PKK/BDP, Neden “Özerklik” te Israr Ediyor? (II)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Bu makalemizin birinci bölümünde; Türkiye’nin bazı maddelerine çekince koyduğu, PKK/BDP ’nin bu çekincenin kaldırılarak yerel yönetimlere adem-i merkeziyetçi yönetim anlayışını getiren bu şartın  “yeni” anayasaya girmesini talep ettiği konusunu işlemiştik.

Yine birinci bölümde biz; bu çekincelerin kaldırılmasının içinde bulunduğumuz siyasi koşullar itibariyle zamansız olduğundan, PKK/BDP taleplerinin yerine getirilmesi durumunda, kaçınılmaz olarak ülkemizin bölünmeye giden bir iç savaşla karşı karşıya kalabileceğinden bahsetmiştik.

Yineleyelim; Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’nın istediği özerkliğin prensipte, yani teorik olarak daha demokratik olmasına rağmen,

  • Bölgemizde emperyalizmin BOP uygulamaları,
  • Ülkemizde 29 yıldır süren ve amacı bağımsız bir Kürt devleti kurmak olan bölücü PKK terörü,
  • Ve nihayet Başbakanı BOP eş başkanı olan emperyalist işbirlikçisi AKP hükümetinin Atatürkçü Cumhuriyet düşmanı politikaları nedenleriylebu şarta konan çekincenin şimdi kaldırılarak özerkliğin “yeni” anayasaya girmesinin ülkemizi bölünme tehlikesiyle baş başa bırakacaktır.

Neden özerklik veya adem-i merkeziyetçilik, içinde bulunduğumuz siyasal koşullarda iç savaş tehlikesini körüklüyor sorusuna daha sağlıklı bir yanıt verebilmemiz için “Zurnanın zırt dediği” yerde başka bir çok önemli konuyu anımsatmak zorundayız!

***

Bilindiği gibi, önce milletvekili dahi olamayan şimdiki Başbakan Erdoğan, zamanın ana muhalefet lideri Sayın Baykal’ın girişimi ile yapılan anayasa değişikliği ile 2003 yılı Mart ayındaki yerel seçimleriyle birlikte milletvekili seçilmiş ve AKP’nin oluşturduğu 59. Hükümete Başbakan olmuştur.

R. T. Erdoğan’ın Başbakan olarak ayağının tozuyla meclisten çıkardığı en önemli yasa, 4 Haziran 2003 tarihinde “Anayasaya aykırı olmamak” koşuluyla 2200 sayılı, kamuoyunda “İkizler Yasası” olarak bilinen yasa olmuştur.

“İkizler” Yasası; emperyalist devletlerin 16 Aralık 1966 yılında BM Genel Kurulu’na kabul ettirip 1977 yılında yeterli çoğunluğa kavuşan üç maddelik bir sözleşmeyi, Türkiye’nin de resmen onaylan bir yasadır.

1977 yılında BM Genel Kurulunda kabul edilen bu sözleşmenin esası, özetle; bir ulus devlet içinde bulunan her türlü etnik ve dinî temelde oluşan halk gruplarının da, tıpkı uluslar gibi,  “Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı’dan (Self-Determinasyon ilkesinden) yararlana bilmeleridir.

Bir ulus devlet içinde bulunan her türlü etnik ve dinî temelde oluşan halk gruplarının   “Kendi Kaderlerini Belirleme (yani bağımsız bir devlet kurma) Hakkı’dan yararlana bilmelerinin ön şartı ise, bu halk gruplarının ekonomik, siyasi, kültürel, askeri ve yönetim bakımından kendi kendilerine yeterli bir durumda olmalarının, yani ÖZERK olmalarının gerekmesidir.

Bilindiği gibi; ulusların “Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı” (Nasyonal Self-Determinasyon) ilkesi, Rusya’daki Ekim 1917 büyük işçi devriminden sonra, devrim öncesi emperyalist Çarlık Rusya’nın egemenliği ve boyunduruğu altında bulunan çevre ulusların (Ukrayna, Beyaz Rusya, Ermenistan, Gürcistan, Türk devletleri vs.) bağımsızlığı için Lenin tarafından teorik olarak geliştirilmiştir. Lenin’in ölümünden sonra Stalin tarafından bu teori, pratikte uygulanarak bağımsızlığına kavuşan bu devletler Rusya ile birlikte Sovyetler Birliğini kurmuşlardır.

II. Dünya savaşı sonrasında 1966 yılındaHalkların Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı” ilkesi olarak Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin 1. ve 55. Maddelerinde bu ilkeye yer verilmiştir. Fakat dikkat edilirse bu hakkın tanınmasında “Ulus” kavramı yerine “Halklar” kavramı sözleşmede yer almıştır. Ne var ki Halklar kavramı ise tam ve net olarak tanımlanmamıştır. Daha sonra 1977 yılında BM Genel Kurulu; üç maddelik bir sözleşme yaparak bu tanımı, “kendi kendilerine yeterli olan bütün halklar” olarak belirlemiştir.

