ABD ve AB, Türkiye'yi; Ekonomik, Siyasi ve Askeri Olarak Ele Mi Geçirdi.?

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Osman Altmışdört
Yazının Yazıldığı Tarih: 
12.01.2010

 

2.Dünya Savaşı’ndan sonra süper güç olarak ortaya çıkan olan Amerika, bütün dünyaya çeki düzen veriyor. Özellikle 2.Dünya Savaşı’nda ABD tarafından Japonya’ya karşı ilk kez kullanılan nükleer silahların korkunç yıkıcı gücünün gölgesinde dünyanın; “Kapitalist ve Sosyalist” olarak iki ana bloğa bölünmesi sonucu, “Kapitalist Dünya’da” Amerika’nın başını çektiği NATO ve Sosyalist Dünya’da da Rusya’nın başını çektiği SSCCP’nin (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) kurulması “soğuk savaş” dönemini başlatmış oldu. Türkiye, tarihsel olarak Rusların boğazları geçerek sıcak denizlere inme politikasının korkusu nedeniyle Adnan Menderes hükümeti döneminde, bağlantısız ülke olma konumunu bırakarak, “Kore Savaşı’nda” ABD’nin yanında yer almak suretiyle ödediği kefaret karşılığında NATO şemsiyesi altına girmesi, Türkiye’yi Amerika tarafından kolay kontrol edilebilecek bir ülke haline getirdi. Özellikle” Soğuk Savaş Dönemi” denen, bu dönemde dünyadaki Sovyet yanlısı “öğrenci ve İşçi gruplarının” kapitalizme karşı başlattıkları işyeri işgalleri, grevleri ile okullarda başlayan Sağ – Sol öğrencilerin silahlı çatışmasına dönüşen olaylar zincirinin başladığı ülkemizde de yaklaşık 30 bin cana mal olan ve 1983 yılına kadar süren döneme “soğuk savaş dönemi” deniyor. ABD’nin yıldız savaşları projesi ile teknolojik ve ekonomik olarak geride kaldığını anlayan Rusya’nın, Sovyetler’in ekonomik gücünü daha fazla taşıyamayacağını anlaması sonucu Rus lider Gorbaçov döneminde başlatılan glasnost ve prestroika dönemi Sovyetlerin dağılmasıyla sonuçlandı.
Sovyetlerin yıkılması ve “soğuk savaş döneminin” sona ermesi NATO’yu işlevsiz hale getirdi. Daha önce yeşil kuşak projesiyle, Rusya’nın önderliğinde sosyalizmin yayılım politikasına karşı özellikle Afganistan’da işbirliği içinde bulunduğu “Radikal İslam” ile olan beraberliğinin de bitirmiş oldu. NATO’nun yaşayabilmesi yanında kapitalist dünyanın enerji ve doğal kaynak ihtiyaçlarının giderilmesi aynı zamanda kontrol edilmesi için yeni bir düşman gerekiyordu. Bu düşmanda 11 Eylül, Newyork’ta bulunan kapitalist dünyanın sembolü olan ikiz kulelere yapılan “radikal İslami El-kaide” terör örgütü üzerine kalan bu kanlı eylemden sonra NATO’nun yeni görev alanı da “Radikal İslam” olarak belirlenmiş oldu. Artık daha çok ekonomik kaynaklar üzerinde Çin‘in egemenlik kurması önlenmeye çalışılırken, Rusya’nın da gücü kırılmaya çalışılmaktadır. ABD ve ortakları bu savaşta konvansiyonel silahların yanı sıra hafif nükleer silahlar ve bazen de kimyasal silahların kullanıldığı yeni bir savaş dönemini başlatmış oldu.
