Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Bilgin Türk

   YAZIMIN BAŞLIĞI size çok tanıdık gelebilir. Tarihle ilgisi olsun veya olmasın, herkes bu isme tanıdıktır. Adolf Hitler’in de üyesi olduğu, 1933’ten sonra Almanya’yı yönetecek ve dünyada görülmemiş bir vahşete imza atacak olan partinin adıdır. Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi, kısaca Almancada “Nasyonal Sosyalizm” (National sozialistische Deutsche Arbeiterpartei) kısaltması olan Nazi Partisi. Üyeleri de Naziler. Bu partinin ideolojisi, saf arî Alman ırkını üstün kılmak ve Yahudileri Almanya sınırlarından sürüp yok etmek. Bunu hemen hemen hepimiz biliyoruz. İşte ben de ülkemizde böyle bir parti kuracağım. Neden diye sormayın ve hayıflanmayın; çünkü, özellikle bugünlerde Davos’taki Battal Gazi edasıyla esip gürleyen Başbakan’dan sonra dinci basın da Nazilerden bile daha fazla Yahudi düşmanlığı yapıyor. Kesinkes, böyle bir parti kurarsam başa gelirim diye düşündüm.

 

   Bugün bile 30 Ocak 1933’de başlayan ve II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadardaki süre içersinde karanlık Nazi Almanya’sı üzerine birçok araştırma, film ve belgesel yapılmasına rağmen hâlâ karanlıkta kalan birçok insanlık suçunun olduğunu görüyoruz. Bugün bile, hâlâ Nazilerin işlediği insanlık suçu üzerine yeni belge ve bilgiler gün ışığına çıkıyor ve bunlar, bütün dünyayı sarsıyor. Nazi Almanyası üzerine birçok kitap, film, belgesel ve araştırma yapan birisiyim. Nazi Almanyası üzerine çok olmasa da fazlaca bilgim var.

 

   Nazi Almanyası için tek iyi bir şey söyleyebilirim. O da bilime ve bilim araştırmalarına verdikleri inanılmaz önemdir. Bugün o faşist hatta ve hatta canavar diyebileceğim Naziler kadar bile ülkemizin yöneticileri bilme ve bilim araştırmalarına, özellikle de bilim adamlarına önem vermiyor. Tabii bilim adamıyım diye çıkıp da ‘Vay efendim… Türkler 1 milyon Ermeni’yi kesmiş’, ‘Vay efendim… Kıbrıs’ta işgalci güçmüş’ gibi safsataları ve tarihten uzak açıklamaları yapanları demiyorum. Burada, yakın zamanda çok ciddi belgelerle Ermeni dosyası açarak kim kime soykırım yapmış, kim kimi kesmiş; göreceğiz. En azından Ermenilere soykırım yaptığımızı söyleyen, o sözüm ona aydınlara ve bilim adamlarına şunu sormak istiyorum: Osmanlı Ermeni soykırımı yapmışsa, bugünkü Suriye’nin kuzeydoğusunda ve Lübnan’da Ermeni köyleri nasıl oluştu? Biz konumuzdan sapmayalım. Dediğim gibi, Nazi yönetimi inanılmaz bilimsel araştırmalarda bulunmuş, hatta en şöhretli araştırmalarından biri de Tanımlanamayan Uçan Nesneler üzerine yaptıkları araştırmalar; yani bilindik adıyla UFO’lar üzerine. Nazi Almanyası II. Dünya Savaşı’nın da bitmesinden sonra; Amerikan, İngiliz ve Bolşeviklerin Nazi belgelerine el koymasıyla ortaya çıkan ve bugün bile çoğu kez gündeme gelen daire şeklinde birçok uçak çizimleri Nazilerin ‘uçan daireler mi yapmışlar?’ sorusunu akıllara getirmiyor değil. Tabii II. Dünya Savaşı’nda kullanılan denizaltılar, lav silahları, tanklar, bugün bile hâlâ dilimizden düşmeyen Alman panzerleri, daha sayamadığımız bir sürü icatlar Nazi yönetiminin bilime verdiği önemden dolayı gerçekleştirildi ve çağının çok ötesindeydi.

