Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Genelkurmay Başkanı ve Hukuksal Çizgi...
- Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Türk Silahlı Kuvvetleri’yle Psikolojik Harbi
- Yankee Go Home!
- Genelkurmaylık ve Onur
- Sıra Kubilay'ı Yargılayanlara Geldi
- Emir Eri ve Kapı Kulu
- Bu Ülke Olup/Bitenleri Hak Etmiyor!..
- Çuval Öncesini Biliyor musunuz?
- Kim Bölünsün: AKP mi yoksa TSK ve/veya Türkiye mi?
- Suriye, Demokrasi, Terör ve Hukuk Devleti
- Demokratik! Mastürbasyon
- 26 Ağustos mu Daha Önemliİ?.. Yoksa 30 Ağustos mu?
- Nevruz, Yenigün, Hıdırellez
- Yazılı Duyarlılığın Paylaşıldığı Kamuoyunun, İsrail'den Gelen Yazıyı, Yazılı Haliyle Görmek Hakkıdır.
- Adalete Güven Duygusunu Korumak ve Onarmak Zorundayız
Özgürlük ve Barış Ödülleri Eksenindeki Türkiye



Ahmet Altan bey/biradere Leibzig Bankası’nın kurduğu “malum” bir Vakıf tarafından “özgürlük” ödülü veriliyor…
Hazret, “ödülü,” şişinerek verdiği “entel” bir demeçle sabıka dosyasının içine özenle yerleştiriyor… Aynı gün, Nobel Barış ödülü de, Obama’ya veriliyor. Ne isabet, ne tesadüf ve ne tuhaf!..
Birinci ödülün adı, özgürlük…
İkincisinin adı, barış… Hay Allah!
Türk Silahlı Kuvvetleri’nin daha 2008’lerde yaptığı bir tespit çağrışıyor belleğimizin bir ucunda:
Evet… Tarih 16 Temmuz 2008… Genelkurmay’ın yaptığı tespit şöyle:
- Her fırsatta Türk Silahlı Kuvvetleri’ni ve onun mensuplarını olayların içine çekme gayretinde bulunan ve görünüşte özgürlük ve demokrasi savunucusu olduklarını vurgulayan bazı çevreler, Türkiye’nin istikrarını bozan odaklar haline gelmiş bulunmaktadırlar…
Aradan geçen iki hafta sonra Genelkurmay Başkanlığı yeni bir açıklama daha yapma gereğini duyuyor:
- Türk Silahlı Kuvvetleri’ne hukuk dışı saldırılara karşı, yalnız TSK’nın değil, onun gerçek sahibi Yüce Türk Milleti’nin de yasal ve demokratik tepti göstermesi doğal bir beklentidir…
Açın bakın Altan biraderin başyazılarını yazdığı Taraf Gazetesi’nin sayfalarını…
Bu özgürlük ödüllü demokrasi havarisi kişinin başını çektiği yayınların temel sorunu Türk Silahlı Kuvvetleri’dir!..
Yazıların ve haberlerin omurgası, ordunun yıpratılması ve halk indindeki güvenirliliğinin sarsılması ekseni etrafında oluşmakta ve her geçen gün hızını artırarak gelişmektedir…
Peki, niçin “bazı kesimler” Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef almışlar ve boy hedefi haline getirmişlerdir?
Bu soru, önemli bir noktanın altını eşelemektedir.
Çünkü bu sorunun yanıtı içinde Türkiye’nin uygulaması gereken siyasetin temel unsurları yer almaktadır.
Türk ordusu, Cumhuriyet rejiminin, demokratik hukuk devletinin ve Atatürk devrimlerinin savunucusudur, bekçisidir, teminatıdır…
Türk ordusu, aynı zamanda Türkiye’nin milli devletinin, bağımsızlığının ve bölünmez bütünlüğünün garantisidir…
Türk Silahlı Kuvvetlerinin bu işlevi kaynağını yasal mevzuattan almaktadır.
İşte bu nedenlerden dolayı Türk Silahlı Kuvvetleri, Türkiye’yi bölmek için yola çıkanların, Cumhuriyet rejimini yıkmak için çaba gösterenlerin ve ülkenin bölünmez bütünlüğünde gözü olanların baş düşmanıdır…
Ve bu aynı kurum, bu nitelikleri itibariyle de tüm Türkiye halkının en güvendiği, en çok saygı duyduğu kurumların en başında gelmektedir.
Saydığımız nitelikleri kimin ya da kimlerin yıpratmaya çalışabileceğini kestirmek ya da bulup, çıkartmak, oldukça kolay bir uğraştır…
Türkiye üzerinde hesapları olan dış güçler ile onlarla çıkar ortaklığı içinde bulunan iç güçlerin temel hedefinin, Türk Silahlı Kuvvetleri’ni yıpratmak ve eğer ellerinden gelirse çökertmek olması şaşırtıcı bir sonuç değildir.
