Tarihi Perspektiften Şark Meselesi ve Onun Günümüzdeki Uzantısı Kürt Sorunu (2)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

   Geçtiğimiz bölümde, Şark Meselesinin ne olduğunu ve bunun hangi devletlerce, hangi amaçlar uğruna çıkarıldığını, Türkiye’ye yapılan bu saldırıların ve çıkartılan isyanların, neden emperyalizm uzantısı sayılması gerektiğini incelemiştik.

   Şimdi ise bu sorunun ortaya çıkarılışını, Osmanlı’nın iç işlerine müdahalenin bir aracı olarak kullanılışını, sorunun çıkış kaynağına inmeye çalışacağız.

   Öncelikle, Kürt kökenli Türk vatandaşlarımızın etnik kökenlerine ilişkin pek çok tez vardır, ancak Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın da değindiği gibi, henüz kabul edilmiş bir tez, bu konuda yoktur. Yani kesin olarak Kürtlerin kökenleri nereden geldiğine dair genel kabul görmüş bir müspet teori yoktur. Var diyen ise, tarih bilgisinden yoksundur.

   Bu konudaki tezlerden bir tanesi,  onların İrani ya da Arabi kökenli olduklarına dair araştırmaları içerir. Bir diğer kaynağa göre ise onların, menşei Orta Asya’da bulunan Turani bir kavim olduklarıdır. ‘’Türkmenlerin Kürtleşmesi’’ni işleyen M.Eröz ise,  Ziya Gökalp ve kendi saha çalışmalarına dayanarak, Osmanlı Devleti’nin Alevileri baskı altında tuttuğunu, bu sıkıntıların bölgedeki asayişsizlik, iktisadi zorluklar ve Safeviler’le olan devletler arası rekabetle birleşince kendilerine huzur arayan Türkmenlerin Kürt derebeylerine katılmak, onlara bağlanmak yolunu seçtiğini ifade eder. (5)

   Aydın Taneri’ye göreyse,  Kürtler, önceden göçebeyken, kendilerinden daha ileri bir yerleşik medeniyet düzeyine ulaşan Osmanlı’yla kurdukları bağlar sonucu, farklılıklarını hissettirmişler ve bunu telafi etmek için yeni bir kimlik arayışı içersine girmişlerdir. Şerif Mardin’e göreyse, bu farklılığın ortaya çıkma sebebi, Osmanlı’nın yapısında bulunan derin hükmeden-hükmedilen uçurumuydu. Saray ahalisi ve halk arasındaki bu kopukluk, zamanla halk arasında da kültürel bazı kopuklukların doğmasına ve Osmanlı tebaasındaki Türklerin farklı ünitelere ayrılmasına yol açmıştı. (6)

   Kaynak veremeyeceğim ama, bazı medya kuruluşlarında tartışıldığı veya sözde Kürtlerin bir millet olduğunu ve sözde Kürdistan tezini savunanlar, Kürtlerin antik bir medeniyet olan Medlerden geldiklerini ileri sürerler. Ancak daha önce belirttiğim gibi, bunu bir tarih bilgisi olarak kabul edebilmek için yeteri kadar done ve kanıtımız yoktur.   

   Yurtdışı kaynaklarda ise, başta İngilizler olmak üzere Avrupalılar, Kürtleri vahşi, kan dökücü ve Hristiyan oldukları için korumak zorunda hissettikleri Ermenileri katleden bir topluluk olarak görmüştür. (7)

   Fakat aslında, durum aksinedir. Esas olarak Kürtler, komşuları Ermeniler tarafından çeşitli mezalime tabi tutulmuşlar ve 1915-1918 yılları arasında, yuvarlak rakamla 600.000 kişi hayatını bu şekilde kaybetmiştir. Hasan Arfa, The Kurds: An Historical and Political Study (Oxford,1966) adlı çalışmasında bu konuyu işlemiştir. (8)

   Bu konuyu kitabında işleyen diğer bir yazar olan Ximenez ise, Kurds and Armenians adlı kitabında, Batı kamuoyunda, Kürtlerin saldırganlığının abartıldığını, Osmanlı Devleti kadar hiçbir ülkede bu denli hoşgörü olmamasına işaret ederek, herhangi bir Batı ülkesinin, geçmişi eğer kağıt üzerine dökülürse, bu bölgedekinden daha kanlı olduğu görülecektir, demiştir. (10)

