“Eşekliğin Teorisi” Vesilesiyle; Bilinç

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet Ali Yazıcı

Geçtiğimiz ay Ahmet Altan, ABD’de Harvard Üniversitesi Kennedy School of Government’ta bir konferans verdi.  “Türkiye ve Şiddetin Gizemli Nesnesi” başlıklı konuşmasının tam metnini Taraf Gazetesi yayınladı. Oradan okuduk ve böylesine iddialı bir başlık altında söylenenlerin aslında bilimdışı, “edebi bir dille gerçekleri çarpıtma” ve bugün dünyayı kana bulayan güç ve devletleri aklamaya çalışmak olduğunu üzülerek gördük.

Ahmet Altan’ı Türkiye kamuoyu 12 Eylül Darbesi sonrası yayınladığı, devrimcilere küfreden romanlarıyla tanımaktadır. Sonraki süreçlerde, çığırından çıkmış bir şekilde sol-sosyalist değerlere saldırıp liberalizmi ve yenidünya düzenini övüp göklere çıkarırken, kendisini de ısrarla solcu olarak tanımlamaktan geri durmadı. Dünyada ve ülkemizde sermaye egemenliğinin globalleşme adı altında ifade edilen yeni dönemin değerlerinden biri olan “Parlayan her şeyin altın sanıldığı” yanılsaması onu hümanist, özgürlükçü, demokrat, anti-militarist, solcu ve bilumum iyi sıfatlar taşıyan bir yazar yapmaya yetti. Şimdilerde ise, Fetullah Gülen Cemaati desteğiyle ve eskimiş solcu artıklarıyla Taraf Gazetesini çıkarmaktadır.

Kadın ruhunu çok iyi tanıdığı iddiasıyla yazdığı, aslında kadınlara hakaret etmekten, onları aşağılamaktan başka bir şey olmayan romanlarını en çok kadınlar okudu. Kürt sorunu, demokrasi, ordu, darbeler, vb. birçok can alıcı konuda makale yazdı.

Kendi derin ilişkilerini oluşturup devletleşmeye çalışan AKP Hükümetini, sözde ileri demokrasi adına cani gönülden destekliyor. Ahmet Altan’ı şimdilerde anti-orducu görüyoruz. AKP’nin Ordunun bir kesimini tasfiye etme mücadelesine destek vererek ne kadar anti-darbeci olduğunu kanıtlamaya çalışıyor bizlere ama Cemaat liderliğinde ordulaşan Emniyet (polis) aleyhinde tek bir satır yazmıyor. Bunun sebebi her halde, Taraf Gazetesinde tam sayfa yayınlanan BİM gibi menşei belli kuruluşların reklamları olsa gerektir.

Bir dönem Kürt sorununu kafasına sardı ve meşhur Atakürt makalesini kaleme aldı. Ahmet Altan’ın Kürt sorununa yaklaşımı her dönem, adı geçen konferansta söylediği gibi, “Türklerin, Kürtlerin çocuklarını kendi anadillerinde eğitmelerine izin vermemeleri”nden bir milim öteye geçmedi. Bu cümleyi kurarken Ahmet Altan’ın “bilinçaltı”nda acaba Türklerle-Kürtleri birbirlerine düşman etmek var mıydı?  Bilemiyoruz ama sorunun tarihsel olarak ezen-ezilen ilişkisinden kaynaklandığını, Türkiye Egemenlerinin (Türklerin değil) Kürtlere olan düşmanlıklarının bir ürünü olduğunu Ahmet Altan bilmiyor muydu acaba?

Ahmet Altan için insanlık tarihi belirleyicisi ,“inançlardan, bilinçaltındaki ulaşamadığımız birikimlerden, içgüdülerden” meydana gelen kocaman bir karanlıktan başka bir şey değildir. Onun kavram hazinesinde sınıf mücadelesi ya da sınıf mücadeleleri tarihi bulunmamaktadır. Özel mülkiyetin, dolayısıyla sınıfların ortaya çıkmasından bu yana emek eksenli insanlık mücadelesinin aslında gayriinsanîleşmeye karşı olduğunu bilmemektedir. Bu da ezen-ezilen, sömüren-sömürülen mücadelesidir ve Ahmet Altan özde hep egemen olan düşünceyi savunmuştur/savunmaktadır. Esasta her zaman egemen olanın yanında yer alırken, kendini gizlemeyi başarmış ve dışarıya karşı ne kadar demokrat olduğu yanılsamasını (imajını) vermiştir.

