Önümüzdeki 2014 Mart Yerel Seçimlerin Siyasi Önemi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Ülkemiz bir siyasi krizle çalkalanıyor. Bundan bir ay önce hükümetin üç bakanının oğlu ve bir bakanın şahsı ile ilgili “Yolsuzluk ve Rüşvet” suçlamasıyla bir soruşturma operasyonu yapıldı. Bu olaya Başbakan Erdoğan; devlet içinde bir “Paralel Devlet” olduğunu ifade ederek kendisine yargıda yuvalanmış olan bu paralel devlet tarafından bir darbe yapıldığını iddia ederek yanıt verdi.

Başbakan Erdoğan’ın “Paralel Devlet” olarak nitelediği, devlet içinde yuvalanmış olan bu örgütlü gücün toplumda F. Gülen cemaati olduğunu bilmeyen yoktur. Aslında Başbakan Erdoğan ve hükümeti; 11 yıllık kendi iktidarında şimdi kendisinin “Paralel Devlet” olarak adlandırdığı polis ve yargıdaki bu cemaat kadrolaşmasını yine bizzat kendilerinin işbirliği ve yardımıyla gerçekleştiğinin çok iyi bilincindedir. Bu nedenle Başbakan Erdoğan, bu krizde neyin nasıl olduğunu da çok iyi bilmektedir.

Başbakan 17 Aralık soruşturmasına derhal poliste tasfiye operasyonlarıyla yanıt verdi. Bir ayda polis teşkilatında 2500 polis amir ve memurun yerleri değiştirildi veya bulundukları görevlerinden alındı. Başbakan Erdoğan kabinesinde aralarında adı yolsuzluk ve rüşvete karışan bakanların da olduğu 10 bakanını değiştirdi. Bu operasyonlarda kilit rol oynayan Adalet Bakanlığına da Başbakan’ın sağ kolu olarak değerlendirilen Bekir Bozdağ atandı.

Başbakan, poliste çok kolay bir tasfiye operasyonu yaparken, aynı kolaylığı yargı da bulamıyor! Çünkü yargının denetim ve yönetimiyle görevli olan HSYK, hem anayasal bir kurum hem de bu kurumun mevcut yapılanmasını; bizzat AKP hükümeti, 12 Eylül 2010 referandumunda kendi elleriyle adı geçen “Paralel Devlet” e teslim etmişti.

Başbakan Erdoğan, devlet içinde bir “Paralel Devlet” var olduğu iddiasıyla da yetinmedi. Kendisi ve Başdanışmanı bu paralel devletin geçmişte Türk ordusuna ve Türk milletine karşı da çeşitli kumpaslar kurduğunu söylediler.

Başbakan’ın bu bağlamdaki bütün çabası, “Paralel Devlet” ile ve onun Türk ordusuna ve Türk milletine karşı yaptığı kumpaslarla mücadele maskesi altında, aslında Türk yargısını da tamamen kendi denetimi altına alarak, hem artık ayyuka çıkmış olan kendisine karşı yöneltilen “Yolsuzluk ve Rüşvet” iddialarını bastırmak ve üstünü örtmek hem de ülkede o çok istediği bir tek adam ve tek parti diktasını kurmaktır. Hem suçlu hem de güçlü olarak bir taşla iki kuş vurmaya çalışıyor.

Öte yandan geçen sene Mayıs ayında ABD Merkez Bankası Başkanı FED’in tahvil alımlarını azaltma açıklamalarından sonra Türkiye’den çekilmeye başlayan sıcak para akışı, ülkemizde baş gösteren bu siyasi ve yargı krizi ile birlikte hızlanmıştır. Türkiye; devletiyle, şirketleriyle ve hane halkıya çok borçlu bir ülkedir. Cari işlemler açığı nedeniyle dövize çok muhtaç bir ülkedir. Kısaca, sıcak ve yabancı paranın ülkeden kaçmasıyla ülkemizin finans durumu ve ekonomisi de bir kriz tehdidiyle karşı karşıyadır.

***

Ülkemizde önümüzdeki Mart ayının 30’unda yerel seçimler var. Türkiye dört yıl önce 2009 yılında yine bu mahalli seçimlere küresel bir finans ve ekonomik kriz koşullarında gitmişti. Kriz AKP’nin oylarında epey hasar vermişti. Öyle sanıyorum ki Türkiye; bu yerel seçimleri de yukarıda anlatmaya çalıştığımız siyasi bir kriz ortamında ve yaklaşan ve tehdit eden bir mali ve ekonomik krizin arifesinde yapmak zorunda kalacaktır.

Her ne kadar önümüzdeki Mart seçimleri bir yerel seçim olsa da, bu seçim ülkemiz tarihi ve siyaseti açısından bir “genel seçim” önemine sahip olacaktır.  Çünkü bu yerel seçimlerde AKP’nin oyunun azalması veya AKP’nin var olan siyasi gücünü korunması sonucu; mutlaka önümüzdeki Ağustos ayındaki Cumhurbaşkanlığı seçimine ve Haziran 2015 Genel Seçimine büyük etkileri olacaktır. Eğer AKP,  en az % 10 oy kaybeder ve özellikle de büyük kentleri muhalif partilere kaptırırsa, bu durum; hem muhalefetin moralini çok yükseltecek, hem de şimdi zaten büyük kriz içinde olan AKP’de ise bir “çöküş” psikolojisi yaratacaktır.

