Pabucu Yarım

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   “Keşke vakti zamanında, daha ilk geldiklerinde; şöyle bir babayiğit çıkıp da ‘geldikleri gibi giderler’ deseydi.”

 

   Osmanlı Cumhuriyeti’ni izleyen on binlerce insanımız, bu cümleyi Padişah VII. Osman’ın (Ata Demirer) filmin sonunda ettiği laf olarak hatırlayacaktır. Mizahi bir yapıt da olsa; Osmanlı Cumhuriyeti filmi, içinde barındırdığı önemli vurgularla Mustafa Kemal’i ve Cumhuriyet’in değerini anlayabilmemiz için iyi bir örnek oluşturmuş. Senarist ve yönetmen Gani Müjde başta olmak üzere; ters bir bakış açısıyla, kara mizah unsurlarını da kullanarak böyle bir filmin yapılması için katkıda bulunan tüm ekibe teşekkürlerimi sunuyorum.

 

***

 

   Yaşamımızın birçok karesinde “keşke” ile başlayan cümleleri sarf ederiz. Sıradan insanlar olarak, böyle bir lüksümüz de var tabii ki. Peki, Türkiye gibi çok dikkatli adım atması gereken bir ülkedeki yöneticiler, kanaat önderleri, aydınlar aldıkları yaşamsal kararlar üzerine, “keşke”li cümleler kurabilirler mi? “Keşke”li tümceleri kurmalarına neden olan eylemlerinin bedellerini halka ödetmeye hakları var mıdır?

 

   İsrailli canilerin, Filistin halkını; sivil, kadın, çocuk demeden vurması, bende acıyla birlikte başka hisler de uyandırdı. Gözümün önüne; Osmanlı Cumhuriyeti’nin son kareleri, Kıbrıs davamız, çuval geçirme rezilliği geliverdi. Bunlar da yetmedi; bir de malum ayakkabı fırlatma olayına takıldı kafam. En son olarak da, Ermenilerden özür dileyen “aydın” sıfatlı şahıslara… Tüm bunları birleştirerek, bir yazı ortaya koymaya çalışacağım size, bu sayıda.

 

   Filistin, KKTC ve İlkeler

 

   Rauf Denktaş, yıllar önce Yaser Arafat’la ilgili bir anısını anlatmıştı. Anıya göre; Arafat Denktaş’ın yakınmaları üzerine; “…benim gömülecek kadar vatanım yok, senin arkanda Türkiye gibi bir devlet var!” demiş.

 

   Bugün İslamcılar, haklı olarak, İsrail’e yönelik tepkide bulunuyor, sert eylemlere imza atıyorlar. Peki, haklı olmamıza rağmen, uluslararası alanda destek görmeyen Kıbrıs davamızın satılmasına neden tepki göstermiyorlar? İnsanlar özgül olaylar üzerinden değil, genel ilkeler üzerinden siyasa izlemelidirler. Arkasında Türkiye gibi bir güç bulunan KKTC’ye destek verilmesi ve bu konuda tavizler veren İslamcı (!) yönetime de tepki gösterilmesi gerekmez mi? Siyaset bir bütündür; Vietnam’a, Irak’a olanlara susulup, yalnızca Filistin’deki olaylar üzerine tepki verilmesi saçmadır, eksiktir. Yıllardır emperyalizmin kucağına oturmuş bir sistemi sorgulamayıp, belli olaylar üzerine -kendini rahatlatma olarak tanımlayabileceğim- tepkiler vermek aklı başında bir anlayış değildir. Zulme karşı bir direniş olacaksa; her satıhta karşı duruş verilebilmelidir.

