Üçüncü Paylaşım Savaşı Sürerken

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

Kimileri için garip gelecek olan bu başlık, kimileri içinse son derece olağandır. Daha önceki yazılarımızda da kısmen değindiğimiz bu konu ile ilgili ne kadar çok yazılır çizilir ise o kadar faydalı olacak düşüncesindeyim.


İnsanlık tarihi boyunca dünyamızda yapılmış savaşların tamamına yakını bir paylaşım mücadelesinden başka bir şey değildir. On dokuzuncu yüzyılın son çeyreğine kadar ülkeler, kendi halklarının refahını yükseltmek amacı ile başka ülkelere saldırırdı. O dönemde yapılan savaşlar sonucu çok yara alan ülkelerde emperyalizm sistemi parayı yönetecek uluslar üzeri oluşumlar oluşturdu. O dönemden beri de dünyayı yöneten bu güçlerdir. Osmanlının elinde bulunan orta doğunun ilerideki yaşamda olmazsa olmaz zenginlik olan petrolün yarısını elinde tuttuğunu gören paranın efendileri zaten ölümcül hasta olan Osmanlıya çok kolay son darbeyi vurdular. Ancak kendi aralarındaki paylaşımdan doğan anlaşmazlıklar birinci paylaşım savaşını yarattı. Savaş sonunda klasik yöntemlerin dışında bir düşünce üretemeyenler, savaş bittiği andan itibaren büyük bir hızla ikinci paylaşım savaşına hazırlanmaya başladılar. Çünkü birinci savaştaki paylaşımdan hiçbiri memnun olmamıştı. Böylece rakiplerini yok edeceklerdi. Bu bir avuç zengin için birinci savaşta ölen milyonların veya ikinci savaşta ölecek milyonların hiç önemi yoktu. Ülkelerin birbirleri ile savaşmaları buzdağının sadece görülen yüzü idi. İkinci savaş devam ederken Almanya’nın İngiltere’den petrol ve silah alması buna çok güzel bir örnektir.


İkinci paylaşım savaşı bittiğinde paranın efendileri açısından çok kazançlı yoktu. Birilerinin tezleri kazanmış, diğerlerinin ki kaybetmişti ama sömürülecek ülkelerin alt ve üst yapıları çok büyük zararlar görmüştü. Paranın efendilerinin bunları yeniden inşası gerekiyordu. Bu durum onlara ders oldu ve artık bu şekilde dünyayı altüst edecek savaşları yapmama kararı aldılar. Koçbaşı olarak ABD seçilmişti. Onun önderliğinde silahlanma devam edecek, bu silahlar mazlum ülkelerdeki sömürüye baş kaldıranlara karşı çeşitli şekillerde kullanılacaktı.
İkinci paylaşım savaşı bitmiş, bir daha büyük savaş yapmama kararı alınmış, bunu temin için gerekli kurumlar oluşturulmuştu. (Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, IMF v.s.) Ama emperyalizmin var olmasında olmazsa olmaz öğe hep daha fazla sömürmek olduğu için paranın efendileri bir yandan mazlum ülkeleri yardım adı altında sömürürken bir yandan da kendi aralarında çatışmaya başlamışlardı. Bol ve bakir sömürü alanları giderek azalmaya başlayınca paranın efendileri arasındaki anlaşmazlıklarda giderek artıyordu.
Hedefteki Ortadoğu ülkelerini sömürmenin kolay yolu bulunmuştu. Bir kral veya diktatör başa getirilir bu maşa sayesinde o ülkenin kılcal damarlarına kadar girilirdi. Yönetimler kimi zaman cumhuriyet ve demokrasi gibi süslü çarşaflarla örtülmüş olsa bile bu sadece gidilecek yolu değiştirirdi, amacı asla değiştirmezdi. Ortadoğu’daki rejimlere baktığınızda bu sistemi çok açık bir şekilde görmek mümkündür. Bunların içinde bazen söz dinlemeyen diktatörler olursa önce o ülke için demokrasi çığlıkları atılır, düne kadar sarmaş dolaş olan ülke liderleri o diktatörü suçlu ilan ederler, askeri güç olan ABD de oraya demokrasi götürür. (Irak örneği) Uydu ülkelerin liderleri de bu durumu can-ı gönülden alkışlar. Örneğin, Filistin’deki olaylar için aslan kesilen başbakanımız, Irakta bir buçuk milyon insanı öldüren ABD askerine bırakın karşı çıkmayı, yataklık etmeye çalışır. İşte paranın efendilerinin sömürülen ülkeler için düşündükleri ve dikte ettikleri demokrasi budur. O sömürülen ülkelerin çok halkçı liderleri, ülkesinde terör estirir, evrensel insan haklarını ve demokrasiyi ayaklar altına alırlar ama Batı ülkeleri liderleri ve basını tarafından sırtları hep sıvazlanır. Ta ki paranın efendilerinden aksi emir gelene kadar... AB ülkelerinin büyük dostları Kaddafi’den yeni bir Miloseviç yaratmaları neden dersiniz?
Bu yazdıklarımızı çok kişi bilirde kafaları karışmıştır. “Madem o diktatörleri getiren bu kesim di, neden şimdi yıkmaya çalışıyor?” Evet, gerçekten de kafa karıştırıcı bir durum. Emperyalizm, doğası gereği pastayı adil paylaşmıyor. Bu durumda diğerleri ile bir gerginliğe sebep oluyor. İşte bu gün yaşanan bunlardır. Paylaşım yeniden yapılmalıdır. Bu yüzden de 1950’lerde başlayan ve giderek şiddetlenen üçüncü paylaşım savaşı en üst noktalarına ulaşmaktadır. Ancak tam bu noktada devreye bir başka faktör olan sömürülen ülke halkları ve onların başına kim tarafından ne için getirildiğini unutan şark kurnazı diktatörleri girmektedir. Ancak bu durumları çok evvelden öngören paranın efendileri önlemlerini almış, taktiklerini geliştirmiştir.


