Son Durak = AB

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Tarihle biraz ilgilenenler fark etmişlerdir ki bugünü yaratan koşullar, geçmiş tarafından hazırlanmıştır. Bugünü yorumlarken geçmişten ders çıkarmayan devletleri de sadece tarih sayfalarından hatırlanıldığını da fark etmişizdir.

   Şimdi gelelim, kendi tarihimizdeki raflardan tozlu dosyalardan birini indirmeye. Hepimiz, tarih bilgimizle 1. Dünya Savaşı’ndan sonra, İtilaf Devletleri ile yenilen İttifak Devletleri arasında imzalanan anlaşmaları hatırlarız. Osmanlı Devleti de 1. Dünya Savaşı’nda gösterdiği başarılarına rağmen, yenilen devletlerin yanında yer almanın verdiği sonuçla ona da dayatılan anlaşmayı kabul etmişti. Anlaşma Sevr Antlaşması’ydı. Burada durulması gereken bir konu da savaş sonunda İtilaf Devletlerinin tutumudur. Dünya Savaşı galiplerinin, savaş sonrası dünya düzenini belirlemek için topladıkları Paris Barış Konferansı, 18 Ocak 1919'da açıldı. 7 Mayıs 1919'da Alman ve Avusturya-Macaristan ile barış koşulları açıklandı. Almanya ile Versailles Antlaşması 28 Haziran'da, Avusturya ile Saint-Germain-en-Laye Antlaşması 10 Eylül'de Macaristan`la Triannon Antlaşması ve Bulgaristan`la Neuilley Antlaşması imzalandı; fakat Osmanlı ile ilgili antlaşmanın da bu konferansta çıkması beklenirken bu karar, başka bir tarihe ertelendi. Tarihe bunu İtilaf Devletlerinin kendi aralarında anlaşamaması olarak not düşmüştü tarihçiler. Karar 18 Nisan 1920′de San Remo’ da İngiltere, İtalya ve Fransa bir araya geldi. Bu devletler San Remo kentinde Osmanlı Devleti ile yapılacak antlaşmanın şartlarını belirlediler ve Osmanlı Saltanat Şurası tarafından 10 Ağustos 1920’de imzalandı. Fakat antlaşma imzalandığı tarihte Meclis-i Mebusan kapalı olduğundan, antlaşma mecliste görüşülemedi ve padişahın önüne gelmedi. Dolayısıyla antlaşma hiçbir zaman yürürlüğe girmedi. Şimdi bu kadar tarih hatırlatmasından sonra kabul olunmayan bu antlaşmasını hükümlerine gelelim.

 

Antlaşma Hükümleri

Sınırlar (madde 27- 36): Edirne ve Kırklareli dâhil olmak üzere; Trakya'nın büyük bölümü Yunanistan'a, Ceyhan-Antep-Urfa-Mardin-Cizre kent merkezleri Suriye'ye bırakılacak, İstanbul Osmanlı Devleti'nin başkenti olarak kalacak;  

Boğazlar (madde 37- 61): İstanbul ve Çanakkale Boğazları ile Marmara Denizi silahtan arındırılacak, savaş ve barış zamanında bütün devletlerin gemilerine açık olacak; Boğazlarda deniz trafiği on ülkeden oluşan uluslararası bir komisyon tarafından yönetilecek; komisyon gerekli gördüğü zaman Müttefik Devletlerin donanmalarını yardıma çağırabilecek;

Kürt Bölgesi (madde 62- 64): İngiliz, Fransız ve İtalyan temsilcilerinden oluşan bir komisyon Fırat'ın doğusundaki Kürt vilayetlerinde bir yerel yönetim düzeni kuracak; bir yıl sonra Kürtler dilerse Milletler Cemiyeti'ne bağımsızlık için başvurabilecek;

İzmir (madde 65- 83): Yaklaşık olarak bugünkü İzmir ili ile sınırlı alanda Osmanlı devleti egemenlik haklarının kullanımını beş yıl süre ile Yunanistan'a bırakacak; bu sürenin sonunda bölgenin Osmanlı veya Yunanistan'a katılması için plebisit yapılacak;

Ermenistan (madde 88-93): Osmanlı, Ermenistan Cumhuriyeti’ni tanıyacak; Türk-Ermeni sınırını hakem sıfatıyla ABD Başkanı belirleyecek (Başkan Wilson 22 Kasım 1920'de verdiği kararla Trabzon, Erzurum, Van ve Bitlis illerini Ermenistan'a verdi.)