İşte Türk Silahlı kuvvetleri tarafından yapılan açıklamalarda altı çizilen önemli olan husus budur… Ve dahası, Türk Genelkurmay Başkanlığı’nın, kendisine karşı girişilen saldırılara karşı, “Türk Milleti’nin yasal ve demokratik yollardan tepki göstermesini beklemesi,…” kendilerinin de belirttiği gibi oldukça doğaldır…
Ancak, görünen odur ki, “içerideki cephenin suskunluğu,” halen sürmektedir.
İçinde yaşadığımız süreçte bu suskunluğa Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üst kademelerinin de katılmış olması altı çizilmesi gereken bir gelişmedir.
Ancak, Türkiye’nin yeniden Atatürk Devrimleri rayına yerleştirilmesi ve tam bağımsız, laik Cumhuriyet’in yaşatılabilmesi, bu suskunluğun, güçlü ve dirençli bir demokratik bilinçlenme sürecine ulaşmasına bağlıdır.
Faruk HAKSAL
faruk.haksal@politikadergisi.com
Ek | Boyut |
---|---|
ahmet-altan1.jpg | 14.83 KB |
- Faruk HAKSAL içeriği
- 9042 okunma
Yorumlar
Bu Ne Çelişki!
Sivil bir yazar, haklı olarak, aydın geçinen bir gazeteci-yazarı eleştiriyor. Buraya kadar tamam ama yine aynı yazar, kendi eleştirilerini güçlendirmek için militarist bir kurumun görüş ve değerlendirmelerine başvuruyor. İşte bu kabul edilemez. Özgür bir kalem, böylesi bir duruma düşmemeli. Kaldı ki artık ipliği pazara çıkarılmış olan Genelkurmay AKP ile anlaşmış durumdadır ve geçmişte beyan edilen, yazarın alıntı yaptığı değerlendirmelerinde hiçbir önemi kalmamıştır.
İç ve dış ateş hattındaki Türkiye
Türk Ordusu
Sayın Çağrıcı,
Bana yönelik yazdığınız "hatırlatma notu"nu okudum. Düşüncenize katılmıyorum. Türk Kurtuluş Savaşı veren Ordu ile bugünkü Ordu hiç bir şekilde aynı ordu değildir. Türk Ordusu'nun NATO'ya girmesiyle birlikte bu özelliği ortadan kalkmış, emperyalizmle işbirliği içerisinde tam bir iç savaş ordusu haline gelmeye başlamıştır. Bu süreç 1970'li yıllarda tamamlanmıştır. Türk Ordusunun sosyal yaşamdan, daha doğrusu halktan kopuşu ise 1960 darbesiyle başlamış, Orduevleri, OYAK vb. kuruluşlarla da toplumsal yaşamın dışına çekilmiştir. Bu Ordu artık halkın ordusu değildir, halka karşı ordudur. Kurtuluş Savaşı geleneğinden gelen damarı 12 Mart Darbesinde kesilmiştir. Sizin hala bu ordunun kurtuluş savaşı vermiş bir ordu olduğunu düşünmeniz çok büyük bir yanılgıdır. Konuyla ilgili siyasal analizleri MAhir ÇAYAN'ın bütün yazılarından okuyabilirsiniz.
Saygılarımla.
Mehmet Ali Yazıcı
Mehmet Ali Yazıcı'ya YANIT
Birbirimizi iyi anlamamız için bazı ilkelerde anlaşmamız gerekir. Çünkü ilkeler, yorumların, değerlendirmelerin ana ölçütleridirler. Değerlendirme demek zaten olgu ve olayları belli ilke ve değerlere göre kıyaslamak demektir.
1) Birinci ilkemiz akıl ve mantıktır. Olayları yorumlarken kullandığımız mantık akla yatkın ve inandırıcı olmalıdır.
Ülkemizde Kurtuluş Savaşı veren ordunun NATO'ya girmesiyle bu özelliğini yitirdiğini söylüyorsunuz. Bu insan aklına ve mantığına pek uygun düşmemektedir. Çünkü NATO II. Dünya Savaşından sonra SSCB ve Doğu Avrupa'da yükselen sosyalist ülkelere karşı ABD emperyalizminin oluşturduğu bir askeri ortaklıktır. Basitce NATO antikomünist bir askeri işbirliğidir. Bir kurum veya kişinin, biriyle ortak çalışıyor diye, niteliği veya karakteri değişmez. Çünkü bu bir çıkar işbirliğidir. Ortak çıkar ise antikomünizmdir. Bunun yurtseverlikle bir ilgisi yoktur. Kaldı ki bir kişi veya kurumun ana özelliklerini, niteliğini ve karekterini belirleyen yaptıkları işbirlikleri değil, DOĞUŞ veya KURULUŞ amaçları olduğu gibi, aynı zamanda da onun YAPISAL özellikleridir.
TSK ülkemizin antiemperyalist BAĞIMSIZ mücadelesinin ateşleri içinde kurulmuş ve yoğrulmuş bir ordudur. İkinci olarak bir kurumun ve burada konumuz olan ordunun "Halk Ordusu" olması onun YAPISI ile de doğrudan ilgili olduğunu söylemiştik. Bir ordu silah kullanan örgütlü ve disiplinli insan gücünden oluşur. Ordudaki insan gücü ise iki bölümdür. Komuta kademesi(Subaylar) ve gerçek savaşan Askerler (Erat).
