili Hasan Basri Özbey, E. Devlet Bakanı Ufuk Söylemez, Aydınlık gazetesi Genel Yayın Yönetmeni İlker Yücel, CHP Milletvekilleri olan İsa Gök, Kamer Genç, Ali Haydar Öner, Gürkut Acar, Refik Eryılmaz, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal, TGB Genel Başkanı Çağdaş Cengiz, CHP eski Milletvekili Şahin Mengü de bulunmaktaydı.

Bir seneden aşkın bir zamanda Türkiye’nin birçok il ve ilçelerinde 150’den fazla toplantılar düzenleyerek 100 binden fazla vatandaşa hitap eden Milli Merkez girişimcileri ve toplantıya katılan bu il ve ilçeden gelen temsilciler,  26 kişiden oluşan bir Yürütme Kurulu seçmişlerdir. Bu kurula ayrıca; temsilciler meclisini seçme, il ilçe üyelerini belirleme yetkisi oy birliği ile verilmiş bir de sonuç bildirisi yayınlanmıştır.

Nedir bu Milli Merkez? Hangi ihtiyaçtan dolayı kurulmuştur?  Milli Merkez’in hedefi, amacı nedir? Hedefine ulaşmada başarı şansı ne kadardır?

Bütün bu sorular, toplantıya katılan veya katılmadığı halde yapıldığını duyan hemen herkesin kafasını kurcalayan sorulardır.

Bu sorulara doğru ve tatminkâr yanıt bulabilmek için iki hususu mutlaka göz önünde bulundurmak şarttır:

  • Ülkemizin içinde bulunduğu son kritik siyasi durum ve
  • Bu kritik durumdan çıkış arayışları.

Türkiye’nin İçinde bulunduğu siyasi durum:

Ülkemizin tehlikeli ve sorunlu bir dönem yaşadığını, bugün hemen herkes kabul etmektedir. Kimilerince “Terör Sorunu”, kimilerince “Kürt Sorunu” ülkemizin canını yeterince yakmıştır. 10 seneden fazla iktidarda olan AKP; son dönemde 40 bin kişinin ölümünden sorumlu, T.C. devletine isyan eden, ona terörle ilerde kurulmak üzere bir Kürdistan devletinin bütün hazırlıklarını yaptırmaya çalışan, ülkeyi, ulusu ve devleti parçalayıp bölmek isteyen PKK’lı teröristlerle karalı mücadele yerine bu hareketi meşrulaştıracak bir işbirliğine başlamıştır.

Ülkemiz ekonomik ve mali bakımdan cumhuriyet tarihinde hiç olmadığı kadar dışa bağımlı hale gelmiştir. AKP iktidarının dış politikasıyla Türkiye, hemen hemen bütün komşularıyla sorunlu bir duruma düşmüştür. Özellikle güney komşumuz Suriye’de dışarıdan yapılan müdahalelerle yürütülen kanlı iç savaştaki Türk hükümetinin destekleyici ve aktif rolü, utanç vericidir. Suriye’de iç savaşı yürüten ve uygulayan çoğu yabancı ülkelerden devşirme terörist çetelere Erdoğan hükümeti, her türlü desteği vermektedir. Birleşmiş Milletler 2013 Mart ayı verilerine göre, Suriye’den Türkiye’ye legal mülteci sayısı 185 bine ulaşmıştır. Suriye’deki iç savaştan sadece Suriye’ye sınırdaş olan illerimizin ticareti değil, aynı zamanda bütün Türkiye ekonomisi etkilenmiştir.

Ülkede 5 seneden fazla süren siyasi davalarla hukuk çiğnenmiş, adalet yok edilmiş, Türk Silahlı kuvvetlerinin savaşma, özellikle de terörle mücadele azmi ve morali hemen hemen tamamen çökertilmiştir. Suçunun ne olduğunu dahi bilmeden, aralarında milletvekilleri, parti liderleri, siyasetçiler, gazeteciler, bilim adamları, akademisyenler, ordunun muvazzaf ve emekli subaylarının da bulunduğu yüzlerce yurtseverimiz ve aydın insanlarımız yıllardır hapislerde tutukludurlar.

