Özgürlük Yargılanıyor…

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Türk siyasi kültürünü hiç incelendiniz mi? Üniversiteden meslektaş olma amacı güttüğüm arkadaşlarım bana evet diyeceklerdir. Peki, bugünün Türkiye’sindeki olmadık gelişmeleri neye borçluyuz, siyasi kültüre mi? Bu soruyu onlara sorduğumda, arkadaşlarımın geçmiş günlerde bize bu konuya ilişkin daha başka bir soru soran hocamıza itiraz ettikleri kadar, 

itiraz etmeyip daha şevkle cevaplayacaklarına eminim. Şevkle cevaplamak bir yana, artık korkar olduk soruları cevaplamaktan, yazı yazmaktan, sorgulamaktan… Düşünmekten!

Siyasi kültür konusuna geri döneceğim, fakat önce geçenlerde okuduğum bir “hukuki” belgeden bahsetmek istiyorum. Bu belge, sizlerin de bildiği gibi 9 ay süren tutukluluktan sonra hâkim karşısına çıkan gazeteciler için milletin olmasa da devletin savcılarının hazırladığı iddianameydi. Bu belgeyi hukuk okuyan tüm arkadaşlarıma tavsiye ettim. Hala da ediyorum. Böylece bir iddianame hazırlanırken kaynağını anayasa, yasa ve evrensel insan haklarından alan temel özgürlüklerin suç, hatta terörizm olarak kayda geçirilebileceğini hâlihazırda görebilirler. Acaba, hukuk okuyan bu arkadaşlarım kendilerine “biz neden burada okuyoruz” sorusunu sorduklarında verdikleri cevaplarla, Türkiye’de hukuk adına yapılanları yana yana koyduklarında ne görmekteler? Sevgili Arkadaşlarım, ben koskoca bir utançtan başka hiçbir şey göremiyorum. Yıllarca yabancılar “medeni dünya”ya Türkiye’yi facialarla, skandallarla, emsali görülmemiş insan hakları ihlalleriyle tanıttı. Yıllarca karşı çıktınız… Bugün ise gazetelerini doldurmakta zorlanan yabancı basın, Türkiye’yi Goethe’nin deyimiyle “cehaletin resmi örgütlerle eyleme geçtiği yer” olarak takdim ediyor. Karşı çıkabilir misiniz! Ne diyeceksiniz! Bu iddiaları yazan savcıları mı örnek göstereceksiniz karşı çıkarken? Ya da milletvekillerini anayasaları çiğneyerek tutuklu tutan hâkimleri mi, yoksa meclisin yasa yapma yetkisini gasp eden ve ülkeyi “kanun hükmünde” kararnamelerle yöneten hükümeti mi? Belki de milletvekillerinin elinde kalan tek dokunulmazlık hakları olan kürsü dokunulmazlığının barbarca ellerinden alındığı parlamentoyu örnek göstereceksiniz. Görüyorsunuz ki ne mahkeme salonlarında ne Millet Meclisi’nde ne icra koltuklarının hiçbirinde bu teze karşı çıkacak tek bir yana, onları haklı çıkaracak birçok şeye tanıklık etmekteyiz.

Yabancıların Türkiye’ye nasıl baktığı bizi hiç mi hiç ilgilendirmez diye düşünenler çıkabilir, saygı duyarım. Hatta çoğu zaman ben de bu kanaati paylaşırım, öyle ki kimse onların daha masum olduğunu iddia edemez. O zaman gelin siyasi kültürümüz penceresinden bugüne Türkiye’nin içinden bakalım. Her şeyden önce siyasi kültür, bir toplumun yıllar, belki de yüzyıllar boyunca kalıplaşmış siyasi davranışlarıdır. Bunları gözlemlerken Türk Siyasi Hayatına ve Tarihine derin dalışlar gerçekleştirmek gerekir. Götürebileceğiniz kadar baştan geri alın, Türklerin tarihinde biat etme kültürü vardır. Bunun tersini söylemek zaten doğru değildir. Bazı batılı oryantalistler, Osmanlı’nın batı tipi modernleşmeye nispi anlamda geç girmesini bu biat kültürünün güçlülüğüne bağlarlar. Bakın arkadaşlar, bu yanlıştır demek zordur. Fakat bu tarihsel gerçeği aklınızda tutup, bugünün Türkiye’sine ve dünyasına baktığımızda ne görmekteyiz? Şu soruların cevaplarını verebilir misiniz? Türkler tarih boyu kime, nasıl biat etti? Türkiye’yi analiz etmek ihtiyacı duyan batılı oryantalistlerin “modernize olmuş” dünyasında sömürü, savaş, eşitsizlik veya emperyalizm durdu mu? Sondan başa doğru cevaplayalım: Dünyanın durumuna bakan kişi, bu soruya hayır cevabını yapıştırır, bu nispeten kolaydır. Peki, bizler Anadolu Uygarlıklarının mirasçısı olarak kendimizi nasıl görüyoruz? Şunu unutmayalım ki Türk biat kültürü, meşru olanadır… Türk Siyasi Tarihi’nde zorla biat bulmanız zordur belki ama bugünkü ölçüde gayrimeşruya, hukuksuzluğa ve cehalete biat asla bulamazsınız. Bunlar ilk defa bugün yaşanıyor… Olayları incelerken ilk önce tarihe bakmak elzemdir. Fakat ne olursa olsun tarihte yaşananlar doğrusuyla, yanlışıyla geride kalmıştır, ders niteliğinde olmalıdır.