   20. yüzyıl yaklaştığında ise, Batıya ait bu oryantalist görüşler, gittikçe “romantik egzotizme” dönüşmeye başlayacak ve Batı insanının bu coğrafyaya bakış açısı daha ılımlı hale gelecektir. Özellikle bölgeyi gezip, gözlemlerini yazan araştırmacılarda, bu görüş hakim olmaya başlayacaktır. (10)

   Bu gözlemciler, yukarıda bahsi geçen durumu daha da ileriye götürüp, Kürtleri Basklara, hatta İskoçlara benzeteceklerdir. Mesela Parfik, Kürt köylülerinin fiziki özelliklerinden çok etkilendiğini belirtmiş, mavi gözlü Kürtlerin İskoç Highlanderlara benzediğini yazacaktır. (11)

   Prof. Dr. Mim Kemal Öke, ayrıca Walter B. Harris’in, From Batum to Baghdad via Tiflis, Tabriz and Parsian Kurdistan ( Londra 1926) adlı kitabından yaptığı alıntıyla şu ifadeyi kitabında yansıtmıştır:

   “Kürtlerin renkli giysileri de pek çok Avrupalı seyyahın dikkatini çeker, beğenisini kazanır. Çeşitli ipek kumaşlardan oluşturulmuş bir sarık, rüzgarla savruldukça adeta kanat çırpan daracık cepkenler, altında bol, fakat genel kıyafete uygun şalvarlar, ayakta Basklıların giydiği espadriller ve bütün bunları tamamlayacak aksesuar kabilinden beldeki kuşağa sıkıştırılmış cembiyeleri pistolleri ve göğüs kafesini bir haç gibi çevreleyen fişekleri ile Kürtler, Avrupalının gözlerindeki hayallerindeki Şark tablosunun vazgeçilmez insan tiplerini oluşturuyorlardı.” (12)

   Detaya çok fazla girmeden konuyu toparlamak gerekirse, yurtiçinde ve Avrupa’da Kürtlerin kökenlerine ve onların bakış açılarına ilişkin çeşitli görüşlere yer verdik. Şimdiyse biraz siyasi örgütlenmelerine bakalım.

   Bugüne kadar 17’si Osmanlı Devleti’nde, 2’si İran’da, 1 tanesi İngiltere hakimiyeti zamanı Irak’ında,  22’si Türkiye Cumhuriyeti’nde,  2’si Irak’ta olmak üzere pek çok Kürtlerin karıştığı isyan patlak vermiş.

   Ancak bu isyanları tek tek incelediğimizde, çoğu herhangi bir siyasi içerikten yoksun, daha ziyade feodal ve dini ayaklanmalardır. (13) Zaten yazı dizisinin birinci bölümünde belirttiğim gibi, Kürt İsyanları diye lanse edilen isyanların çoğunun anahtar kelimeleri aşiret, vergi ve tekke idi.

   Çoğu isyan iddia edilenin aksine tabandan bir halk isyanı değil,  daha çok ağaların, şeyhlerin, aşiretlerin çıkarlarına dokunulduğu için, belli güçlerce çıkartılmış isyanlardır. Benzer isyanlar daha batıda, Kürtlerin yaşamadığı yerlerde de çıkmıştır: Menemen olayı, Börklüce Mustafa’nın Aydın’da, Şeyh Bedreddin’in Trakya’da çıkardığı ayaklanma vb…

   Bu tür ayaklanmaların sebebi genellikle aynı olmakla birlikte, hiçbir şekilde külliyatlı bir ulusal isyan sayılamazlar. Yani çıkan isyanların Güneydoğu Anadolu-Doğu Anadolu’da olması, bunları bir sözde “Kürt ulusal isyanına” dönüştürmez. Bu isyanlar daha ziyade o bölgenin geri bırakılmışlığı, aydınlatılmamışlığı, kandırılmışlığı- kullanılmışlığı ve feodal yapısıyla ilintilidir.