Konuşmasının bir yerinde “Hayatın hareketinin belirleyicisi vahşettir.” diyor.  Bunu, insanla hayvan ayrımını koymadan yapıyor. İnsanın aklıyla, hayvanın ise içgüdüyle hareket ettiği basit gerçeğini bile bilmezlikten/söylemezlikten geliyor. Burada amaçlanan, gerçek dünyada toplumsal, siyasal ve ekonomik vahşetin sorumlularını gizlemek, yanılgılar yaratmak ve hizmetinde olduğu güçlerin şimşeklerini üzerine çekmemektir.

Vahşet duygusu insanın doğasında bulunmamaktadır. Sınıfsal çıkarların ve özel mülkiyetin ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, çıkar ve menfaatlerin korunması amacıyla gücü elinde tutanlar tarafından yaratılmış ve insana bulaştırılmış bir özelliktir. Aşılamayacak, yok edilemeyecek bir yanı yoktur. Sınıfların ortadan kalktığı, sınıfsız-sömürüsüz özgür bir dünyada, insan bilincine sonradan girmiş olan bu duygu da ortadan kalkacaktır.

İnsan, toplumsal bir ortama doğar ve bilinci, kimliği ve kişiliği o ortamın değerlerine göre oluşur ve gelişir. Vahşet duygusunu algılamayan, onunla hiçbir şekilde karşılaşmayan bir insan, onu yaşamının ilerleyen dönemlerinde denemez ve bilince de çıkarmaz.

Ahmet Altan, Dünyada ve Türkiye’de gelişen bütün vahşi olayların, zulüm ve katliamların tek nedeni olarak, insanın bilinçaltındaki vahşet duygusunu sorumlu tutuyor. Ona inanacak olursak, bugün dünyada sermayenin egemenlik aygıtı olan emperyalist güçler yoktur. ABD ve Batı Emperyalizminin dünyayı talan etme politikaları insanların bilinçaltlarının ürünüdür. Örneğin ABD’nin Irak, Afganistan işgali ve oralarda yaşanan vahşet, ABD Başkanı George W. Bush’un bilinçaltının bir ürünüdür. Libya’da ki vahşetin ve akan kanın, yağma ve talanın tek sorumlusu Obama ve Sarkozy’nın bilinçaltlarındaki vahşet duygusudur. Emperyalist güçlerin ve uluslar arası tekellerin menfaat ve çıkarları söz konusu değildir.

 Ahmet Altan’ın Konferansının hiçbir yerinde bir kez bile olsa emperyalizm, kapitalizm kelimeleri geçmiyor. Dünya Bankası, NATO ve BM gibi emperyalist kuruluşların adı anılmıyor. Bugün dünyanın birçok yerinde yaşanan vahşetin tek nedeni olarak insanın bilinçaltındaki vahşet duygusu gösteriliyor. Oysaki İnsanlık tarihinde yaşanan bütün vahşet ve katliamların sorumlusu, silah ve ordu tekelini elinde bulunduran, egemen olan sınıflar ve onların kurdukları devletlerdir. Günümüzde de bu durum geçerlidir. İnsanlığa reva görülen katliamların tek sorumlusu, dünyayı egemenliği altına almaya çalışan sermaye güçleri ve emperyalist devletlerdir. Ahmet Altan bunları söylemekten ısrarla kaçınıyor ve ne kadar Amerikancı olduğunu bir kez daha deklere ediyor.

Teorik Bir Özet:Bilinç Ve Alt bilinç Ya Da Bilinçaltı

Ruh, akıl, zekâ gibi insan özellikleri,  insan beyninin (yeni korteks) ürünleridir. Hepsi farklı içeriğe sahip görünseler de tüm bu kavramları bilinç üst başlığı altında toplamak ve değerlendirmek mümkündür. Çünkü bilinç, dar kapsamlı bir içeriğe sahip değil, aksine insan etkinliğinin ve davranışlarının tüm yönlerini kapsayan bir özelliğe sahiptir.