Arap ülkeleri ve Adalar (madde 94-122): Osmanlı savaşta veya daha önce kaybettiği Arap ülkeleri, Kıbrıs ve Ege Adaları üzerinde hiçbir hak iddia etmeyecek;

Azınlık Hakları (madde 140-151): Osmanlı din ve dil ayrımı gözetmeksizin, tüm vatandaşlarına eşit haklar verecek, tehcir edilen gayrimüslimlerin malları iade edilecek, azınlıklar her seviyede okullar ve dini kurumlar kurmakta serbest olacak, Osmanlı'nın bu konulardaki uygulamaları gerekirse Müttefik Devletler tarafından denetlenecek;

Askeri Konular (madde 152-207): Osmanlı'nın askeri kuvveti, 15.000 jandarma olmak üzere 50.000 personelle sınırlı olacak, Türk donanması tasfiye edilecek, Marmara Bölgesinde askeri tesis bulunduramayacak, askerlik gönüllü ve paralı olacak, azınlıklar orduya katılabilecek, ordu ve jandarma Müttefik Kontrol Komisyonu tarafından denetlenecek;

Savaş Suçları (madde 226-230): Savaş döneminde katliam ve tehcir suçları işlemekle suçlananlar yargılanacak;

Borçlar ve Savaş Tazminatı (madde 231-260): Osmanlı'nın mali durumundan ötürü savaş tazminatı istenmeyecek, Türkiye'nin Almanya ve müttefiklerine olan borçları silinecek; ancak Türk maliyesi müttefiklerarası mali komisyonun denetimine alınacak;

Kapitülasyonlar (madde 260-268): Osmanlı'nın 1914'te tek taraflı olarak feshettiği kapitülasyonlar müttefik devletler vatandaşları lehine yeniden kurulacak;

Ticaret ve Özel Hukuk (269-414): Türk hukuku ve idari düzeni hemen her alanda Müttefikler tarafından belirlenen kurallara uygun hale getirilecek; sivil deniz ve demiryolu trafiği Müttefik devletler arasında yapılan işbölümü çerçevesinde yönetilecek; iş ve işçi hakları düzenlenecek; eski eserler kanunu çıkarılacak

·        İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak, fakat İstanbul milletlerarası bir şehir olacaktır.

·        Boğazlar Komisyonu, Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya ve Rusya tarafından atanacak üyelerden bir komisyon kurulacaktır ve bu komisyona hiçbir Türk giremeyecektir.

 

   Bu maddeler, ülkeyi hem içte hem dışta kendine bağımlı gösterişten başka hiçbir anlamı olmayan bir devlet bırakmaktan başka ne anlatıyor ki? Aslında Sevr Antlaşması’nın bu maddeleriyle Batının bilinçaltında yatan şuurunu görmüş olduk. Anlaşıldı; bu kadar tarih dersi güzel de niye yazdık?

   Lozan Antlaşması’na imza atan İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon İsmet Paşa’ya “Sevr’i çöpe attığımızı zannetmeyin, hepsi cebimizde; zamanı gelince hepsini önünüze teker teker çıkaracağız.” diyordu. Acaba teker teker önümüze koyuyorlar da biz mi fark etmiyoruz?

Gelin, bir de Avrupa Birliği kararlarına göz gezdirelim de, bakalım siz de benim gibi mi düşüneceksiniz?

 

AB Parlamentosu 22.12.1993 Tarihli Kararı:
"Türk Devletinin bütünlüğü, yalnızca Kürtlerin kendi dillerini kullanma ve öğrenme hakkıyla ve gelenek ve göreneklerinin varlığını sürdürmesiyle, fakat aynı zamanda uygun düzeylerde idari özerklikle de uyumlu olabilmelidir."

AB Parlamentosunun 24.10.1996 Tarihli Kararı:
(1) "AVRUPA Parlamentosu, Dünya'nın her tarafındaki milyonlarca Ortodoks Hristiyan için, Konstantinopolis'teki (dikkat ediniz! “İstanbul” yerine bu isim kullanılmıştır) Patrikhanenin, önemini göz önünde bulundurarak, Türk yetkililerinin Ekümenik Patrikhanenin tam olarak korunması konusundaki yükümlülüklerinin farkında olarak, Ekümenik Patrikhanenin ve diğer dinsel yerlerin binalarının korunması yönünde, gerekli önlemleri alması için, Türk yetkililerine çağrıda bulunur."

 

Avrupa Komisyonu 08.11.2000 Tarihli Raporunda:
“Heybeliada'daki Ruhban Okulu'nun kapalı kalması konusu da dâhil olmak üzere, 1923 Lozan Antlaşması kapsamında olsunlar olmasınlar, Müslüman olmayan tüm kesimlerin somut taleplerinin, gerektirdiği gibi incelenmesi gerektiğini” belirtmektedir.