   Şimdi tekrar siyasi yapıya dönecek olursak, esasen emperyalistler o bölgeye ellerini sokana kadar, pek fazla olay olduğu da söylenemez. Fakat 1840’larda, yani “Şark Meselesi”nin ortaya çıktığı 1815 Viyana Konferansı’nın hemen ardı bir zamanda, Türkiye’nin kuzeydoğu bölgelerinde yaşayan ve kimi Hristiyan mezheplere mensup olan Süryanilerle yıllarca aynı bölgede yaşamakta olan Kürtler arasında olaylar çıkarmak için kışkırtmalar yapıldığı bilinmektedir. (14)

   O döneme baktığımız vakit, Osmanlı’nın özellikle kuzeybatı cephelerinde Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve özellikle Çar Petro döneminden sonra da Rusya Çarlığı karşısında aldığı derneşik yenilgilere rastlamaktayız. Bu vaziyet-i umuminin muhtelif sebeplerinden en önemlileri kuşkusuz; bilimsellikten uzaklaşılması, iktisadi hayatın zayıflaması, Sanayi İnkılabının ve dönemin yeni ekonomik düzeninin gerektirdiği dönüşümün yaşanamamış olmasıdır.

   Kısacası, zayıf ekonomi güçsüz ve teknolojik bakımdan geri bir askeri düzen yaratmıştır. Bu da Osmanlı Devleti’ni varlığını sürdürebilmek için dışa bağımlı olmasına yol açmıştır.

   Özellikle İkinci Sanayi İnkılabı ya da “ağır sanayi kapitalizmi” (demir-çeliğin buharlı tren ve demiryolları için kullanılması) (15)  ve bu inkılabın yaşandığı ülkelerdeki burjuvazi sınıfının ürünlerini satmak için durmadan genişleyen bir “Pazar” gereksinimi ile dünyanın her tarafına yayılma eğilimi (16) Osmanlı İmparatorluğu, Babür İmparatorluğu (Mughal İmp.), Çin gibi devletleri, emperyalistlerin açık hedefi yapmış ve geri kalmışlıkla onları emperyalist devletler karşısında savunmasız birer sömürge-yarı sömürge durumuna getirmişti.

   Zira emperyalizmin en büyük fikir babalarından birisi ve Collége de France’da öğretim üyesi olan P.Leroy-Beaulieu, ‘’Modern Toplumlarda Sömürgeleştirmeler Üzerine’’ adlı yapıtında şu ifadeleri kullanacaktır:

   “Sömürgeleştirme bir halkın büyüyen gücü, kendini yeniden üretebilme kuvveti, bir alanda genişleyip çoğalması ve dünyanın büyük bir kısmında dilini, fikirlerini, yasalarını egemen kılmasıdır. Sömürgeleştiren bir halk, kendi ihtişamının ve üstünlüğünün temellerini geleceğe taşır(…) Uygar devletlerin, sömürgeleştirmeyi gerekli bir amaç olarak görmemesi mümkün değildir.” (17)

   İşte bu perspektiften bakıldığı vakit, zengin doğal kaynaklar üzerine kurulmuş olan Osmanlı İmparatorluğu’nun, Yeni Çağ’dan Yakın Çağ’a geçerken,  neden ve nasıl bir anlayışla, -özellikle İngiltere, Fransa ve Rusya Devletleri arasında- bölüşülmeye çalışıldığını ve buna kılıf olarak ‘’Şark Meselesi’nin uydurulduğunu ve mamafih Osmanlı’nın iç işlerini nasıl karıştırdıklarını anlamak çok da zor olmasa gerek.

   İşte günümüzde yaşadığımız bu terör sorunu, bu sebeplerle ortaya çıkartılmıştır demekteyiz. Kanaatimizce, bu sorun günümüzde de, emperyalizmin bayraktarlığını Birleşik Krallık’tan devralan ABD tarafından devam ettirilmektedir.

   Bu geri kalmışlık ile boğuşan Osmanlı, durumunun farkına yeni yeni varmaya başlamış, Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı ile reform çabalarına girmiştir. Tanzimat Fermanı, hiçbir teminat göstermeksizin bütün yurttaşlara eşit haklar, mal ve can emniyeti vaat ediyor; mali, askeri ve adli sahada bazı reformlar ileri sürüyordu. Tanzimat Fermanı’nın ardından Islahat Fermanı, Babıali’nin 1856’da toplanan Paris Konferansı’na katılmasının şartı ilan edildi.

   Bu iki fermanla birlikte, Osmanlı İmparatorluğu’nda yeni bir siyasal görüş belirmeye başladı: Osmanlıcılık. Yani Osmanlı İmparatorluğu’nun bütün tebaasını eşit yurttaş sayma fikri, 1876 Kanun-i Esasi’sinde kabul olundu ve kuramsal olarak, 1918 yılına kadar yürürlükte kaldı. Azınlıklar tarafından benimsenen milliyetçilik akımları ise daha sonradan Türk tebaa tarafından da kabul görmeye başladı. (18)

   Özellikle Islahat Fermanı sırasında görmekteyiz ki, Osmanlı Devleti, yabancı devletlerin diledikleri gibi at koşturabildikleri bir “serbest ticaret bölgesine” dönüşmeye başlamıştı. Tam da emperyalistlerin istedikleri gibi!

