Politik Psikolojinin Toplumlar Üzerindeki Uygulaması

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

“Toplumun görünmeyen mekanizmasını işleten kişiler, ülkelerin gerçek yönetici gücünü meydana getiren hükümeti oluşturuyorlar. Zihinlerimiz, adını hiç duymadığımız kişiler tarafından şekillendiriliyor.”   “Walter Bernays – Propaganda”

 

   Politik psikoloji, uluslararası ilişkilerde ve toplum yönlendirilmesinde kullanılan en önemli silahtır. Toplumu yeniden yapılandırma sürecinde, kavramsal algılamaların (politik paradigmaların) ve milli duyguların oluşturulması için kullanılan alt bilim dalına “Politik Psikoloji” denilmektedir. Psikopolitika, jeopolitiğin az bilinen bir koludur. Daha az bilinir, çünkü “zihnin ıslah edilmesiyle” ilgilidir.

 

 

   Gözlemlendiği üzere, bütün uluslararası ilişkilerde en çok görülen özellik, büyük zaferlerin ya da büyük travmaların alevlendirilir. Dünya siyaseti ve devletlerin kendi içindeki yönetimi, bu konular üzerinden şekillenmektedir. Alevlendirmenin nedeni toplum için kritik bir zamanda ya da değişim dönemlerinde biz kimiz sorusunu gündeme getirip, ortaya çıkan kaosla, yeniden yapılanmanın temellerini oluşturmaktır. Bu nedenle ekonomik ve politik planlar yapılırken toplumun içinde ne gibi psikolojik süreçlerin hâkim olduğunu ve toplumu nereye yönlendirdiğini belirleyici parametreler oluşturup, toplumsal grup dinamikleri üzerinden hayata geçirilir. Bu parametreler coğrafi, etnik, dini, ekonomik, politik ya da tarihsel özellikler taşır. Hükümetlerin yarattığı sosyal kaosun ve karmaşanın amacı, insanda ikilemler yaratmak ve çelişkiye sebep olarak, tüm nüfusu kontrol altına almaktır.
   İnsan tarihinin başlangıcından beri insanların gruplaştığını ve iktidar olma güdüsüyle birbirleriyle çatıştığını biliyoruz. İnsan aklı geliştikçe ve de nüfus kalabalıklaştıkça bu çatışmalar, aitlik duygusunu, sahiplenmeyi, kişisel kimliğin yanında toplumsal kimliği de ortaya çıkarır. Toplumsal kimliğin gelişmesiyle birlikte kişilerin milli duyguları da gelişir. Normal zamanlarda herkes aynı şemsiyenin altında yaşadığını fark etmez. Ancak, ortak paydalarda ortaya çıkan felaketler veya zaferler karşısında toplum olarak gösterilen reaksiyonlar, siyasi oluşumların da ortaya çıkmasına sebep olur. Böylelikle insanları bir arada tutan ortak değerlere sahip çıkmak ve korumak güdüsüyle liderler ortaya çıkar ve toplumları yönlendirirler. Bizim bu konudaki en büyük şansımız, Osmanlı Devleti çökünce büyük bir travma yaşayan Osmanlı toplumunun başına Atatürk gibi bir liderin gelmesidir. Dış güçlerin Osmanlı Devletini, hem ekonomik hem de toplumsal açıdan etnik bölünmeleri oluşturan politikaları ile kullandıkları argümanlar sayesinde, toplumu bir arada tutan dinamikleri ortadan kaldırmış ve kaos ortamı yaratmıştı. Atatürk, toplumu içine düştüğü travmadan, yeni bir kimlik ve de devlet oluşturarak kurtarmıştır.
   Kemalist devrimle gelen milliyetçiliğin ana unsurlarına baktığımız zaman:
   1-Ulusal bağımsızlığa dayandırılmış bir ortak eylem,
   2-Din ve ırk paydalarında değil, ortak dil ve ortak kültür paydalarında birlikte olmak,
   3-Toplumlara karşı aşağılayıcı değil, kucaklayıcı olmak,
   4-Aynı coğrafyayı paylaşan halkların kaderinin aynı olacağı bilincinin oluşması ve birlikten kuvvet doğar sözünün doğruluğu ekseninde bir olmak şeklinde vurgulanmaktadır. 