 

   Uluslararası sistemin önemli aktörlerinden olan İsrail’e karşı, ilkeler üzerinden genel bir savaşım verilmelidir. Yoksa, bugün gazetelerde gördüğümüz tepkilerin birçoğu, duygu sömürüsüne yöneliktir. Evet, hiçbir şey insandan daha önemli değildir; fakat bu kıyımların nedenlerini sorgulamaktan uzak bir anlayış da kabul edilebilir değildir. Liberal ve liberalleşen İslamcı yazarların yaptığı, her şeyi onamak; ama yalnızca çocuk öldürülmesine karşı durmaktan ibarettir. Bugün İsrail’e karşı efelendiği için takdir kazanan Başbakanımızın dalkavukları da dün Lübnan’da olanları çabucak unuttu. Tayyip Bey, yine İsrail’e çatmıştı (!) ama biz fiilî olarak, İsrail askerliği yapmaya gitmiştik. İnsan hayatını siyasete tercih ettiğimi düşünenlere de (böyle düşünenler kesinlikle olacaktır.) bu yoldan bir yanıt vermiş olayım; ben insan yaşamını küçümsemiyorum, aksine insan yaşamına kıyan siyasetlere karşı duruyorum. Ölenlerin öldüğüyle kalmaması için, cani emperyalistlerin cezalandırılması gerektiğini düşünüyorum.

 

   Kıbrıs konusunda çekimser davrananların, Irak’ta yüz binlerce kişi ölürken ‘faşist Saddam’ üzerinden değerlendirme yapanların Filistin konusunda duyarlı olduklarını sanmıyorum. Mesele, can kurtarmak değil; kendini rahatlatmak. Filistin’e susmamız karşılığı AB’ye alınma taahhüdü alsak veya Filistin’e demokrasi getirseler, eminim ki bu çığlıklar yerini sessizliğe bırakacaktır. Her ülkenin ‘geldikleri gibi giderler’ diyebilen veya bunu uygulayabilen lideri olmamış olabilir; ama biz böyle bir lideri görmüş bir ulus olarak, mazlumların ve haklıların yanında olabiliriz. Gerisi hikâye…

 

   Yarım Pabuç

 

   Bildiğiniz üzere; Iraklı gazeteci Muntazar El-Zeydi, George W. Bush’un veda turunda, Bush’a anlamlı bir veda öpücüğü kondurmak istemiş; fakat Bush’un sağlam refleksi ile bu amacına ulaşamamıştı. Olsun; daha atılacak çok ayakkabı ve bu ayakkabılara muhatap olacak çok kişi var.

 

   Bizim de El-Zeydi gibi kahraman bir gazetecimiz vardı: Hasan Tahsin. 90 yıl önce, Mustafa Kemal Samsun’a gitmek üzere yola çıkmadan bir gün önce Yunanlılara ateş etmişti Hasan Tahsin. Attığı kurşun, Tahsin’in ölümüne neden oldu belki; ama verdiği can, bağımsızlık mücadelesinin manevi saflarında yer buldu. Sıktığı kurşun, İzmirlilerin uyanmasına aracı olmuş ve Hasan Tahsin, öleceğini bilerek böyle bir atılımda bulunmuştu. Mustafa Kemal’in, inançlı kadronun, Kuvayi Milliyecilerin, yerel halkın direnişiyle birlikte kanı yerde kalmamıştı gazeteci Hasan Tahsin’in.

 

   Irak’ın kahraman gazetecisi El-Zeydi de Bush’un haysiyetsiz yüzüne ayakkabı fırlattı. Fırlattı fırlatmasına; ama o pabuç yarım kaldı. Neden mi; çünkü Irak’ın ‘geldikleri gibi giderler’ diyebilen, ulusal bütünlüğünü sağlayabilen, inançlarının gereğini ortaya koyabilen bir önderi olmadı. Bölük pörçük atılımlar gerçekleşti, fakat üzülerek belirtiyorum, ulusal bir direniş göremedik. Asker görünce dilleri pabuca dönen yazarlar bu hareketi yarım bırakmıştır. Onurlu El-Zeydi elinden geleni yapmıştır; fakat kutup ayısı savunucuları, El-Zeydi gibilerini kutup ayısı kadar değerli görmemiştir. Amerikancı refleksler, Bush’un omuriliğinden daha sağlam çıkmıştır. Ve ıska geçen El-Zeydi’nin ayakkabısı değil; holding, cemaat ve hükümet gazetelerinin kirli yazarları sayesinde, insanlık onuru olmuştur. Yüz binlerce insanın canına, ailesine, yuvasına kıyan Amerikan katliamına, 6,5 milyarlık dünya, sesini çıkaramamıştır. El-Zeydi’nin ayakkabısı yalnızca Bush’a değil; bu katliama alkışlayarak/destekleyerek/susarak ortak olan herkese gelmelidir! El-Zeydi gibileri orada yalnız bırakanlara…