 

17.09.1992 Tarihli AB Parlamentosu Kararı:
TÜRK Güvenlik Güçleri, 1992 yılında 205 kişiyi yargılamadan idam etmiştir. Türkiye'nin güneydoğusunda sürmekte olan olağanüstü hal, derhal kaldırılmalı; Türkiye'deki Kürt sorunu ile ilgili olarak, bir uluslararası konferans düzenlenmelidir.”

17.09.1998 Tarihli AB Parlamentosu Kararı:

AVRUPA Parlamentosu, Türkiye'nin Kuzey Irak işgalini lanetler ve PKK terörizmiyle baş etme ihtiyacının milletlerarası sınırların ihlal edilmesini haklı kılmadığını düşünür.” “Kürt kimliğinin yasal olarak tanınarak, PKK'nın ateşkes çağrısına uyulması isteniyor ve Türk Ordusunun, Kuzey Irak'a girmesi işgal olarak tanınmakta ve lanetlenmektedir.”
Avrupa Parlamentosu Genişleme Grubu'nun 10.02.2000 Tarihinde Hazırladığı "TÜRKİYE ve Avrupa Birliği ile İlişkiler" Raporundan Aynen:
(1) “AB kurumlan, Türk Hükümetinden Kürt halkına uyguladığı baskılara siyasi bir çözüm bulmasını ister.”
(2) Avrupa Parlamentosu, “15 Ocak 1998 tarihli kararıyla, bu sorunun çözümü için uluslararası düzeyde girişimde bulunması için Avrupa Birliği'ne çağrıda bulundu ve Konsey'e ve üye devletlere de Kürtlere karşı insan hakları ihlalleri sorununu Birleşmiş Milletler İnsan Haklan Komisyonu'nda gündeme getirmeleri çağrısını yaptı.”
(3) “Türkiye Avrupa Birliği'ne üyeliği görüşüyle bir plan doğrultusunda Kopenhag Kriterlerini yerine getirecekse, Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasının hayati önemde olduğunu vurguladı.”

-Sevr’deki azınlık haklarını anımsatmıyor mu size?

15.02.1996 Tarihli AB Parlamentosu Kararı:

“Türkiye'nin Avrupa Birliği’nin bir üye devleti olan Yunanistan’ın egemenlik haklarını tehlikeli bir biçimde ihlal etmesinden ve Ege'deki askeri gerginliğin artmasından ciddi biçimde kaygı duymaktadır. Yunanistan'ın sınırlarının, aynı zamanda Avrupa Birliği’nin dış sınırlarının parçası olduğunu vurgular."
(AVRUPA Parlamentosu, Doğu Ege'de Kardak Adası ile ilgili olarak; Türkiye'nin provokatif askeri operasyonlarından kaygı duymaktadır. Kardak Adası; 1923 yılındaki Lozan Antlaşması, 1932 yılında İtalya ve Türkiye arasındaki protokol ve 1947 Paris Antlaşması’na göre, On iki Adalar grubuna dahildir ve 1960'lı yıllardaki Türk haritaları bile bu adaları, Yunan toprağı olarak göstermektedir.)

Sevr’deki sınır maddesini bir daha okumalısınız!

Kıbrıs’la İlgili Kararlar
06.10.1999 Tarihli Kararı:

“Avrupa Parlamentosu, Türk yetkililerinin Kıbrıs konusuyla ilgili BM kararlarının kabulü ve uygulanması temelinde ve (Kıbrıs'ın) Avrupa Birliği'ne katılması konusundaki görüşmelerin kesintisiz bir biçimde sürdürülmesinden bağımsız olarak, siyasi bir çözüm bulunmasına bir kez daha aktif bir biçimde katkıda bulunmasını ister,”
Avrupa Parlamentosu Genişleme Grubu'nun 10.02.2000 Tarihinde Hazırladığı “Türkiye ve Avrupa Birliği ile İlişkiler” Raporundan Aynen:
“Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yüzde 37'sini, yasa dışı bir biçimde işgal etmektedir. Genişleme süreci 31 Mart 1998 tarihinde başlatılmıştır ve 10 Kasım tarihinde de aralarında Kıbrıs'ın da bulunduğu ilk ülke grubu ile katılma görüşmeleri başlamıştır. Üyelik, adanın tümünü kapsamalı ve adayı bölen anlaşmazlığa barışçıl bir çözümün bulunması sürecini hızlandırılmalıdır.”
Avrupa Komisyonu 08.11.2000 Tarihli Raporunda:
(1) Avrupa Birliği, devlet yetkilerinin merkezi idareden mahalli idarelere devrini savunmakta ve bu amaçla mahalli idareler reformu yasa tasarısının kabulünü istemektedir; "Merkezi idarenin mahalli yönetim üzerindeki denetimi güçlü olmaya devam etmektedir. Daha öte bir âdemi merkeziyetçiliği amaçlayan ve halen bakanlıklar arasında görüşülmekte olan mahalli yönetime ilişkin yasa taslağının kabul edilmesi beklenmektedir."
(2) Avrupa Komisyonu, Türkiye sendikacılık hareketinin, "Mezarda Emeklilik" olarak nitelendirdiği ve "Sosyal Güvenlik Reformu" adı altında sürdürülen uygulamaları da desteklemekte ve bunlara acilen ihtiyaç olduğunu belirtmektedir. Gümrük Birliği anlaşmasının tek taraflı uygulanması. Türkiye, üçüncü ülkelerle tercihli ticaret anlaşması yapma hakkına sahip değildir. (Gümrük Birliği Anlaşması. Madde.16)