   Osmanlı’nın, oligarşi ve şeriat rejimiyle ümmet olma fikriyle bütünleşmiş bir toplumu, bağımsız bir ulus olma düşüncesi ekseninde buluşturan bu maddeler, farklı ırkları bir arada tutabilecek ortak paydaları çok doğru belirlenmiş ve hayata geçirilmesi açısından uygulanan yeni kimlik ve bu kimliğin, kazanılmış kurtuluş savaşının zaferiyle payelendirilip, yüceltilmesiyle toplumu yeniden ayağa kaldırmış ve dünyaya, kazanılan zaferi Türk ulusunun zaferi olarak lanse edilmiştir.
   Yüzyıllardır kahramanlıklarla dolu bir geçmişe sahip olan bir toplumun, aldığı büyük yenilgiler ve kayıplar sonrası ortaya çıkan toplumsal travmayı, Atatürk ve arkadaşları ortaya koydukları bağımsız ulus olma fikrini politik psikoloji sanatını çok iyi kullanarak, bozulan toplum psikolojisini yeniden düzeltmek için süreç talimatlarını (Hipnozda kullanılan bir kavramdır; bilinçaltına düşünce tohumlarının ekilmesine yarar.) devreye sokmuş, bu düşüncenin çok kısa zamanda topluma algılatılıp kabul görmesi açısından zaman geçirmeden devrimleri hayata geçirip, yazdığı büyük eseri Nutuk’la da toplumun kırılan gururunu yeniden tamir edip, Türk milleti olgusunu hem kendi toplumuna hem de dünyaya kabul ettirmiştir. Atatürk’ün bu tavrı, dünya çapında ne kadar büyük bir devlet adamı olduğunun en önemli göstergesidir.
   Son yıllarda politik psikoloji bizde toplum mühendisliği adı altında şekillendirilmektedir. Bu olgu derin devletin uygulamaları arasında yer alan ve toplumu hem siyasi hem de milli açıdan tek kutuplu yeni dünya düzeni sistemine hizmet eden bir anlayışla yönlendiren, Atatürk’ün ulus olma anlayışına karşıtı oluşturacak şekilde toplumu etnik kimlikleriyle ayrıştırma ve bölme çabalarıyla yeni bir yapılanmanın peşinde olan bir kavramdır. Bunun için de, ulusu bir arada tutan Kemalist devrimlerinin içi boşaltılıp, yerine federatif bir yapının oluşturulması çabaları vardır.
   Toplumsal bölünmeleri oluşturan unsurları öncelikle, ABD Devletinin kurgulanmasından sonra ortaya çıkan Yeni Dünya Düzeni adı altında oluşturulmuş politikaların ve bunun üzerinden yeniden yapılandırılan dünya ekonomilerinin üzerinden ele almak gerekir.
   “World Economic Forum: Comitted to Improving the State of the World”
   Bu cümlenin Türkçe karşılığı, “Tek Dünya Devletinin Geliştirilmesine Adanmıştır.” demek oluyor. Bu cümleyi çok sıkça Davos toplantılarının afişlerinde görebilirsiniz. Şimdi bunun konumuzla ne ilgisi var diyeceksiniz. Aslında çok ilgisi var.
   George Friedrich Hegel (1770–1831) çoğunlukla “Hegel Diyalektiği” diye bilinen İlluminati Felsefesini geliştirmesiyle tanınıyor. Hegel’e göre tarih üç basamaklı bir değişim süreciydi: Tez, Antitez ve Sentez.
   “Bir toplumun hâlihazırda yönetim biçimi, “yani tez aşamasında”, krizler ortaya çıkar ve halkta korku had safhaya ulaşır. Yaşanılan ümitsizliği, korkuyu ve bazen de paniği gidermek için bunun karşıtı bir durum yaratılmalıdır. Kendisine tamamen zıt yönetim şeklinin veya toplumsal tarzın ortaya çıkması, Hegel’e göre bu karşıt durum antitezdir. Bunlar taban tabana karşıt sistemler olduğundan sorunlara farklı gözlerle bakarlar ve böylelikle tez ve antitez birbirleriyle savaşmaya başlarlar. Bu sosyal sürecin üçüncü aşamasında, probleme uzlaşmacı bir çözüm, yani sentez getirilir. Eğer tez ve antitez uzun süre birbirlerini yok etmeden savaşırsa, her iki taraf da melez bir toplum ve yönetim değişimine yol açar ki, buna da Hegel “sentez” adını verir. Bu dengede olma durumu, “yeni tez” olur. Bir kez daha karşıtlıklar ortaya çıkar ve böylece dengede yavaş yavaş ilerleme kaydedilirken, çarpışma ve kaos devam eder.”