Tek partili döneme rastgelen 2.Dünya Savaşı’nda Türkiye, İsmet İnönü’nün başarılı oyalama politikası sayesinde savaşa girmekten kurtuldu. Atatürk’ün sözleriyle “ Yurtta Sulh Dünya’da (Cihanda) Sulh “ düsturunun devamı olan bu politika, Türkiye çok partili düzene geçince, Rus tehtidinin de etkisiyle unutularak, yerine askeri ve ekonomik bağlantılı, batı eksenli politikalar ağırlık kazandı. Mevcut yönetimler, batının ekonomik ve siyasi işgalci politikalarına zaman zaman direnmiş olsalar da iktidarlarını korumak kaygısıyla bugün de olduğu gibi çoğunlukla ortama uygun davranmayı yeğlemişlerdir.
Batı’nın isteklerine başta direnmeyen Adnan Menderes, Atatürk döneminde kurulan “Traktör ve Basma Fabrikasını” özelleştirme yoluyla kapanmasına neden oldu. Nuri Demirdağ tarafından kurulduktan sonra İsmet İnönü tarafından devletleştirilen uçak motoru ve uçak fabrikası ile tank fabrikasını NATO standartları gerisinde kaldı diye kapatan Adnan Menderes, Ereğli Demir-Çelik Fabrikası’nın yassı çelik bölümünü ABD'den alınan Marshall yardımını onların isteği dışında aktarması sonucu kurdu. Batı’nın Türkiye'yi tarım ülkesi olarak kalmasını istediğini anlayan Menderes hükümeti, Rusya‘ya yanaşmak istemesi nedeniyle, 27 Mayıs 1960 askeri darbesiyle devirtilmek suretiyle idam sehpasında iktidarını sonlandırmışlardır.
Yine Türkiye’de 1971 askeri muhtırası, 1980 askeri darbesi, ABD ve Batı’nın teşvikleriyle yaptırıldığı kamuoyunca bilinmektedir. İran örneğinde Şah Rıza Pehlevi’nin devrilmesinde de petrol yataklarını Batı’nın elinden alıp millileştiren şah, Batı’nın korumasında olan Humeyni'nin Radikal İslami güçleriyle iktidarından ediliyor. Saddam örneğinde de; ABD'nin adamı olan Saddam onların menfaatlerine dokununca, Saddam‘lı Irak, çeşitli bahanelerle kanlı savaşla işgal edildikten sonra işgalciler Saddam’ın kafasını idam sehpasında kopartmak suretiyle Irak’ı hizaya getirilmiş oldu.
Yakın tarihimizde ki birçok ekonomik ve siyasal olaylara bakarsak Batı’nın Türkiye’yi ekonomik, siyasal ve askeri olarak ne kadar çok hırpaladığını da görmüş oluruz.
Türkiye’yi tarım ülkesi olarak bırakmak için yapılanlara hele bir bakalım...
Mümkün olduğunca Türkiye’yi ağır sanayi hamlelerinden alıkoymak için Marshall yardımında olduğu gibi, Batı’nın ve ABD’nin elinde envanterden kalkmış askeri araç ve silahları hibe adı altında Türkiye‘ye vermek, böylece satılacak yedek parça sayesinde hibeyi kat be kat pahalı satmış olmaktır. Amaç nasıl olsa bedava veriyorlar diye ihtiyacımız olan askeri araç ve silahları Türkiye’yi üretmekten alıkoymaktadır. Kıbrıs Barış Harekatı’nda olduğu gibi benim silahımla savaş yapamazsın deyip ambargo uygulamak bunun en büyük örneğidir. (Bu ambargo sayesinde kendi askeri ihtiyaçlarımızın kendi imkanlarımızdan mümkün olduğunca karşılanması yoluna gidilmiştir.) Bilindiği gibi ABD’nin, Türkiye'ye silah ve yedek parça ambargosu uygulaması Türk Milletinin kısmen de olsun aklını başına getirdi. Kendi silahını üretme ve geliştirme fikri çerçevesinde çalışmaların başlamasına sebep oldu. Yine Osmanlı döneminden beri dünya afyon üretiminin çoğunu sağlayan Türkiye, bu üretimden vazgeçilmesi için ABD tarafından bombalanmakla tehdit edilmiştir.