 

   Nazi Almanyası için tek iyi şey bilime verdiği önem dedik. Başka bir şey de zaten kolay kolay bulamazsınız. Hatta hiç bulamazsınız. Tabii bugün dünyayı ve özellikle ülkemizi karıştırmada birebir olan Alman gizli servislerinin temelleri Nazi Almanyasında atılması gibi dünya’nın bile o güne kadar yabancısı olduğu Nazilerin istihbarattaki ustalıkları gibi şeyler de bulabilirsiniz. Onları daha çok, Kuzey Irak’a PKK için operasyon yaparken Amerikalılardan istihbarat alan bizim hükümetlerimiz incelesin…

 

   Biz gelelim bu yazımızın konusuna. Biliyorum, biraz kafa şişirdim; lafı uzattım, ama üzerine milyonlarca kitap, film, belgesel çekilmiş Nazi Almanyası için üç cümleyle geçilmez. Hele ki yaptıkları vahşet üzerine değil bir yazı, bir başlı başına dergi bile çıkar. Neyse çok uzatmayalım; yazının en başında da dediğim gibi, ben bir Nasyonal Sosyalist Türk İşçi Partisi kuracağım. İdeolojisini de Adolf Hitler’in ideolojisiyle, yalnız bir farkla ümmetçiliği de koyarak aynı ideoloji yapacağım. Dedim ya kesin Başbakan olurum. Hatta % 46’yı bile geçerim; çünkü dinci basını ne zaman izlesem, ne zaman okusam inanılmaz bir Yahudi düşmanlığı var. Daha doğrusu, Filistin üzerinden inanılmaz bir duygu sömürüsü var. İşte İsrail Filistinlileri kesiyor, biçiyor, çocukları öldürüyor vs… Bir sürü haberler, resimler gazetelerinde televizyonlarında. Anladık kardeşim, İsrailli yöneticiler bir hata yapıyor da bunu sen niye bu kadar allayıp, pullayıp İsrail düşmanlığına getiriyorsun? Bunun âdâplı bir şekli vardır. Başbakanın, Cumhurbaşkanın çıkar, siyasi üslup içerisinde dile getirir.

 

   Hayır, anlamadığım kısım şu: Daha düne kadar İsraillilerle kol kola olan bu dinci tayfaya ne oldu? Adamlar değirmenden hızlı çark ediyorlar. Dün el ele, kol kola oldukları kişilerin şimdi bir numaraları düşmanı oldular. Arap dünyasının sözcüsü, Başbakanları da liderleri… Oh, ne güzel! Vallahi, bir Arap olsam El Cezire’yi filen izlemem. El Cezire bile bu kadar Arap milliyetçisi yayın yapamaz. Hele Davos’taki Kasımpaşa evladımızın hareketlerini görünce, Arap liderleri geçti içimden. Bin Laden bile ders almalı, dedim.

 

   Tamam, her şeyden önce, orada bir ülkenin başbakanı oturuyor, her kim olursa olsun; isterse başka bir ülkenin lideri bile olsa saygı göstermeliler. Yapılan muamele yanlış, ama tepki daha da yanlış. Yine de bir Başbakan olduğunu unutmadan siyasi üslupla cevabını verip, oradan sessizce ayrılmalıydı. Çok saygıdeğer Başbakanımızı bıraksan, oradaki herkese argo tabirle kafa göz girişecekti. Ama herkes bir şeyi gözden kaçırdı, o da şuydu; bunu kendileri hak etti. Kendilerini Amerikalıların gözünde o kadar düşürdüler ki işte en basit gazetecisi bile böyle saymaz oluyor. Burada ABD’ye gitmek için İsrail’e gidip izin istemelerini veyahut Kuzey Irak’taki PKK için ABD’den izin istemelerini hatırlayacaksınız. Bush’un askerimizi aşağılar şekildeki sözler sarf etmesi ve bunların sessiz kalması, sonra da hâlâ gündemdeki yerini koruyan Kuzey Irak’ta askerimizin başına çuval geçirme olayı, bunların hepsi Davos’taki karşılaşılan o muamelenin nedenleridir. Hiç kimsenin çıkıp, bunları dile getirmemesi bugüne kadar ayrıca özellikle muhalefet partileri için çok vahim bir durum. Onlar da Kahraman Tayyip, Battal Gazi Tayyip gibi çizilmek istenen imajın altında kaldı. Hiçbiri çıkıp sormadı: ‘Sayın Başbakan sen değil miydin ABD’ye gitmek için İsrail’den izin isteyen’  ve kimse diyemedi: ‘ İşte dün kendini böyle küçük düşürürsen bugün seni kimse saymaz’ diye…

