Suriye’de Teslim Alınmak İstenen Yalnızca Esad Değil!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Etnik kimliklerin savaşı ile başlayan sözüm ona devrimler, işsizliğin etkisi ile iyice intikam hırsına dönüşüyor. 

Şüphesiz ki tüm dünya, özellikle Ortadoğu da yaşayan insanlar bu sürecin Büyük Ortadoğu Projesinin hayata geçirilmesi olduğunun farkında.

Libya örneğinde, NATO’ya 28 Şubat'ta "ne işin var senin Libya’da?" diyen Türk Başbakanı, bu sözlerinin kırkı çıkmadan Libya’ya NATO müdahalesini ve ona destek vermeyi Mecliste onaylayarak, hariciyenin bilinen adıyla “mekik diplomasisi”ni tersinden işletti.

Yeni dünya düzeninde Türkiye’ye biçilen rol, emperyalist babaların oynadığı oyunda “fasulye” niyetine şekilleniyor, buna karşılık –hükümet için söylemiyorum bu sözü kraldan çok kralcılara gelsin- bazıları güneşin, kendileri öttükleri için doğduğuna inanıyor.

Uluslararası konjonktür,Türkiye’nin etrafında şekillenirken, geleceğin inşasında etkisiz bir Türkiye yaratılıyor. Türk dışişlerini yönetenlerin yoğun diplomasi trafiğine karşılık, bağımsızlık yerine işgali desteklemeleri ise tarihi köklerle çelişen bir ülke imajı yaratıyor.

Davutoğlu’nun hayali olan Büyük Osmanlı Projesi -ki bu bilinen BOP’ un alternatifidir- arada bir kendisi tarafından da dile getirilmekte ve orta doğuya bu gözle bakılmasına sebep olmaktadır.

Eski yazılarımızdan birinde, Türkiye’de hükümet karşıtlarının “komşularla sıfır sorun” politikasını yanlış anladığını yazmıştık. Komşularla ilişki kurmazsanız, hiçbir şekilde siyasi ve diplomatik yapılar oluşturmazsanız da “sıfır sorun” tesis edilmiş olur demeye çalışmıştık.

Şimdioradan başlayıp, bu güne geldiğimizde geçtiğimiz yıllarda aramızdaki mayınlı arazileri temizletmeyi düşündüğümüz Suriye ile, özellikle de Esad ailesiyle müthiş bir dostluk örneği sergileyen Türk yönetimi ile bu şekilde ters düşülmesinin nedenleri nelerdir diye sorduğumuzda kendimizce birkaç cevap verebiliriz:

Öncelikle, Amerika’yla aramızda “rol modellik çerçevesi”ndeki müttefikliğimiz ile Büyük Ortadoğu Projesi bu süreçte Türkiye’nin elini kolunu bağlamıştır. Burada Amerika tarafından amaçlanan, bölgede on tane otorite olacağına tek bir otorite olsun yeter mantığıyla özellikle Türk Başbakanının, yerinde tabiriyle Ortadoğu milletlerine Halife yapılması niyeti vardır.

Anlaşma çok açıktır: “Sen bana destek ver, ben seni bölgede güç yapacağım. Dış kararlarda bana bağlı olacaksın.” Kıtalar arası federalizm gibi bir neticeye bu veriler ışığında ulaşmamız mümkün.

Bu sebepledir ki, Amerika tarafından bu coğrafyada planlanan Irak ve Afganistan dahil tüm operasyonlara sonuna kadar destek veren Türk hükümeti 1 Mart tezkeresi dışında sonuna kadar müttefikinin yanında yer almış ve önümüzdeki günlerde de almaya devam edecektir.

İkinci olarak, terör örgütü PKK’nın egemenliğini azaltmak, gücünü kırmak önemli isimlerini etkisiz hale getirmek Türk tarafının önemli bir politik ideasıdır. Çünkü bilinir ki PKK’yı bitiren hükümet, kendi istemediği sürece o koltuktan kalkmaz. 

Bu yüzdendir ki hafta sonu Karayılan’ın İran’da yakalandığı haberleri Türkiye de geniş yankı bulmuş devlet kanalı yalan haber geçmek zorunda kalmıştır. Eğer haber doğru olsaydı PKK’nın bittiğini konuşuyor olacaktı televizyonlar ve Başbakanda katıldığı iftarda bağıra bağıra “Bıçak kemiğe dayandı ramazan çıksın görüşeceğiz.” diye veryansın etmezdi.

Böylesi bir operasyon yapılıyorsa eğer, en gerçekçi senaryo şu: Suriye’ye karşılık Kandil. Yani Amerika ve müttefiklerinin Suriye’yi kontrol altına almasına Türk heyetinin olur demesi karşısında Kandili vermek ve oradakileri Türklere teslim etmek. Başbakanın dediğini referans alıp konuşacak olursak, bayram sonrası Kandili vurmak ve büyük operasyonlar düzenlemek olasılık dahilinde sonuçlar.

Son dönemde genelkurmay karargahının istifası ile de TSK üzerinde mutlak egemenliğini tesis etmiş gözüken hükümet ve başbakanın; bu saatten sonra yapılacak her yanlışta topu taca atamayacağı, karşısında işi yokuşa sürmek için oluşturabileceği bir yapının kalmamasından ötürü de operasyona sıcak baktığı biliniyor.

Üçüncü bir bakış açısıyla Türkiye ile Suriye arasındaki sınır aşan sular sorunu, geçmişten beri varlığını ortaya koyan önemli sorunların başında geliyor. Özellikle Fırat ve Dicle su havzası, su potansiyeli bakımından üç ülkenin ortak suyu sayılması girişimleri göz önünde bulundurulduğunda, yaşadığımız yüzyılın su savaşlarına neden olabileceği bilinen bir gelişmedir. Nil havzasında karışıklık çıkarıp bölgeyi denetlenebilir hale getiren güçler, önce Irak’ı işgal etmiş, ardından Suriye’yi karıştırmış ve yanlarına da Türkiye’yi almışken bu sonuçlara varmamız bir mantık zorlaması olarak ileri sürülemez.

Afganistan’a harekatın meşru zemini 11 Eylül oldu. Irak’a müdahalenin meşru zemini bulunamayan kimyasal silahlar oldu.

Wikileaks ile başlayan yeni dönem ise bakalım neyin sonu olacak.

Bilinen tek şey, Suriye’de teslim alınan tek kişi asla ve asla Beşar Esad olmayacaktır.

İlker EKİCİ

ilker.ekici@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.