  (C.W.F. Hegel, The Philosophy of History.) 
   Hegel, toplumların bu formül içerisinde idare edilmelerini tasavvur ediyordu. Devamlı bir savaş ya da savaş tehdidi, Hegel’in kuramlaştırdığı bir anahtardı. 1820’li yılların başından beri İlluminati yöneticileri, (bunlar aynı zamanda Davos’ta bir araya gelen dünya finans örgütlerinin yöneticileri olarak karşımıza çıkıyor) Hegelci felsefeyi bir formül olarak benimsemiş ve İlluminati uygulamalarının en önde gelen kuramı haline getirmişlerdir.
   Bu kuramı uygulamak için,1848’de “İlluminati’nin On iki Haklı Adamlar Birliği” diye bilinen çok gizli bir seçkinler grubu Karl Marks’ı Komünist Manifestoyu yazması için finanse etti. Böylelikle tez kuramsal olarak yaratılmış oldu. Bunun karşıtı olarak anti-komünizmi destekleyerek kapitalizmle de antitezi oluşturdular. Bu savaşın sonunda oluşturmaya çalıştıkları sistem, dünyanın en çok tanınan siyasetçilerini, bankacılarını, genel müdürlerini, mühendisleri ve dini liderleri koordine eden ve uluslararası sınırları aşan bir topluluk meydana getirip, dünya ekonomisini ve ülkelerin sahip oldukları ekonomik kaynakları tek elden yönetme şekline “Dünya Hükümeti” adı altında bir sentez modeli oluşturmaya çalışıyorlar.
   Her ülkede politik psikoloji merkezleri “derin devlet”in kontrolü altında görev yapar; derin devletin verdiği görev alanı dışında faaliyet gösterilmesi mümkün değildir. Derin devletin gerçek yöneticilerinin de Siyonistler olduğu biliniyor. Toplum psikolojisi ve kavramsal algılamaları istenilen yönde geliştirip, toplum bilincini istedikleri biçimde geliştirebiliyorlar.
   Noam Chomsky (dilbilimci, sosyolog), son iki yüzyıldır yaşananları öğrenmenin genel bir tarih bilgisinden öte, bugün neler olduğunu ve mevcut işleyişin farkına varma adına önemli olduğunu belirtmektedir. Amerikan yaşamının zihinleri alt üst eden ideolojik baskıdan özgür olmalıdır diyen Chomsky, ABD’de devletin üst kademelerinin ve büyük şirketlerinin düşünceyi ve düşünen halkı düşman gördüklerini, bunun için halkın düşüncelerini kontrol etmek için çaba sarf ettiklerini, sosyalist düşüncenin diğer ülkelere göre çok düşük olduğunu, örnek olarak ABD gibi büyük bir devletin sadece emperyalist bir belediye başkanına sahip olduğunu, düşüncelerin kontrolü için medyanın kontrol edildiğini, toplumun depolitize olmuş bir yapıya sahip olduğunu, bu nedenle toplum genelinde dini bağlılığın diğer ülkelere göre daha yüksek olduğunu belirtmektedir. Bu kontrol mekanizması nedeniyle Chomsky’nin aralarında bulunduğu muhalif entelektüeller medyada yer edinememekte, düşüncelerini geliştirecek ortamlardan yoksun bırakılmaktadırlar.
   Nasıl? Bu anlatılanlar size tanıdık geldi mi?
   Bu tespitlerden sonra yola çıkarak, Türkiye Cumhuriyeti’nde devlet yöneticilerin ülkeyi yönetmek adına ortaya koydukları devlet politikalarının, Chomsky’nin ileri sürdüğü ABD politikalarıyla birebir örtüştüğünü ve ülkemizde önce komünist-antikomünist kaosundan sonra kapitalizm sentezi süreci içinde 1980 ihtilali sonrası yeniden şekillendirilen toplum yapısında, özellikle depolitize edilmiş, düşünmeyi ve sorgulamayı ortadan kaldırmış eğitim sisteminin oluşturulmasına ve toplumun düşünce yapısını kontrol altında tutacak dinamiklerin (Liderlerin halkın üzerindeki yönlendirici etkisi ve medyanın devlet politikaları doğrultusunda halkı yönlendirmesi) güçlendirilmesine önem verilmiştir. Sadece tüketime yönelik toplumu gettolaştırarak, böylesine bir kısır döngü içerisinde toplumun içe dönük olan muhafazakâr yapısından faydalanmak suretiyle, bugünkü siyasi oluşumların alt yapısı hazırlanmıştır. Bu bize, ABD’deki yeni muhafazakârların politik programı ile Türkiye’de AKP ve Fethullah Gülen cemaatinin politik hedefleri arasındaki uyumu ve paralelliği göstermektedir. Nasıl ki, ABD’deki yeni Evangelistler ve Hıristiyanlar köktendincilerle bir ittifak halinde ise, işler burada da böyle yürütülmektedir.