TSK'nın komuta kadrosu profesyonel subaylardan oluşur. Harp okullarında eğitim görürler. Ancak bilmiyorum; herhangi bir harp okulunun eğitimine tanıklık ettiniz mi? A'dan Z'ye kadar orada Kurtuluş Savaşının ilkeleri ve lideri olan M.K.Atatürkün fikirleri vardır. TSK'da her kışla, her binada Atatürk vardır. Yani profeyonel, maaşlı subayları bile hala Kurtuluş savaşının ruhuyla eğitilirler.
Bir ordunun omurgası ise eratı'dır. Yani gerçek savaşçıları olan askerler. TSK askerleri ise profesyonel, paralı askerlerden değil işçi, köylü, esnaf halk çocukları olan gençlerden oluşur. Halkımız çocuklarını,"kuzularını" davul-zurna ile kına yakarak askere gönderir.
Bu bağlamda emperyalist işbirlikçisi AKP hükümetinin TSK'nın bu "halkçı" yapısını bozmaya çalıştığı dikkatlerden kaçmamaktadır. Buna örnek olarak paralı asker yolunu açmaya çalışan "Sözleşmeli Asker" ve sosyal adelete tamamen aykırı olan "Bedelli Askerlik" konusunu anımsatmak yetecektir.
Özetle, Ordu öyle Orduevleri ve OYAK gibi kuruluşlarla halktan koparılamaz. Evet doğru, ülkemizdeki egemen büyük sermaye ve onun siyasal sözcüleri ordunun subaylarını bu tip RÜŞVET'lerle halkından koparmaya çalışmıştır. Ama nafile! Çünkü ordunun ruhu (ideolojisi) Kemalizm ise, bedeni hala halk çocuğudur. Zaman zaman hata da yapsa, emperyalistlerin oyununa da gelse halkın ordusudur.
2) İkinci ilkemiz ise somutluktur. Siz yorumunzda TSK'yı "soyut" olarak değerlendirmektesiniz. Halbu ki gerçek herzaman somuttur. Ne demek istiyorum, açıklamaya çalışayım:
Somut olarak TSK Türkiye Cumhuriyeti'nin ordusudur. Türkiye Cumhuriyeti de tarihin emperyalizme ilk şamar vuran bir devletidir. Emperyalizm Türkiye'nin 1952 yılında NATO üyesi olmasıyla birlikte Türkiye'yi ve ordusunu siyasi olarak belli bir süre "RAHAT BIRAKMIŞ tır. Çünkü TSK'yı 1991 yılına kadar SSCB ve Varşova Paktı'na karşı kullanmak politikasının bir parçasıydı. Ancak SSCB ve Varşova Paktının çözülmesiyle durum artık değişmiştir. Emperyalizm artık istikrarlı bir Türkiye istemediği gibi güçlü bir TSK'ya da tahammülü yoktur.
TSK'yı yıpratmanın birinci yöntemi PKK terör harketini desteklemektir. PKK'ya Irak'ta üs ve tesis veren odur. Silah ve cephane veren odur. her türlü lojistik destek veren odur. 27 yıllık PKK terörüne TSK 10 binden fazla şehit vermiş, 20 binden fazla askeri sakat kalmıştır.
Şimdi de 2007 den beri TSK, çeşitli düzmece davalarla, uydurma kampanyalarla yıpratılmaya çalışılıyor. Bütün bunlar, herkesin yaşayarak tanık olduğu nesnel gerçeklerdir. Yani geçmişte ve günümüzde değişen somut koşullar bağlamında TSK'yı değerlendirdiğimiz de bambaşka bir tablo karşımıza çıkmaktadır. Yaşam ezbercilikle ne doğru dürüst anlaşılabilir ne de değiştirilebilir.
3) Günümüzde ilericiliğin, yurtseverliğin, devrimciliğin ilk ve temel ölçütü antiemperyalizmdir.
Çünkü çağımızın en gerici, en asalak, en çürümüş, insanlık ve emek düşmanı sosyal gücü emperyalizmdir. Ortadoğu kan içinde yüzmektedir. Neden? Emperyalizmin egoist çıkarları yüzünden! Emperyalizm karşısında diğer sorunlar ikinci ve üçüncü planda kalmaktadırlar. Türkiye emperyalist bir ülke değil, tam tersine ona bağımlı, onun karşısında ezilen bir ülkedir. Elette ülkemizde onunla işbirliği yapanlar da var. Ama emekçileri, halkın ezici çoğunluğu emperyalizme karşıdır. Ülkemzideki ana sorun halkımıza emperyalizmin ancak onunla işbirliği yapan AKP ikitadırının çökmesiyle kurtulanabileceğini anlatmaktır. Emperyalizmin ve işbirlikçilerinin TSK'ya ve diğer yurtseverlere saldırılarını durdurmaktır. Gerçekten yurtseverlerin, ileriicilerin, devrimcilerin birinci görevi budur!
Saygılarımla
Mehmet Çağırıcı
Yeni yorum gönder