 

   Benim asıl sormak istediğim soru şu: Dün dinler kardeşliği, dinler diyaloğu adıyla dindar Hristiyan, dindar Musevi dediğiniz ve hatta dinimizi Kur’an-ı Kerim’i çiğneyerek ‘La ilahe illallah Muhammedün Resulullah’ demeyelim, Hristiyan ve Musevi kardeşlerimizi üzüyoruz. Sadece ‘La ilahe illallah’ diyelim, diyen kimdi acaba? Bu konuya da zaten ileride detaylıca ele alacağım. Dinler arası diyalog yalanıyla dinimizin nasıl boşaltılmaya çalışıldığını göreceğiz. Ama incelemek isteyen okuyucularımız Aytunç Altındal’ın araştırmalarını veya http://diyalogcu.wordpress.com/category/vatikan/page/2/ internet sayfasındaki yazıları inceleyebilirler.

 

   Önceleri biz ‘Museviler dinimizi yok etmeye çalışıyorlar, ülkemizde bile bölücü faaliyetleri var, hatta ve hatta PKK'lıları İsrail Ordusunun subayları eğitiyor’ dediğimiz zaman, komplo teorici diyorlardı. İsrail bayrağındaki Davud Yıldızı'nın kuzey kısmı Güney Anadolu’muz, bunun için GAP’ın çevresinden Yahudiler arazi alıyor dediğinde Rahşan Ecevit’e “Sevrci” dediklerini hatırlıyorsunuzdur. Şimdi Musevi aşkı ve İsrail sevdası bitmişe benziyor. Hatta belki Adolf Hitler’e bile taş çıkaracak şekilde İsrail kötüleniyor. Devlet Bakanı Tüzmen’in yaptığı ‘İkinci Kriz dalgası geliyor’ açıklamaları bile Tüzmen'i ikinci dalga korkusu fena sardı’ gibi neredeyse alaycı bir başlıkla geçiştirip, gündeme yine Filistin’i ve Filistinli çocukları getiriyorlar. Eğer bugün İsrail’e nota verilmeseydi, yazımın konusu gelecek olan ikinci kriz dalgası ve hâlâ daha teğet geçen ve ülkemizde AKP Hükümeti sayesinde yatılıya kalan kriz üzerine olacaktı. Biliyorsunuz, 14 Şubat günü İsrail’e sevgililer günü hediyesi olarak nota verildi. Biliyorsunuz, çuval olayında Sayın Başbakan’a ‘ABD’ye nota verecek misiniz’ sorusu sorulduğunda Başbakan, ‘ne notası, müzik notası mı?’ demişti. Gerçi bunu Genelkurmaylık verdiği için bu konuyu yazma gereği duydum. Çünkü şüphesiz ki Türkiye’nin bölgedeki ülkelerle olan ilişkileri, bu verilen nota ile değişiklik gösterecektir. Özellikle İsrail’le ilişkiler durma noktasına bile gelebilir. Tabii bölgede İran, Hamas ve Hizbullah gibi İsrail düşmanı olanların hoşuna gidecek ve ilişkilerini bizle iyileştirecektir. Ancak bu olayın İsrail’le savaşa girme noktasına gelmesi dış siyasetteki başarısızlığın işaretidir. Davos’ta yaşanan olaylar sonrasında, içeride tam bir Nazicilik örneği sergilenirken, dışarıda da İsrail’e savaş açma noktasına geldik. Gerçi değil İsrail’e, dünyadaki hiçbir ülkeyle bunlar savaşa giremezler, o kadar cesaretli değiller. Sadece içeride esip gürlerler ve demokrasi, konuşma özgürlüğü naraları atarlar. Bir de Nazilere bile taş çıkaracak İsrail düşmanlığı yaparlar. Dediğim gibi bir Nazi Partisi kurmak lazım, inanılmaz oy alır bunlar sayesinde. Tek başına iktidar olursun. Ben de onun için duramayıp yine birkaç soru soracağım:

 

   1) Ne oldu da veya bir şey mi oldu da Yahudi ve İsrail sevdanız bitti?