   Bu plan tabii ki Osmanlı için pek vahim sonuçlar doğurmuştur. 1900’lere doğru, II. Abdülhamit Düyun-u Umumiye’yi kurmuş, -yani bugünün borçlar idaresi kurumu- bu kurumda alınan vergilerin, borçlar karşılığı olarak yabancı ülkelere aktarılmasını düzenlemiştir.(19) Dahası Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanlığı da, Almanların ellerindeydi. 1917 Aralık ayında Osmanlı Genelkurmay Başkanı, Tuğgeneral Hans von Seeckt idi. (20)

   Osmanlı Devleti, ekonomik ve ticari yönden İngiltere ve Fransa’ya, askeri yönden de Almanya’nın elinde idi. Tabii ki, Mondros Ateşkes Anlaşması’ndan sonra, emperyalist devletler Osmanlı’nın iç işlerini, bizzat Osmanlı’nın başkentinden kontrol etme şansına elde etmişlerdi.

   1815 Viyana Kongresi’nde ortaya atılan Şark Sorunu, 1918’e gelindiğinde, dönemin emperyalistleri tarafından tıkır tıkır işletilmekteydi. Vatan, tam anlamıyla yere serilmiş, başına üşüşen emperyalistlerin vicdanına terk edilmişti. Ta ki 19 Mayıs 1919’a kadar.

   İşte bu yukarıdaki sebeplerden ötürü Atatürk, Nutuk’un ilk bölümü olan ‘’Samsun’a çıktığım gün genel vaziyetin görünüşü’’nde, millî varlığa yararlı ve zararlı cemiyetler ve mensupları, kısacası dostla düşmanı ayırt etmeye yardımcı olacak bilgileri bir bölümde temerküz ettirmişti. Çünkü durum, emperyalizmin Türkleri sömürgeleştirme planından ibaretti. Zaten daha sonra Lenin de, emperyalistlerin bu planlarının belgelerini, açıklayacaktır.

   Bu bölümde, “yapay” Kürt sorununun nasıl oluşturulmaya çalışıldığını, bu sorunun Ermeni meselesi, Rum meselesi, Süryani meselesi vb. nasıl kullanıldığını ve ne şekilde daha büyük bir planın parçası olduğunu ve hangi ortamda zuhur ettiğini, kimlere hizmet ettiğini biraz yüzeysel bir şekilde özetlemeye çalıştık. Bir sonraki bölümde bu husus, daha detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

(Devam edecek…)

Asim.Us@PolitikaDergisi.com

 ___

(5) ÖKE Mim Kemal, Musul-Kürdistan Sorunu ‘’1918-1926’’, s.14 , Bilge Karınca Yayınları 2002 İstanbul

(6)Aynı eser, s.15

(7) Aynı eser, s.15

(8) Aynı eser, s.15

(9) Aynı eser, s.15

(10) Aynı eser, s.16

(11) Aynı eser, s.16

(12) Aynı eser s.16

(13) Aynı eser

(14) SONYEL Salahi R. ,  Gizli Belgelerde Osmanlı Devleti’nin Son Dönemi ve Türkiye’yi Bölme Çabaları, s.40 , Kaynak Yayınları , Mayıs 2009

(15) ALPKAYA Gökçen, ALPKAYA Faruk , 20. Yüzyıl Dünya ve Türkiye Tarihi, s.17, Tarih Vakfı, İstanbul 2004

(16) MARX Karl, ENGELS Friedrich, Komünist Manifesto, s.46, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, Kasım 1968

(17)BEAUD Michel, Kapitalizmin Tarihi, s.179, Dost Kitabevi, Ankara Mart 2003

(18) KARPAT Kemal, Türk Demokrasi Tarihi, s.105-106, İmge Yayınevi, 3. Baskı

(19) ÖZAKINCI Cengiz, Türkiye’nin Siyasi İntiharı ‘Yeni-Osmanlı’ Tuzağı, s.20 Otopsi Yayınları, Nisan 2005

(20) Aynı Eser, s.48

   

 

 

 [Bu yazı, Politika Dergisi Sayı 24’te yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi salık veririz. Sayı 24’ü indirmek için buraya tıklayınız. ]

 

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.