1) Eğer ülke sözde demokrasi ile yönetiliyor ve lideri de tam diktatör değilse, açık toplum (Saros) kuruluşları ile para saçılır, kanaat önderleri satın alınır, medyanın tamamına yakını manipülasyon için kullanılır, seçimlerde iktidar değiştirilir. (Bizde iktidar süresinin iki dönemi aşmasına izin verilmemesi bu yüzdendir) Yerine yeni bir bağımlı, mümkünse biraz suçlu biri getirilir. Bizde bu iş birkaç defa asker marifeti ile yaptırılmıştır.


2) Halkın bir kısmı diktatörü seviyorsa, o ülke halkı malum kuruluşlar kanalı ile kışkırtılır. Zaten hazır olan diktatör karşıtı bölümü kışkırtmak kolaydır. (Mısırdaki protestolarda bir tane bile ABD karşıtı protesto olmaması bir şeyler anlatmıyor mu? Tam tersi bizde bir zaman yapılan cumhuriyet mitinglerini tertipleyenler ABD karşıtı söylemleri yüzünden bu gün Silivri’deler)


3) Eğer diktatörün aklı başına gelir de giderse ne ala. Yoksa iç savaş çıkarılır. Sonra gelsin birleşmiş milletler gücü. (Yugoslavya’yı düşünün) Ardından bölünüp, söz dinleyen küçücük uydu devletçikler kurulur.


Basın o diktatörleri yerden yere vurur. Onları hain, katil, kan emici ilan eder. Tabii kimsede çıkıp düne kadar neden böyle demiyordunuz demez veya diyemez. Çünkü yıllardır borçlandırılmış, malum yayınlarla beyinleri yıkanmış, tek derdi kimin eli kimin bacak arasında olan toplumun böyle bir soru sorması imkânsız hale getirilmiştir. Kimi ülkelerde din kullanılmış, kiminde borçlandırma politikası egemen olmuştur. Ancak tamamında içi boş ama yoğun görülen eğitim sayesinde halk cahil bırakılmıştır.
Cahil halk köle gibi çalışacak, borç üzerine borç yapıp beyefendilerin refahına refah katacak, gerekiyorsa elinden ülkesi, bayrağı, özgürlüğü alınacak ama ses çıkarmayacaktır. Paranın efendilerinin anladığı ve orta doğuya getirmeye çalıştığı demokrasi budur.
Türkiye’nin bu gün için kanamıyor olması yarında böyle olacak anlamına gelmemelidir. Önümüzdeki yılların en büyük değerleri arasında su ve bor madeni ilk sıralarda yer alacaktır. Bunun bilincinde olarak üniter yapımızın, ulusal birliğimizin paranın efendilerine ve onların işbirlikçilerine peşkeş çekilmesinin önüne geçmeliyiz. Yarın çok geç olabilir…

 

cem.tamturk@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.