   2) Bu İsrail karşıtı çıkış, önümüzdeki yapılacak yerel seçimler için yapılan bir seçim propagandası mı?

   3) Yoksa Osmanlı’da bizi arkamızdan bıçaklayıp İngilizlerle birlikte olan Arap milliyetçilerinin liderliğine mi geçeceksiniz?

   4) 6 yıllık hükümetiniz döneminde, krizi geçiştirmek için sürekli getirttiğiniz Arap paralarının borçlarını bu şekilde mi ödüyorsunuz?

 

   Eğer ikinci seçenek doğruysa, yani sadece yerel seçim için bunca kızılca kıyamet kopuyorsa benden de size bir öneri: ‘Nazi Partisi’ kurun ya da AKP’nin başına Nasyonal Sosyalist adını getirin. Alın size, Nazi AKP! Sloganı da benden: Filistinli çocuklarla dinci basın el ele, oylar Türkische Nazi AKP’ye! Nasıl, güzel mi?

 

 

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 13’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 13’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

NAZİ

Nasyonal Sosyalist İşçi Partisinin Türkiye'deki muadili Ulusalcı Sosyalist İşçi Partisidir. Başkanı da Doğu Perinçek'tir. Sayın Perinçek'in Almanya Geçmişine dikkat etmek lazım. Bir de Veli Küçük'ün GSG9 subaylarıyla olan münasebetleri manidardır.

Yanlış Algı

Nasyonalizm kelimesinin karşılığı "ulusalcıya" denk düşmez.

Ayrıca şunu blmeliyiz ki Adalet ve Kalkınma Partisi ne kadar adalet ve kalkınmadan yanaysa, Nasyonal Sosyalist Parti'de o kadar sosyalistti... Kısacası isimsel aldatmalar ile kendimizi kandırmayalım.

Doğu Perinçek'in Almanya'da hukuk okuması kendisini faşist yapmaz. Mao'cu geçmişi gün gibi ortadadır. Kendisi şu anda Mao'cu da değildir fakat nasyonal-sosyalist de değildir. Kemalist çizgidedir.

Herkesi eleştirelim, ama doğru eleştirelim. Perinçek'in eleştirilecek 1000 yanı olduğunu söyleyebilirim ama sizin yorumunuz basit ve sığ kaçmaktadır.

Türkiye'de Nasyonal Sosyalist ismini alabilecek bir parti varsa sanırım o da BDP'(DTP)dir.

Kemalist mi Enverist mi?

Sayın YELKANAT ben Doğu Perinçek'in daha çok Enverist ittihatçı bir çizgide olduğunu düşünüyorum. Tabi Atatürkçülük ve Kemalizm ayrı kavramlarsa onu bilemem.
Bakın bir de sayın Perinçek'in yürüttüğü Aydınlık Dergisinin kuruluşu sanırım 1920 lere dayanıyor. Şefik Hüsnü bugün halen yayında olan ve işçi partisi'nin resmi yayın organı haline gelen aydınlık dergisini 1920 yılında kurmuştur. Türkiye sosyalist emekçi ve köylü partisinin de kurucusudur.
Haziran 1946 da kurulan bu parti, ayni yilin aralık ayında, yani altı ay sonra, yabancı çıkarlara hizmet etme gerekçesiyle kapatılmıştır.

Bir de Araştırmacı Gazeteci İlhami Yangın’ın “Doktor ve Baron” adlı kitabında çok ilginç iddialar var. Alman, Bulgar, Rus ve Türk belgeleri taranarak yapılan araştırmada, Thule’nin (Hitler’i iktidara geçirmek için kurulan gizli örgüt) kurucusu Esrarengiz Baron Rudolf von Sebottendorff’la Türkiye Komünist Partisi’nin efsanevi Lideri Aydınlık Dergisi’nin kurucusu Doktor Şefik Hüsnü’nün aynı kişi oluğu belgelendiriliyor.
İlhami Yangın pek ayık gezmezdi tanıdığım kadarıyla ama bu iddiaları hepten mi boş?

Fakat eğer Doğu Perinçek gerçekten Ergenekon Cemiyetine üyeyse( buna mahkeme karar verecek) şöyle bir tahminde bulunmak yanlış mı olur?