Yine Türkiye’de 1971 askeri muhtırası ve 1980 askeri darbesi, kendi milli otomobil üretimimizin önüne geçmek için ikinci el araçların ülkeye çok ucuz sokulması ve yedek parça yoluyla halkın ve devletin soyulması sağlanmıştır. Kendi imkanlarımızla yaptığımız hatta ihraç ettiğimiz uçakların üretilmesi pahalıya geliyor diye fabrikalar kapatılarak, devrim adı altında ürettiğimiz otomobillerin üretilmesini çeşitli bahanelerle ortadan kaldırılmıştır. Bu dönemde Güney Kore milli gelir olarak Türkiye’nin gerisinde olmasına karşın kendi milli otomobilini üretmeye başladığı için bugün Türkiye’yi çok geride bırakmayı başarmıştır. Yönetimi dahi bizde olmayan, yüksek gümrük duvarının arkasına saklanarak yerli otomobil diye sunulan Fia ve Renualt’da olduğu gibi, galvanizi bile olmayan araçları halka yüksek fiyattan yıllarca kakalamışlardır.
Tarımsal ve hayvansal ürünlerimizin dış pazarlara ulaşmasını yerli işbirlikçilerle beraber, çeşitli kotalarla ve denetim bahanesiyle engelledikleri gibi, tarımsal ve hayvansal sanayimizin de özelleştirilme nedeniyle yok pahasına satılması, ele geçirdiklerini ya kapatarak ya da aldıkları hammaddeyi daha ucuza alıyoruz bahanesiyle dışarıdan almak yoluyla Türk tarımını ve hayvancılığını yok etmeye çalışmışlardır.
Özellikle sendikalı işçi sayısı, özelleştirilen yerlerdeki işçilerin atılması ve işçi maliyetini düşürmek için otomasyona giden büyük sermayenin işçi çıkarması ile dışarıya sermaye göçü yanında ithal sermayenin yatırımdan daha çok mevcutları satın alması, satın alınan yerlerdeki üst düzey yöneticileri ve işçilerin kıyıma uğratılması sonucu 2001’den bu yana nüfus artıyor olmasına rağmen sendikalı işçi sayısı yarı yarıya düşmüştür. Ülkede orta kesim yoksullaştırılırken, yeni yaratılan zengin sınıfı ile işi olup yeterli geliri olmayan çalışanlar ve hiç işi olmayan işsizler (açlar) ordusu oluşmuştur. Tarımsal sanayinin özelleştirilmesi, tarımsal destekleme politikalarının yanlış olması ya da azaltılması tarımsal ve hayvansal üretiminin de düşmesine yol açmış olması köyden kente göçü hızlandırmış, özellikle büyük kentlerde global krizinde etkisiyle işsizler ordusunun çığ gibi büyümesine yol açtığı işsizlik, sosyal patlamalara, intiharlara ve asayiş sorunlarının artmasına sebep olmuştur.
Siyasi alanda ise Batı’nın ve ABD’nin etkilerini özetlemeye kalkarsak, şu çarpıcı örneklere vermemiz mümkündür:
Daha öncede belirtildiği gibi askeri darbelerin olmasında etkilerinin olduğu yadsınamaz şekilde halkımızca bilinmektedir. Parti içindeki siyasi çatışmaların kullanılarak Batı yanlısı kadroların ve liderlerin ve siyasi partilerin iş başına gelmesini sağlamışlardır. Şayet siyasi parti kendileriyle uyumlu değilse ya da sonradan uyumu bozmuşsa darbeler ve ekonomik krizler yoluyla iktidardan uzaklaştırılmıştır. AP’de lider olmasına kesin olarak bakılan Sadettin Bilgiç’in milliyetçi olduğu ve kendileriyle uyumlu çalışmayacaklarını düşündükleri için, Süleyman Demirel’in siyasi olarak geçmişinin yeterli olmamasına rağmen, “Su İşleri Genel Müdürlüğü” yaptığı sırada partinin başına paraşütle indirmişler, mason olmasına rağmen mason değildir diye, Masonlar Locasından belge almak suretiyle AP’nin başına getirilmesi sağlamışlardır. DYP partisi ile Refah Partisi’nin iktidarında Yahudileri sevmeyen ve Batı’ya düşman olan Erbakan ilk antlaşmasını İsrail’le yapmak zorunda bırakılmıştır.