AKP artık iktidar koltuğuna çok sağlam oturduğu inancını taşıyor ki, karşı devrim yolunda Ulusal Kurtuluş’umuzun ve Cumhuriyetimizin resmi bayram ve günlerini törenlerle kutlamayı, ulusal anıtlara çelenk koymayı, Türk bayrağı taşımayı dahi yasaklamakta; hatta Türkiye Cumhuriyeti’nin baş harfleri olan T.C.’yi dahi resmi tabelalardan sildirmektedir.

AKP iktidarı 10 senelik iktidarı döneminde; halkımızın ve ulusumuzun çıkarına aykırı yaptığı birçok uluslararası anlaşmaları ve uygulamaları, halkımızdan gizlemektedir. İktidar, Atatürk milliyetçiliğine dayanan Türkiye Cumhuriyetini yıkma hedefinde bir an için sonuca varmak için yürürlükteki anayasa ve yasaları çiğnemekten hiçbir biçimde çekinmemiş; 10 senedir kontrolünde tuttuğu yasama organı TBMM’den istediği her yasayı, istediği gibi geçirmekten geri kalmamıştır.

Emperyalizm, 93 yıl önceki Mustafa Kemal’e karşı gerçekleştiremediği Sevr planını şimdi “yeni” anayasa adı altında hainler aracılığı ile gerçekleştirmek istiyor. Emperyalizmin yerli işbirlikçisi AKP yönetimi, yine emperyalizmin Türkiye’ye karşı vurucu ve yıpratıcı güç olarak kullandığı terörist PKK ile ortaklaşarak “Yeni” anayasa ile Türkiye’de açıkça bir rejim değişikliği yapmak amacıyla;

  • Örtülü bir diktatörlük anlamına gelecek başkanlık sistemini,
  • Milli egemenliğe dayalı, kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen yok etmeyi,
  • Türk ulusunun birleştirici unsuru olan tarihsel Türk kavramını Yeni Anayasadan silmeyi,
  • Adil yargılama ve Meşru Savunma Hakkını kısıtlayan, yargıç ve savcıların bağımsızlığına tamamen son vermeyi planlamaktadır.

Başbakan Erdoğan; kendisinin “Çözüm Süreci” olarak adlandırdığı PKK ile işbirliğinde, yürürlükteki anayasaya ve yasalara tamamen aykırı olarak, genel af anlamı taşıyan uygulamalardan hiç çekinmemekte, isyan edip dağa çıkan, terör estiren, resmen suç işleyen PKK’lı çetelerin ellerini kollarını sallayarak sınır ötesine geçmelerine, tek başına karar verebilmektedir. Türkiye artık çoktan bir hukuk devleti olmaktan çıkmış; tek adam tarafından keyfi olarak yönetilmektedir!

Özetle yurdumuz Türkiye; içerden ve dışardan, emperyalistlerin dayatma ve sinsi politikalarıyla, bölücüsüyle, teröristiyle, işbirlikçi gericiyle milli birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün bölünmesini hedef alan, sinsi bir baskı, dayatma ve yoğun bir psikolojik savaşla karşı karşıya bulunmaktadır.

***

Yukarıda anlatmaya çalıştığımız, ülkemizin içinde bulunduğu bu kritik siyasi durumdan bir çıkış yolunu bulmak, günümüzdeki parlamento aritmetiği içinde olanaklı görünmemektedir. Hukuki mekanizmalar da artık yapılan bütün bu tahribatları onarma yeteneğini tamamen yitirmişlerdir. Çünkü sadece meclis ve hükümet değil, AKP iktidarının çeşitli hile, entrika, kandırmaca, aldatmaca, baskı ve şantaj vs. gibi yöntemleri sonucu yargı ve yüksek yargı da artık ortam ve psikolojik olarak AKP iktidarının rotasına girmiştir. Büyük oranda yargı kararları artık, iktidarın çıkarları doğrultusunda alınmaktadır. Bilim Kurumları, YÖK,  TÜBİTAK, Adli Tıp, basın yayın kurumları, TRT, Haber Ajansları, tek sözcükle AKP iktidarının tam tekmil kontrolü altındadır.

Özellikle halkımızın haber ve bilgi kaynakları olan yazılı ve sözlü basın, TV kanalları AKP iktidarına hemen hemen tamamen teslim olmuş; sadece iktidarın propagandasını yapan, yukarıda anlatmaya çalıştığımız, milli birliğimizin ve toprak bütünlüğümüzün bölünmesini hedef alan, sinsi planlarını halka kabul ettirmenin,  dayatmanın yoğun psikolojik savaşını yürüten araçlar durumuna gelmişlerdir.