Ben Ergenekon’u tarihsel kökleri olan, ideolojik temelli, nasyonel sosyalist eğilimler taşıyan ama iktidarını kaybetmemek için hemen herkesle de ittifaklar kurabilecek bir örgüt olarak görüyorum. Kanımca Kemalist çizgiye değil daha çok Enverist çizgiye, İttihatçılara yakındır. İttihatçıların da Alman nüfuzu altında olduklarını, Enver’in Kafkaslar’da İngiliz aleyhtarı bir siyaset izleyerek Alman-Rus jeopolitiğine uygun bir konum aldığını biliyoruz. Demek ki Enver’le Mustafa Kemal arasındaki mücadele sadece liderlik mücadelesi değil aynı zamanda jeopolitik bir mücadeledir.

Biraz ordan burdan karışık bir yorum oldu ama siz satırlar arasındaki bağlantıyı çözebilirsiniz anladığım kadarıyla.
Saygılar.

Sayın Fatih Köroğlu; Elbette

Sayın Fatih Köroğlu;

Elbette her iddia sonuna kadar incelenmelidir. Fakat "tarihsel kökenine" baktığımızda ve bu hareketten daha sonra ayrılan ve geçmişte içinde bulundukları gruba savaş açan Cengiz Çandar,Hadi Uluengin,Oral Çalışlar bile böyle bir söylemi hiç dile getirmediler. Eğer böyle bir ihtimal olsaydı, sanırsam bu 3'lü yeri göğü inletirdi.

Perinçek çizgisi şu anda da Enver'i sevmez. Kemalistler de aynı ölçüde Enver Paşa'yı sevmezler. (Kendini Orducu Sosyalist ilan eden Yalçın Küçük hariç)

Milli İktisat anlayışına Türkiye'de uygulama alanı arayan Talat Paşa ise hem Perinçek'in çevresi tarafından hem de Kemalistler tarafından sevilmekte,özümsenmekte ve ilgi görmektedir. Elbette bunun Ermeni Soykırımı iddialarıyla da ilintisi vardır bu bağlantıya şimdilik konumuz dışı olduğu için girmiyorum.

Kemalistler de,Perinçek çevresi de İttihatçıların tümünü sevmez ve onları benimsemez. Bugün "Ergenekon davasından" yargılananların kökenlerini İttihatçılara dayamak da ne ölçüde doğru bir bakış açısıdır bilemiyorum. İkisi de "darbe yaparak" iktidarı ele geçirdi, o yüzden ikisi de birbirinin devamıdır söylemi bizi şuna götürür:

Prens Sabahattin liberaldi ve darbe yapmaya çalıştı, bugünkü tüm liberaller darbecidir,cuntacıdır. Haydi bunların arasındaki ilişkiyi tespit edelim. Bu mantalite Ergenekon-İttihat mantalitesinin tam tersidir ve ikiside yanlıştır.

İlber Ortaylı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfusu kitabı bu konuda aydınlatıcıdır.

Ergenekon örgütü ile Perinçek arasında ilişki olduğu iddiası ise bana çok uzak görünüyor. Nedeni ise şudur: Perinçek'in ideolojisi ile bağdaşmama rağmen bugüne kadar yazdığı tüm kitapları okudum. MİT Raporu'dan Çiller Özel Örgütü'ne, Çekiç Güç'ten Susurluk Tespitine kadar olayları afişe eden Doğu Perinçek'tir. Ergenekon'u yargılayacak bir savcı bul deseler ben şahsen Doğu Perinçek'i savcı olmasını isterdim. Halbuki Perinçek bugün sanık konumundadır.

Ergenekon dediğimiz olguyu da kısaca şöyle açıklayayım:

Ordu'da, Medyada ve Sermaye çevrelerindeki "Avrasyacı, ulusalcı (ülkücü değil), Kemalist ve Alevi kesimlerin tasfiye operasyonu. Zira ABD'nin think-thank kuruluşu ve CIA'nın bir kolu olan Rand Corporation bunu ayen beyan ilan ediyor.

Şefik Hüsnü ile ilgili tüm iddiları gerçek dışı buldum. Elbette herkesin bir iddiayı değerlendiriş tarzı farklıdır. Bu benim şahsi görüşüm.

