Utanç Çadırları

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Erbil DENİZ

Ramazan ayının değerini, önemini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok. Dini değer olarak şüphesiz tüm islam toplumlarında olduğu gibi, bizde de büyük bir yere sahiptir. Ancak ülkemizde "Ramazan" ayrı bir duyguyla yaşanır. Bu duygu dini duyguların üstünde, kültürel duygulardır. Yardımlaşma, iyilik, hoşgörü gibi kavramlar günlük yaşantımızda bu dönemde daha da anlam kazanır. Tabi aksi örnekler de var ama bunlar genel kuralı bozmaya yetmez. Halkın kendi arasındaki yardımlaşma yarışı ne kadar iyi bir toplumsal dayanışma örneği ise, belediyeler arası "yağcılık" yarışı da o kadar komik bir örnek. Halkı seçimden seçime hatırlayan yönetici kesim için bu aylar duygusal istismara diğer bir deyişle hasat tohumlarına en açık zaman aralığıdır. Gelecek kaygısıyla sürekli bir yerler ekilir, dini duygular istismar edilir ve zamanı gelince -ki seçim zamanı- hasat toplamaya başlanır. Gelecek kaygısıyla belediyelerin alışkanlık haline getirdiği, ve her yıl sayıları daha da fazla artmakta olan iftar çadırları, ülkemizin durumunu ortaya koyan, tam anlamıyla utanç vesikalarıdır. İftar çadırlarının kurulma sebepleri; gerçekten yoksul olanlara bu ayda güzel bir iftar sunmak ve kendi evine çeşitli nedenlerle yetişemeyenlere çözüm olmaktır. Şimdi neredeyse her sokak başında, boş alanda, meydanlarda iftar çadırları görmek mümkün. Bunun da iki açıklaması olabilir. Ya ülke olarak çok çalışmaya ve büyümeye başladık evlerimize gidemiyoruz ya da gerçekten bunlara muhtaç duruma düştük. Ekonomik verilere baktığımızda; cari açık, milli gelir, dış ticaret açığı, borçlanma oranı; ilk nedenin gerçek neden olabilmesini pek mümkün kılmıyor. Diğer nedene bakalım... - Durumumuz gerçekten kötü ve iyi olması için hiçbir sebep yok. Geçmişte haber bültenlerinde, ülkemizin hazin durumu şeklinde sunulurdu iftar çadırları. Bu geçmiş çok uzakta değil. 10 yıl önce belki, belki 12 yıl önce... Fakat artık hiç çekinmeden, hatta gurur verici tablolarmışcasına gösteriliyor ve biz de hiç utanmadan izliyoruz. İçimize işledi artık yoksulluğumuz, kabullendik. Başkalarına muhtaç olarak yaşamayı sindirdik beyinlerimize. O yüzden dokunmuyor artık ne bu tür haberler, ne de görüntüler. Çünkü bugün değilsek bile, yarın o çadırda olabileceğimizi biliyoruz. Bir kısmımızın başkalarının insafına kaldığını, kalanlarınsa her an aynı durumda kalabileceklerini anlayabiliyoruz. Bu yüzden ayıplamıyoruz, bu yüzden utanmıyoruz sefil bırakılan halkımızdan. Dini sömürünün her zaman yoğun olduğu ülkemizde, bu manzaralar küçük görünebilir. Hele ki, yine inanç sömürüsünden dolayı Almanya'da açılan "Deniz Feneri" davası gibi davalar çoğaldıkça, siyasetçinin dini duyguları kucağında taşıdığını gördükçe bu tür yardımlar, çadırlar gözümüze mutlaka ufak şeyler gibi gözükecektir. Bizi bütün bu utanç fotoğraflarına alıştırdılar. Milyonlarca dolar ya da euro bir şekilde iç edilirken, binlerden ne olur sorusu artık pelesenk oldu dilimize. Hep dilimizde kaldı şimdiye kadar. Biz dillendirdikçe çadırlar çoğaldı, sömürüler arttı, halk kendi cebine düşman oldu. Dile getirmek sadece bir başlangıç her zaman. Önemli olan, başlangıç şevkiyle eyleme de geçebilmektir. Taşla, sopayla, zorla, hileyle değil; akılla, eğitimle eyleme geçmekten bahsediyorum. Aydınlık genç beyinlerin, diğer çapulculardan farkı olması gerekiyor. Biraz daha mı dile getirelim? Eyleme mi geçelim?

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.