   AB Adalet Divanının Gümrük Birliği ile ilgili olarak aldığı bütün kararlara ve ileride alacağı kararlara kesin olarak uymakla yükümlüdür, ancak alınan kararlara katılma veya veto etme hakkı bulunmamaktadır. (Gümrük Birliği Anlaşması. Madde.64)

Bunlar ticaret ve özel hukuk başlığındaki maddeler değil mi?

     

   Samimi söylemek gerekirse yasaları biraz değiştirseler belki ben de yutardım ama o kadar kendinden eminler ki değiştirmeyi bile düşünmemişler.Bu maddelerle Fatih Rıfkı Atay’ın sözüyle “Bize ait olduğunu söylediğimiz bu memlekette bize ait bir şey kalmıyor”.

   Kopenhag kriterleri Sevr’in yerini tutmalıdır” diyen, Ulla Hoffman daha sonra ise “AB eğer Türkiye’yi üyeliğe alacaksa, Türkiye Lozan Antlaşması ile yaptığı hatayı düzeltmelidir” demiştir. Fransız milletvekili Jacques Toubon'un “Türkiye AB'ne girmek istiyorsa Sevr'i kabul etmek zorundadır” ve Almanya eski Başbakanı Helmut Kol “Türkiye için bir Yugoslavya modeli öngörülmektedir ” sözleri birbirleriyle örtüşmektedir. Açıklamalarında bile gerçeği söylüyorlar.

   Amaçlarının AB kontrolünde kalmasını sağlayarak, parçalamak olduğunu görmemek için kör numarası da yetmiyor maalesef.

      Türkiye'yi parçalara ayıran Sevr'in maddeleri ile bugün yukarıda tek tek belirtilen AB'nin dayatmaları birbirleriyle bağlantılıdır. En büyük fark ise: Sevr'e direnen bizdik, şimdi ise Sevr'in benzeri olan sözde İlerleme Raporları olarak sunulan şartları kabul etmek için çaba harcayan, yalvaran ve hatta Avrupa kapılarında el pençe divan duran da ne yazık ki yine biziz.

   Güzel de bunu bilmemize rağmen niye hâlâ peşinden gidiyoruz?

   Dünün AB karşıtları niye bugün en büyük destekçileri oldu, hiç düşündünüz mü?

   Bence Sevr Antlaşması’nın hükümlerini bir daha okuyun, siz de anlayacaksınız. Zaten AB de Sevr’in diğer maddelerini yakında önümüze koyar; merak etmeyin. O zaman destekçilerin nasıl hareket edeceğini hepimiz biliyoruz. AB’yi arkasına alan şakşakçıların durumu belli olmuyor mu; ihalelerde, yolsuzluklarda? İç politikada herhangi bir zorluk çıksa asker olsun, Kemalistler olsun, vatanına sahip çıkanlara hep AB için diye yalanlar atmıyor mu bunlar? Sivil anayasa adı altında ulus devlet, üniter devlet anlayışını yıkmaya zemin hazırlamıyorlar mı? Şimdi daha sormak istiyorum; AB üyesi olmak için her ne pahasına olursa olsun teslimiyetçiliği gerektirmiyor mu? Evet, böyle bir üyelikle mi kendimizi geliştireceğiz? Dün “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” diyorduk, şimdi egemenlik kayıtsız şartsız AB ve ABD’nin, diyerek mi hayatımızı sürdüreceğiz?

Artık uyanmalıyız; yoksa uyandığımızda biz, biz olmayacağız.

 Dipnotlar:

-Sevr, Lozan Anlaşmaları ve AB,  A. Öner PEHLİVANOĞLU

-AB Süreci mi, Sevr Süreci mi?    Erol MANİSALI 

-Sevr Antlaşması Maddeleri, VİKİPEDİ

-AB VE TÜRKİYE GÜMRÜK BİRLİĞİ EK PROTOKOLÜ

                                                                             ÇAĞDAŞ DERDİYOK

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.