Türk Siyasi Kültürü’nden bahsederken şundan bahsetmeden geçemeyeceğim: Şüphesiz ki vefanın yeri Türk kültüründe bir başkadır. Bundan ötürü vefasızlık birçok değişik deyim ve atasözüyle yerilmiştir. Hele ki bu vefasızlık ihanete doğru yol alırsa, bunun ahlak yoksunluğuyla değerlendirilmesi herhalde kaçınılmaz son olacaktır. Yanlış anlaşılmasın ben bu tür değerlendirmeler yapmadım ama bu satırları yazmak ne zaman aklıma geldi diye sorarsanız şöyle açıklarım; Dediğimiz gibi bugün Türkiye’de özgür gazeteciliğin (Free Journalism) yargı önüne çıkarıldığını biliyoruz. Acaba gerçekten biliyor muyuz? Ben pozisyonumdan ötürü takip etmek durumundayken, başkaları bu durumda olmayabilir. Ama en azından o başkaları bunu haberlerde duyabilir, diye düşünmüştüm. Bugün yargılanan gazetecilerin bir zamanlar çok uzağında veya çok yakınında bulunan ama en azından onların “hakkını arayabilecek”, onları halka “hatırlatmak” imkânını özgür olduğu için kullanabilecek bir medya yoktu kendini popüler olarak tanımlayan kanallarda… Onun yerine, mahpusta çürümeye terkedilen aydınların yerini almayan “yarı aydınlar”la dolu bu popüler medya şak şak yapıyor… Bunları görmek ve bunlardan etkilenmek, Türk Aydınını umutsuzluğa sevk etmeye çalışan egemen gücün ona karşı oynadığı bir oyun… Fakat bir gün oyun bitecek.

Bugün insanlarımızın hukuksuzluğu sindirebilecek nitelikte olduklarına ben hala inanmıyorum. Derin uykular içinde olduğu iddia edilen halk bir gün gerekeni yapacaktır diye ummaktayım, çünkü bunu ben tek başıma yapamam. O gün geldiğinde belki bugün Çağlayan’daki Adliye Sarayı’nda yaşananlar tarih olacak… Ama bunlar hak edilen şeyler değil, size düşen tarihi düzeltmektir! Elinizde bu imkân hala vardır! Onu görün ve bilinçlenin! Muhtaç olduğunuz kudret sizi insan yapan vicdanınızdadır.

Edgar ŞAR

Edgar.Sar@PolitikaDergisi.com 

Yorumlar

Her siyasi hareket hak ettiğini kazanır!

 

Sayın Edgar Şar, ülkemiz kritik bir dönemeçten geçmektedir. Böyle bir dönemde çağımızın modern iletişim araçlarından olan interneti kullanarak "Politikadergisi" gibi önemli bir yurtsever ve demokrasi medyası oluşturmanız takdire şayan bir harekettir. Bu nedenle sizi yürekten kutluyorum. Bu internet portalı aracılığı ile erişebildiğiniz ölçüde kamuoyu yaratmanız, ülkemizin düşünen insanlarını örgütlemeniz, okuyucularınızı aydınlatmanız büyük ve yüce bir görevdir. Çünkü ülkemizin siyasal koşulları giderek demokrasi ve hukukun aleyhine, faşist uygulamalar lehine süratle değişmiştir ve değişmeye de devam etmektedir. Bir damla da olsa çöldeki susuz yurtsever demokratlara, anti emperyalist ilericilere yaşam veren bir kaynak gibisiniz. Ben sizi elimden geldiğince destekliyorum. 
 