Bence eğer CHP’nin yönetiminde olan İzmir Büyükşehir Belediye Başkanlığı korunur; bu büyük kente ilaveten özellikle İstanbul, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlıkları da AKP’nin elinden alınırsa gerçekten AKP’nin işi siyaseten biter. Çünkü Türkiye’de mahalli seçimler açısından İstanbul, Ankara ve İzmir gibi çok büyük kentler, büyük önem taşımaktadırlar. Düşünün bir kere, bu üç büyük şehirde yaşayan nüfusumuz 25 milyondur.  Yani Türkiye’nin üçte biri bu üç kentte yaşamaktadır. Bu üç kent yönetimini kaybeden; neredeyse, bütün Türkiye’nin yönetimini kaybetmeye mahkûm demektir.

Ülkemiz siyasi bilinç bakımından artık eski Türkiye değildir. Ülkemizde antiemperyalist, bağımsız, başı dik ve onurlu, barışçı ve ulusal çıkarlarımızı ön plana alan, komşularımızla iyi geçinen bir dış siyasete olan özlem, giderek artmaktadır.

Aynı şekilde ülke içinde de özgürlükçü, eşit haklı, bağımsız bir yargıya ve hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik bir devlet yönetimine duyulan büyük bir ihtiyaç da her geçen gün artmaktadır. Emekçilerin artık özelleştirmelerle sosyal haklarının gasp edilmesine, taşeronlaşmaya tahammülleri kalmamıştır. İşte Yatağan Termik Santral işçileri, asla özelleştirmeye izin vermek niyetinde değildirler; bunu önlemek için Ankara’ya kadar yürüyüşteler. Yükseköğrenim gençliği; YÖK olmadan, siyasi iktidarın etkisinden uzak, özgür ve bağımsız üniversitelerde, yüksekokullarda eğitim almak istemektedirler. Doğu ve Güneydoğu’da PKK terörünün, PKK zulmünün gölgesinde yaşayan topraksız ve yoksul köylüler, artık baskıdan, sahipsizlikten, yoksulluktan yorgun ve bitkindirler. Onlar; toprak, güvenlik, eşitlik ve özgürlük için umutlarını hiç yitirmediler.

Başta gençlerimiz, işçilerimiz, köylülerimiz olmak üzere bütün halkımız artık ülkemizde başı dik, onurlu, barışçı, sosyal adaletli, yargı güvenceli, özgür ve eşit haklı, doğa ve tarihi kültürümüze saygılı bir siyasi yönetim için ayaktadır. Şanlı Haziran direnişine 6-7 milyon vatandaşımız, ellerinde Türk bayrağı ve büyük devrimcisi, devletimizin kurucusu M. K. Atatürk’ün posterleriyle bu taleplerine her vesile ile dile getirmektedirler.

Haziran direnişinin en önemli taleplerinden birisinin “Hükümet İstifa!” olduğu asla unutulmamalıdır! Fakat dişine kadar suça ve pisliğe batmış olan Başbakan Erdoğan ve hükümeti öyle kolayca kendiliğinden gitmeyecektir. Hükümet; 17 Aralık’ta kendisine karşı cumhuriyet tarihinin en büyük yolsuzluk ve rüşvet operasyonu yapılmış olmasına rağmen yine de istifa etmedi; edemedi. Çünkü Hükümet, çok suç işlediği için, vatana ihanet ettiği için iktidarı öyle kolay kolay bırakamaz. Bu hükümet; ancak ve ancak, çok güçlü, birleşik ve kararlı bir halk hareketiyle adeta altı siyasi olarak oyularak çökertilecektir; bunun başka yolu yoktur!  İşte önümüzdeki Mart yerel seçimleri, AKP iktidarının altını oyacak en büyük kazma ve harfiyat hareketlerinden biri olacaktır!

Mart yerel seçimlerde AKP karşıtı muhalefetin başarısı, her şeyden önce, Atatürkçü muhalefetin birlikte hareket etmesine bağlıdır. Fakat izlediğim ölçüde gerek CHP yönetimi ve gerekse MHP yönetimi birlikte hareket etme konusuna pek hevesli değiller.

Buna karşılık Mart Yerel seçimleri için olağanüstü önem taşıyan İstanbul ve Ankara Büyükşehir başkanlık adayları konusunda CHP yönetimi, çok isabetli ve şansı yüksek adaylar belirlemiştir.

Öyle sanıyorum ki Atatürkçü yurtsever güçlerin büyük ve özverili bir kampanyası ile bu iki büyük kentimizde CHP’nin adaylarının kazanma şansı yüksektir. Umarım, şanlı ve yurtsever İzmir’de de yine Atatürkçü Kocaoğlu kazanır!

Yerel seçimlerde gayri milli politika yürüten AKP karşıtı yurtsever Atatürkçülerin seçim stratejisi, mutlaka adaylarda birleşmek olmalıdır. Yani hangi partiden, hangi felsefi veya siyasi görüşten olursak olalım, eğer artık AKP yi tahtından indirmek istiyorsak, AKP’ye muhalif fakat Atatürkçü adaylardan şansı en yüksek olanı bir adayı seçmeliyiz!

Yaşasın “Tam Bağımsız” ve “gerçekten demokratik” Türkiye!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.