Şefik Hüsnü ile ilgili şöyle bir alıntı yapayım:

Mayıs 1929'da cezasını tamamladıktan sonra resmi pasaportla tekrar yurtdışına çıktı ve Almanya'ya gitti. Berlin'de Komintern'in Batı Avrupa bürosunu yönetti. 27 Şubat 1933'te Naziler tarafından düzenlendiği düşünülen Reichstag yangını provokasyonu sonrasında Georgi Dimitrov ve Almanya'da bulunan diğer Komintern üyeleriyle birlikte tutuklandı. Altı ay sonra tahliye oldu ve bir banka kasasında bulunan Komintern arşivini Nazilerden kaçırmayı başardı.

1939 yılında Türkiye'ye dönmesine izin verildi ve I. Dünya Savaşı'ndaki rütbesiyle tabip yüzbaşı olarak 1941-1943 yılları arasında yedek askerlik yaptı. 1945 yılında Cemiyetler Kanunu'ndaki değişiklik sayesinde yasal Türkiye Emekçi Köylü Sosyalist Partisi'ni (TEKSP) kurabildi (1946). Kısa sürede 13 ilde örgütlenen ve yalnız İstanbul'da 10.000 işçiyi saflarında toplamayı başaran parti hükümet çevrelerinde rahatsızlığa yol açtı. Kuruluşundan atlı ay sonra, parti, sendika ve sol yayınların yasaklanması sürecinde TEKSP de kapatıldı. Şefik Hüsnü'nün de içinde bulunduğu 43 parti yöneticisi tutuklandı.

1950 affıyla serbest kaldı ancak 1951'de gizli TKP yöneticisi olarak yeniden tutuklandı. 5 yıl 10 ay hüküm giydi. 65 yaşını bitirmiş. olduğundan, cezası 4 yıl 2 ay ağır hapis, 1 yıl 4 ay 20 gün müddetle Manisa'da sürgün cezasına çevrildi. 1957'de tahliye edildi. 8 Nisan 1959'da Manisa'da sürgünde öldü.

Saygılar

Değerli yorumunuz için

Değerli yorumunuz için teşekkürler. Çok noktada bilgilendim. Yalnız başka sorular aklıma gelmedi değil.
"Kemalist ve Alevi kesimlerin tasfiye operasyonu" derken hem kemalist hem alevi yi mi kastediyorsunuz? Mesela tasfiye edilmeyenler Kemalist( ben bunu Atatürkçü anlıyorum yanlışsam düzeltin) olmuyor mu? Ya da şöyle söyleyeyim, ordudaki muvazzaf 400 küsür generalden Atatürkçü olmayanlar mı var?
Avrasyacılar derken aklıma Alexander Dugin geliyor. Bizdeki avrasyacılarla O'nu aynı kefeye koymak doğru olur mu?

Şahsi Düşüncem

Sayın Fatih Köroğlu;

Öncelikle ben Kemalist ve Atatürkçü terimlerini ayırıyorum. Atatürk üzerinden geçinip rant elde etmeye çalışanlara Atatürkçü diyorum (Kenan Evren,Sinan Aygün v.b).

Atatürk'ün 6 ilkesinin tümünü ideoloji olarak benimseyenlere ise Kemalist diyorum. Zira tarihsel köken olarak Atatürkçü terimi de 12 Eylül'den sonra ortaya çıkmıştır. Kemalizm ise 1920'lerden beri kullanılmaktadır. (O zamanki adıyla Kamalizm) Türk Silahlı Kuvvetlerinde de Kemalist de vardır Atatürkçü de vardır...

Kemalist ve Alevileri tasfiye sürecini kastederken; hem Alevilerin tümünü hem de Kemalistlerin tümünü kastettim.

Avrasyacılar içinde Dugin'e yakın olanlarda var. Örneğin Perinçek, Dugin ile onlarca kez bir araya geldi. Fakat Dugin haricinde de bu işi yürütenler var, onları da atlamamak lazım.

Latin Amerika'nın da blok haline gelmeye başladığı günümüzde ABD ve AB; Türkiye'nin Avrasya Bloğu'na katılmasına izin vermez.

Avrasya Bloğu'na katılmamız bize ne kadar bu ayrı bir tartışma konusudur elbette.

Saygılarımla

Saygılar bizden

Saygılar bizden

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.