Duyu organları aracılığıyla algılanan/duyumsanan, dış dünyadan alınan verilerin kaydedildiği, işlendiği, birbirleriyle ilişkilerinin kurulup yeniden dış dünyaya insan etkinliği olarak dönmesini sağlayan insanın duyusal-zihinsel süreçlerinin toplamı olan bilinç sağlamaktadır. Toplumsal yaşam içerisinde de var olan bilinç; insan olarak gerçekleştirdiğimiz, gerçekleştirmediğimiz ve elbette gerçekleştiremediğimiz tüm etkinliklerin kaynağıdır. Duygularımız, düşüncelerimiz ve bunların yönlendirdiği, organize ettiği insani ya da gayri insanı etkinlik ve davranışlar bilincin dışında var olamazlar.

Bilinç maddenin kendisidir ve aynı zamanda hem özne hem de nesnedir. İnsan beyni, maddenin en yüksek ve en gelişmiş biçimidir. Bilinç de bu gelişmiş maddenin ürünüdür. Ve bilinç, maddesiz bir önceliğe sahip olmadığı gibi, tam tersine maddenin gelişmişliğinin bir sonucudur. Bilincin ortaya çıkışına ve gelişimine ancak maddesel süreçlerle ulaşabiliriz.

Canlı varlık, madde ve toplumsal bir yapı olmadan bilinçten söz etmek olanaklı değildir. Bu anlamıyla yaşamı var eden, belirleyen bilinç değil, aksine onun varlık temeli, gelişmesinin koşulu maddesel öncelik, maddi yaşam ve toplumsal üretim süreçleridir. "İnsanların varlığını belirleyen onların bilinci değil, tersine onların bilincini belirleyen onların toplumsal varlığıdır." diyordu Marks. Ve Engels, sarayda yaşayanla kulübede yaşayanların aynı düşünmeyeceğini söylüyordu. 

İnsan bilinci değişime açık bir yapıya sahip olmasıyla nesne özelliği gösterirken, olay ve olguları birbirleri arasında ilişkilendirip, bağ kurarak maddi yaşamın değiştirilmesi yönünde kullanmasıyla da özne işlevine sahiptir.

Gelelim, Ahmet Altan’ın, insan vahşetinin gizlendiği alt bilinç ya da bilinçaltı kavramına.  Bilinçaltı, onu savunanlar tarafından tarif edilen şekliyle, insanın bilinç süreçleriyle gerçekte bir ilişkisi bulunmamaktadır. Sadece insanın bilinç süreçlerine etkisi olduğu iddia edilmektedir. Alt bilinç ya da bilinçaltı kavramı, materyalistlerle idealistler arasında sürekli tartışma konusu olmuştur. İdealizm yanlısı felsefeciler bilinçaltını, insanın bilincine ulaşmayan eksik algıların biriktiği bilinç dışı bir bölge saymışlardır. Öyle ki, Alman düşünürü Leibniz´in “bulanık algı” adını verdiği bu eksik algıların bıraktığı bilinç dışı izler bu bölgede toplanıyor ve zaman zaman da bilinci etkiliyordu. Bu bölge esrarlı bir bölgedir ve bilinmesi olanaksız izlerle doludur. Bazı düşünürler ise insan etkinliği ve davranışlarını bu bölgenin belirlediğini/yönlendirdiğini iddia edeceklerdi. Bir zaman sonra Freud bu bölgenin sırlarını çözmeye çalışacaktı ama bize göre başarılı sonuçlara ulaşamadı.

Materyalistlere göre, bilinçaltının ya da alt bilincin bilinmeyecek hiçbir yanı yoktur. Herhangi bir olguyu ya da olayı algıladığımızda onunla birlikte ve onunla ilişkili olarak bir takım yan/tali olguları da algılarız. Dikkatimize bağlı olarak esas olguyla ilgilenir ve bu yan olgularla ilgilenmeyiz. Üzerlerinde durmadığımız ve dile getirmediğimiz için bilincimiz bu olgulardan doğrudan etkilenmez. Bilincimizde gündemleştirdiğimiz konuya bağlı olarak dönem dönem bu yan ya da tali olguları hatırlar, bilince çıkartırız. Bütün bunlar insanın bilinç süreçlerinde gerçekleşir ve yapay olarak oluşturulan alt-üst bilinç türlerine tabi olmadan gerçekleşir.

Red Dergisi, Mart 2012

 

Mehmet Ali YAZICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.