Şimdi gelelim OdaTV ile ilgili düşüncelerinizi değerlendirmeye... Siz, demokrasiye, hak ve hukuka karşı yapılan bu açık saldırılara halkımızın tepkisini çok yetersiz buluyorsunuz; bu da sizi hayal kırıklığına uğratıyor ve öfkelendiriyor. Bu nedenle bu yazınızla bunun topumsal ve tarihsel nedenlerini sorgulamışsınız.
 
Bu meseleye bakış açınız "Siyasal Kültür" kavramı olmuş. "Siyasal Kültür" kavramı çok genel, soyut ve herkesin kendince yorumlayabileceği bir kavramdır. Nitekim siz de bu kavramı ülkemiz insanlarına uygularken "Türklerin tarihinde biat etme kültürü vardır." ifadesiyle bir "ön yargı" dan hareket ediyorsunuz. Bu birinci yanılgınız.
 
İkinci hatanız ise toplumu, halkı veya ulusu sizin homojon bir yapı olarak ele almanızdır. 
 
"Türklerin biat kültürüne sahip olduğu" tezi doğru değildir. Tarihsel bir örnekle bunun böyle olmadığını anlatmaya çalışalım. Siz biat olgususunu "cehalet"e bağlamışsınız. Bundan tam 90 yıl önce ülkemizin insanları bugünden daha mı aydın dı? Hayır! 1920 yıllarında halkımızın sadece % 7 okuma yazma biliyor olması bile bunun tam tersini kanıtlamaktadır. Herşeyden önemlisi de bu kadar cahil olan bu insanların 250-270 Selçuklu'larda, 630 sene Osmanlı'da'  teokratik yani dini-siyasi kültürle yetişmiş olmalarıdır. Öyleki sizin ifadenizle bu insanların "yüzyıllar boyunca kalıplaşmış siyasi davranışları" kemiklerine kadar işlemiş olması gerekmez mi?
 
 
Halbu ki bu cahil ve yüzyıllarca siyasetin din temelinde yapıldığı kültürde yaşamış insanlar, halife olarak bütün dünya müslümanların lideri olan padışaha biat etmemişler, tam tersine apoletleri sökülmüş genç bir paşanın arkasından gitmişlerdir. Neden? Çünkü bu insanlar somut olarak kendi maddi ve manevi çıkarlarının M.Kemalin liderliğindeki kuvayi milliye hareketi tarafından temsil edildiğini bizzat yaşayarak görmüşlerdir.
 
Her halk veya ulus sosyal olarak çıkarları farklı değişik  sınıf ve tabakalardan oluştuğu gibi, siyasi ve ideolojik olarak ta farklı dünya görüşüne, siyasete sahip çeşitli gruplardan oluşur.
 
Konuyu uzatmadan bir örnek verelim: 12  Haziran seçimlerinden hemen sonra yapılan bir araştırmada % 50 AKP oylarının ideolojik dağılımı kabaca şöyle çıkmıştır:
 
Üçte biri kendini muhafafakar-liberal tanımlamış(yani gerçek AKP seçmeni) aşağı yukarı % 17 yapıyor; Üçte biri "Atatürkçü"; kalan üçte biri ise "Milliyetçi" olduğunu açıklamış.
 
 
Bu analizden çıkan sonuç, AKP neredeyse kendi oyu kadar Atatürkçü ve Kemalist olan CHP'den diğer üçte birini ise kendini Türk milleyeçiliğinin kalesi sanan MHP den çalmıştır.
 
Demek ki mesele ve bugün karşılaştığımız sorunlar sadece AKP başarısından kaynaklanmıyor; muhalefetin de başarısızlığı burada söz konusudur. Herkesin bu konuda iyice düşünmesi gerekmektedir. Özetle halkımız çıkarlarının nerede olacağının pekala bilincindedir. Yeter ki ona bu seçenek gerçekten sunulsun! 
 

Yorumunuz için teşekkür

Yorumunuz için teşekkür ederim... Yazıda bahsettiğim bazı özel noktaları aslında tüm tarihe mal etmek değil, tarihte zaman zaman vukuu bulmuş bazı gerçekler olarak almak gerekir. Anlattıklarım aslında bu çerçevede değerlendirilmeli.. Uyarınız ve nazik yorumunuz için tekrar teşekkür ederim. Saygılar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.