Bu koşullar altında tamamen işbirlikçi AKP’nin kontrol altındaki mecliste siyasi faaliyet gösteren muhalefet partileri, ne yazık ki pek etkili olamamaktadırlar. Özellikle; muhalefetin geliştirdiği politikalardan bağımsız olarak, halka sesini duyurma konusunda, yani siyasi propaganda da medyanın Holdingci patronlarının da egemen AKP siyasetiyle tam bir işbirliği içinde olması, muhalefetin güçlenmesini olağanüstü zorlaştırmıştır. Kaldı ki Ergenekon, Balyoz ve benzeri hukuksuz, keyfi siyasi davalarla, telefon dinlemeleriyle,  polis baskısıyla yarattığı korku ortamında; AKP’ye karşı muhalefet yapmak, artık büyük bir cesaret gerektirmektedir. Örgütsüz bireyin, vatandaşın da tek olarak buna yüreği, maalesef yetmemektedir.

Hâlbuki yaşadığımız bu koşullar altında; bu gidişe dur diyecek, bütün bunların hesabını soracak, yıkılan Atatürkçü rejimi yeniden inşa edecek örgütlü, cesur, güçlü bir muhalefete her şeyden çok büyük ihtiyaç var!

Bu bağlamda yaşanan reel siyasi koşullarda en akıllı ve en doğru hesap; medyadan pek fayda beklenemeyeceğinden, Türk milletinin bizzat ayağına gitmek, onunla bire bir, yüz yüze konuşarak bütün olup bitenleri anlatmaktır. Bunun için ise fikirsel olarak iyi donanımlı, cesur, çalışkan ve vatansever bir örgütlenme şarttır.

İşte bütün bu nedenlerden dolayı, emperyalizmin ve yerli işbirlikçilerinin gizli-açık planlarına; ulusal cephede kararlı ve inatçı bir karşı çıkma, bir ulusal direniş görevi acil hale gelmiştir. Bu acil siyasi mücadeleyi örgütleyecek ve yönetecek meclis dışı bir siyasi merkez de artık zorunlu hale gelmiştir. Milli Merkez; örgütlü olarak halkın ayağına giderek, ona bire bir gerçekleri anlatarak, onu örgütleyerek, onu bu uğursuz gidişe karşı seferber ederek ve nihayet halkın bu kutsal örgütlü direnişini yöneterek ancak bu görevin üstesinden gelebilir. Milli Merkez, bu amaç ve yöntemlerle donatılarak, yetkilendirilerek 23. Nisan 2013 tarihinde Ankara’daki toplantıda seçilmiştir.

O halde Milli Merkez’in temel görevi, meclis dışı muhalefeti örgütlemek ve birleştirmektir. Milli Merkez’e katılan ve mecliste de halen görev yapan milletvekilleri, parlamenter muhalefetle ile parlamento dışı muhalefet hareketinin koordinasyonunda muhakkak ki önemli rol oynayacaklardır. Milli Merkez’in ana sloganı “Atatürk’te Birleşmek” tir! Ana hedefi ise Türkiye’de işbirlikçi AKP iktidarının yıkılması, milli bir meclisin ve milli bir hükümetin oluşmasıdır. Bu amaca ulaşmaktaki mücadele yöntemleri ve araçları ise, halkı seferber eden her türlü demokratik yöntem ve araçlardır. Milli Merkez’in hedefine ulaşmaktaki başarı şansı, muhalefeti birleştirmekteki olgun, yapıcı ve duyarlı tutumuna ve halkı seferber edebilme gücüne bağlıdır.

Önümüzdeki haftada 1 Mayıs emek bayramı var. Örneğin Milli Merkez’in önemli bir görevi, 1 Mayıs’ta emekçilerle omuz omuza, yan yana meydanlarda olmaktır. Emek hareketine omuz ve destek vererek,  ikinci ulusal kurtuluş hareketiyle emek hareketinin birleşip kaynaşmasına katkı yapmaktır. Cumhuriyet’in Atatürkçü değerleriyle emeğin değerlerini birleştirmek, Türkiye’nin geleceğinin yegane kurtuluş perspektifidir.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.