Türkiye bu sözleşmeyi 26 sene tanımamış; fakat Erdoğan’ın ilk Başbakanlığında Haziran 2003 te ulusal açıdan “ihanet yasaları” olarak nitelendirilen, 2200 sayılı yukarıda adı geçen bu yasayla “Anayasaya aykırı olmamak” koşuluyla kabul etmiştir.

Aslında Marksist açıdan Lenin’in tanımıyla Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı sadece uluslara tanınan bir haktır. Lenin’e göre bu ilke, uluslaşma sürecini tamamladığı halde bir nedenle emperyalist bir devletin sömürgesi veya boyunduruğu altına giren ulusların kazandığı bir haktır.

Fakat sosyalist işçi hareketinin aksine emperyalist devletler; ulusların bağımsızlığını ve ulus devletlerin güçlenmesini istemedikleri için ve de onları kolayca parçalayıp bölmek amacıyla, sadece uluslara tanınan bu hakkı sulandırarak, etnik ve inanç temeline oluşan tüm halklara tanınması için Birleşmiş Milletler üyelerine baskı yapmış ve sonuçta onlara bu ilkeyi bu şekilde kabul ettirmişlerdir.

BM’nin bu sözleşmesi bağlamında ülkemiz Türkiye söz konusu olunca; eğer Kürt kökenli veya Alevi yurttaşlarımız, bu sözleşmede yapılan tanıma uygun olarak ve de bu sözleşmeyi resmen tanıyan 2200 sayılı yasaya dayanarak, ekonomik, siyasi, askeri, idari vs. alanlarda görece kendi kendilerine yeterli hale gelebilirlerse Kendi Kaderlerini Belirleme Hakkı ’ından meşru olarak yararlanabileceklerdir. Daha sade ve açık bir ifadeyle, Kürt kökenli veya Alevi yurttaşlarımız (Hatta başka etnik kökenden, inançtan, tarikattan vs. olan yurttaşlar bile) Özerk bir yönetime kavuştuklarında, istedikleri her zaman, bağımsız devlet kurma haklarına kavuşacaklardır!

Ayrıca unutulmamalıdır ki 2200 sayılı yasa ile tanınan ve anayasal olarak düzenlenen “Halkların Kendi Kaderlerini Kendilerinin Belirlemesi” ilkesi, şoven Kürt milliyetçi hareketine bir ayaklanma veya iç savaş durumunda Birleşmiş Milletlerin Türkiye’ye dış müdahalesine resmen izin çıkarmak anlamına da gelecektir!

Dikkat edilirse; ülkemizde ulusal çıkarlarımız ve ulusal birliğimiz açısından “İhanet” yasası olarak adlandırılan bu 2200 sayılı yasanın meşru olarak uygulana bilmesi, ancak siyasi koşulların “Anayasaya aykırı olmamak” şartına bağlanmıştır. Çünkü 1982 Anayasa’sının 14. Maddesi’nde aynen şu hüküm yer almaktadır:

Anayasada yer alan hak ve hürriyetlerden hiçbiri, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı ve insan haklarına dayanan demokratik ve lâik Cumhuriyeti ortadan kaldırmayı amaçlayan faaliyetler biçiminde kullanılamaz.”

Yukarıdaki maddenin açık anlamı şudur; 1982 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın değiştirilemez ilk üç maddelerinde sabit hükme bağlanmış ve güvence altına alınmış olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin üniter(tekillik) yapısı asla değiştirilemeyeceğinden 2200 sayılı “ihanet” yasasının Türkiye’de uygulanma şansı sadece “Yeni” anayasayla olanaklıdır! Çünkü anayasamızın bu ilkesi Türkiye’de 2200 sayılı yasanın uygulanmasının ön koşulu olan özerkliğe ve federasyona hiçbir biçimde izin vermemektedir.

AKP; 10 senelik iktidarında AB Uyum Yasaları, 2200 Sayılı “İhanet” Yasası, Vakıflar Yasası, Anadilde Savunma Hakkı Yasası, Mütekabiliyet ilkesini dışlayan Yabancılara Arazi Satış Yasası, Büyükşehir Yasası vs. gibi Türkiye’yi bölünmeye götüren ve yabancılara peşkeş çeken bir dizi düzenlemeler yapmıştır.

Bütün bu düzenlemeler anayasamızın kurucu ilkelerinden olan “devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük” ilkesine tamamen aykırı düzenlemelerdir. Fakat bütün bu düzenlemelere rağmen AKP, “Yeni” bir Anayasa olmadan, istediği sonucu elde edememiştir.

İşte size, neden bölücü ve gericiler “Yeni” bir anayasaya ihtiyaç duyuyorlar? Sorusuna somut yanıt olacak bir başka önemli motivasyon örneği daha!