   AKP’nin tek başına iktidarı ele geçirmesinden sonra tekrar laik-anti laik ve etnik kimlik bölünmelerini tetiklemeleri ile ülkede sosyal kaosun oluşmasına sebebiyet vermeleri, bu kaosun akabinde yeniden bir yapılanmanın peşine gidileceğini işaret etmektedir. Uyguladıkları bu politik psikoloji taktikleri ile toplumun sahip olduğu milli değerlerinde bir çözülmeye gidilmesi halinde ulus anlayışının ortadan kalkması ile ulus-devlet bütünlüğünün toplum nezdinde bir hükmü olmayacağının çok iyi bilincindeler. Bunun için de faşist bir zihniyetle, önlerine çıkacak her türlü engeli aşmak ve halkın kafasında ikilem oluşturmak için laiklik karşıtı söylemlerle Atatürk devrimlerinin gözden düşürülüp, bu devrimlere sahip çıkan her türlü kişi ve kuruluşları Ergenekon adı altında darbeci ilan edip, kendileri bir sivil darbe girişiminin öncülüğünü yapmaktadırlar. Bu projenin hedefi, güçlü Ortadoğu ülkelerini kendi içinde bölüp, Büyük Ortadoğu Birleşik Devletlerini kurgulayıp, yeni dünya düzeni anlayışına göre, tek kutuplu “Dünya Hâkimiyeti’ni” kurgulamaktır. Bunun yolu da, öncelikle Türkiye Cumhuriyeti Devletini ortadan kaldırmaktan geçiyor. Çünkü öyle bir coğrafyada yaşıyoruz ki, dünya toryum rezervinin %90’ı burada, bor madenleri, petrolü, yer altı zenginlikleri ve su kaynakları var. Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan köprünün başındayız. Kısacası dünyanın en güçlü ülkesi olabilecek konumdayız. Bunun da bir bedeli var. 60 yıldır başa gelen yöneticiler, kişisel menfaatleri uğruna bu bedeli, dışarıdaki işbirlikçileri ile birlikte Türk toplumuna ödetiyorlar.
   Bizi yönetenler, gerilim politikası izliyorlar. Cumhuriyetin oluşturduğu temel kimlik özelliklerini tahrip etmeye yönelik girişimler içinde bulunup, toplumu bu konuda kullanıyorlar. ABD tavasutuyla oluşturulmuş Ergenekon davasına siyasi açıdan bakıldığı zaman, laik rejimin dışında durmaya çalışan siyasi oluşumların, toplum üzerindeki etkisinin gözle görünür hale gelmesi ve uyguladıkları politakaların etkili olabilmesi açısından uzun vadeye yayılmış stratejik planlamalar ve hedefler doğrultusunda ortaya atılmış, toplumun kabul ettiği bütün değerleri ters yüz etmeyi hedefleyen ve toplum nezdinde laik rejimin sorgulanmasını öngören ve bu öngörüyü toplumsal paradigmaya dönüştürmeye yönelik bu çalışmalar, psikolojik savaş taktiği ile yapılmak istenilen sistem değişikliğinin alt yapı hazırlığı olarak ortaya konduğunu görüyoruz. Yıllarca devlete hizmet etmiş kişileri ya da topluma yön veren laik rejime sahip çıkan akademisyen, aydın ve bu uğurda toplumun önünde duran kişileri ya da kuruluşları toplumun gözü önünde adi suçlular konumunda gösterilmesi, toplumun mevcut yönetim biçimine olan inancını ortadan kaldırıp, kendilerine biat edilmesi için, uygulanan psikolojik savaş harekatıdır.
Topla, tüfekle ele geçirilemeyen kalelerimiz, siyaset yoluyla ele geçirilmiştir.
 
Saadet.Toksoz@PolitikaDergisi.com

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.