 

   Bugün askerine çuval geçirenlere, yarın tarihsel akrabalarının can, mal, namusuna göz koyanlara, daha sonra yurttaşlarının ölümüne gözünü kaparsın. Ya uyanırsın ya da hep böyle kalırsın. Ya ayakkabı yersin, ya çaresizce ayakkabı atarsın ya da seyredersin. Olursun veya olmazsın; bütün meselen bu!

 

   Papağanların Özrü

 

   Bu bölümde “özür”cülerden bahsedeceğim, elimden geldiğince. Bölüme Ali Şeriati’nin “Ne Yapmalı” adlı yapıtından bir alıntı ile girmek istiyorum.

 

   “Bu Sartre’ın deyimiyle -ki O Frantz Fennon’un kitabına yazdığı önsözde Batı diliyle konuşuyor- ‘Biz Asya’dan, Afrika ve Latin Amerika’dan gençler getiririz. Birkaç sabah; Paris, Londra, Belçika ve Amsterdam’da onları gezdiririz. Batı dili, tavır, hareket ve modern yaşantısını onlara öğretiriz. Öğretim düzeylerini işe yarama aracı olacakları düzeye getiririz. Onları; üçüncü dünyaya istediğimiz şeylerin aktarıcısı olarak topraklarına geri göndeririz. İşte o zaman, biz buradan bir kelimeyi fırlatınca, o ağızlar gecikmeksizin sözümüzü kapar. Asya’da, Afrika ve Latin Amerika’da tekrarlamaya başlarlar!’ durumunun dışa yansıyışıdır. Onlar eğitmen bunlar eğitilmiş papağanları!?”

 

   Yukarıdaki bölümde söz ettiğim gibi, bazı “aydın”larımız ülkemiz, toplumsal yapı, insanlık, tarih adına değil; yaptıkları bilgi kirliliğini, “gök”ten sundukları yeni taleplerini, diledikleri “özür”lerini belli başlı birileri adına yapan çizgide bulunmaktadırlar. Irak işgal edilirken susup, sonucu belli olmayan davalara türlü süslemeler yapanlardır bunlar. Boşuna ‘kimin adına kimden özür diliyor’ filan demeyin. Son yıllardaki gelişmelere bir göz atıp sorun kendinize; bunlara kim bu kelimeleri fırlatıyor da, bu zatlar birilerinin papağanlığını yapıyor? Bugüne kadar yaptıkları da bundan başka bir şey değildi. Bu açıklamalardan kimlerin memnun olduğuna, son zamanlardaki Ermenistan ile aramızı yapmaya çalışanlara bakın; göreceksiniz. Görün ki anlayın; aydın olmakla papağan olmak arasındaki farkı.

 

   “Keşke”lerimizin çoğalmaması için; birilerinin papağanı olanların değil, davasına sahip çıkanların seslerine kulak vermeliyiz.

 

   Ulusumuz ve dünya adına “keşke”lerimizin az olması, onun bunun papağanlığını yapmamak, insanlık adına bağımsız konuşabilmek ümidiyle…

 

 

emrah.ozdemir@politikadergisi.com

www.emrahozdemir.net

 

 

  

 

[Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 11’de yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 11’i indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.