Onlar açısından artık finale gelinmiştir. Artık bölücü etnik şoven Kürt milliyetçi hareketi,  2200 sayılı yasaya uygun olarak yârin bağımsız bir Kürdistan devletini ilan edebilmesi için öncelikle yeni bir anayasada özerklik ve federasyon elde ederek ekonomik, mali, siyasi, askeri ve idari bakımından kendi kendine yeterli duruma kavuşmak istemektedir.

Bunun için ise; eski anayasa buna hiç bir biçimde izin vermediğinden, yenisi zorunlu olmaktadır. Malum, federasyon tipi bir devlet örgütlenmesine en uygun yönetim ve hükümet sistemi ise Başbakan Erdoğan’ın şimdi yanıp tutuştuğu “Başkanlık Sistemi” nden başkası değildir.

Ülkemizde iktidarda olan gericiler ve 29 yıldır eli kanlı terörist PKK’lı bölücüler; artık kendileri için nihai bir sonuca varmak amacıyla bölücü ve gericiYeni” bir anayasa yazmak üzere, emperyalizmin BOP’na göre bölgemizde, Türkiye dâhil birçok ulusal sınırların yeniden çizildiği bir siyasi ortamda kendi aralarında açık bir koalisyon kurdular.

***

Gericilerle bölücülerin oluşturduğu bu koalisyona karşı ancak “Atatürk” te birleşen tüm ulusal demokratik güçler cephesi baş edebilir. Fakat Atatürkçüler cephesi şimdiki durumda ne yazık ki dağınıktır.

Bence, Atatürkçülerin ana hedefi; yaşadığımız bu kritik koşullarda, ulusal birliğimizin, toprak bütünlüğümüzün korunması ve tam bağımsızlığımızın sağlanması olmalıdır. Atatürkçüler için atılacak her türlü siyasi adımın, yasal düzenlemelerin, politikaların vs. ana ölçütü bunlar olmalıdır.

İşte bu ana ölçülerle yukarıda değindiğimiz sorunlara bakıldığında; dünyanın ve de bölgemizin, ülkemizin de içinde bulunduğu somut siyasi koşulları da göz önünde tutulduğun da, ilkesel olarak demokratik olan özerkliğin ve bunun sonucunda oluşacak federasyon tipi devlet örgütlenmesinin uygulanması Atatürkçü Türkiye Cumhuriyeti için bir siyasi intihar olacaktır!

Halkımızın “Kaş yapayım derken göz çıkarmak” dediği gibi, “Barış” isterken iç savaşla daha çok kanın dökülmesine ve nihayet “Daha fazla demokratikleşelim derken, bölünüp parçalanıp var olan demokratik devletimizi büsbütün kaybetmek” durumunda kalabiliriz!

Özetlersek; PKK/BDP’nin diğer talepleri gibi, ısrarla “Yeni” Anayasaya sokmak istediği özerklik veya adem-i merkeziyetçi yönetim tarzının uygulanması, günümüz siyasi koşullarında bizi bir siyasi ve sosyal felakete, iç savaşa sürükler. Avrupa Yerel Yönetim Özerklik Şartı’ na konan çekincenin kaldırılması ancak;

  • Emperyalizmin Büyük Ortadoğu Planlarının (BOP) kesinlikle boşa çıkarılması,
  • PKK tasfiye edilerek PKK terörünün kökünün kazınması,
  • Ankara’da ulusal demokratik yeni bir hükümetin kurulması gibi yeni siyasi koşulların oluşmasında olasıdır.

Emperyalizmin bölgemizde ve ülkemizde BOP uygulamaları, PKK’nın varlığı ve AKP’nin iktidarı sürdüğü sürece, PKK/BDP’nin diğer talepleri gibi,  Özerklik talebi de asla söz konusu bile olamaz!

Bugün kim samimi olarak demokrasimizi geliştirmek istiyorsa, onun mutlaka; % 10 seçim barajının kaldırılması, dokunulmazlığın sınırlandırılması, Partiler ve Seçim yasalarının demokratikleştirilmesi, yargının bağımsızlaştırılması vs. gibi demokrasimizin temel sorunlarına el atması gerekir!

Daha önemlisi, bugüne kadar iktidar pratiği ile demokrasimizin önündeki en büyük engel ise AKP iktidarıdır. AKP gitmeden hiçbir toplumsal sorunumuz çözülemez!

Bölücü ve gericilerin, emperyalizmin emrinde giderek daha da küstah, daha da gaddar ve daha da zalim olmalarına artık izin vermemeliyiz! Onlar küstahlaştıkça, daha da fazla hata yapmaya başladılar. Emperyalizmin ülkemizdeki maşalarının bu uğursuz ittifakının en büyük hatası ise, Türk halkını ve ulusunu aptal yerine koyup, kandırmaya çalışmalarıdır.

Ancak bunun bedelini çok ağır ödeyeceklerdir! Türk halkı yumuşak ve sabırlıdır. Ama bilindiği gibi, yumuşak atın çiftesi pek olur!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

mehmet.cagirici@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.