AB üyesi olmak için bin takla atan Türkiye, birlik ülkelerince ötekileştirilen ülke konumundan kurtulamamıştır. Tansu Çiller Hükümeti döneminde gümrük duvarlarını tek taraflı kaldıran Türkiye kendi tarımını ve sanayisini AB ülkelerinin karşılıksız olarak vesayetine sokmuştur. Ülkenin gümrük birliği sonucu milyarlarca dolar zarar ettiği açıklanmıştır. AB’nin yol haritasına uymaya çalışan iktidarlar ülkenin egemenlik haklarından bile feragat etmekten çekinmemişler, AB tarafından dayatılan ülke gerçeklerine uymayan uygulamaları, demokratikleşme adı altında yasallaştıran iktidarlar ülkeyi bölünmenin eşiğine getirirken, ülke ekonomisinin de %50’sinden fazlasını özelleştirme adı altında yabancılara peşkeş çekmiştir. Adeta Osmanlı Dönemi Kapütülasyonlarının yeni biçimi olan küreselleşme yalanıyla ülkenin kaynakları küresel sermayeye aktarılır hale getirilmiştir. 2001 krizini tetikleyen yabancı sermaye kuruluşlarının, ülke değerlendirmelerinde daha önceleri ülke notu konusunda çok cimri davranırken, ülkeyi büyük ölçüde ele geçiren yabancı sermaye nedeniyle artık bol kepçeden not verebilmektedir.
1968 kuşağı olan sağcı ve solcu gençler beraber ABD'nin 6.filosuna karşı eylem yapabilirken,1975-1980 yılları arasında CIA'nın Bulgaristan İstihbaratı ve KGB'nin işbirliği ve Türk mafyası eliyle getirilen silahların sağcı ve solcu Türk gençlerine dağıtılmasıyla birbirine karşı silahlandırılan gençler, yerli işbirlikçilerin kışkırtmaları sonucu 30 bin civarında Türk genci hayatını kaybederken, ABD tarafından yaptırıldığı bilinen 1980 ihtilali sonrası da binlercesi (sağcı -solcu) işkence görmüş hapislerde çürütülmüştür. 1978 kuşağı olarak anılan bu dönem gençliği ( kayıp gençlik kuşağı ) terör ve işkence mağduru olmuşlardır. Ülkenin tümünde askeri sıkı yönetim uygulanmasına rağmen (olağanüstü hal) 11 Eylül 1980 ihtilal sabahına kadar ülkeye hakim olamayan askeri yönetim, nedense ihtilal sabahı tüm Türkiye'ye kolaylıkla hakim olabilmiştir.
1980 ihtilalinden sonra kurulan Bülent Ulusu hükümetinde Ekonomiden sorunlu Başbakan yardımcısı olarak görev yapan Turgut Özal ihtilalden sonra kurduğu ANAP’la, kimse iktidar olmasını bile beklemezken, ABD tarafından askeri düzen karşıtı oluşturulan havayla kamuoyu kandırılarak ANAP’ın iktidar olması sağlanmıştır. Yine ABD‘nin isteğiyle 1980 ihtilalını yapan generaller Yunanistan’ın NATO’ya dönmesini istemeyen ihtilal mağduru hükümetin aksine doğru dürüst güvence bile almadan Yunanistan’ın NATO’ya dönmesini kabul etmişlerdir.
Özal döneminde bir koyup üç almak sevdasıyla ABD’nin Körfez savaşına destek veren Özal Hükümeti üç koyup bir ancak alabilmiştir. Irak’ta Kürt peşmerge güçleri ile Saddam’ın emrindeki askerler arasında çıkan çatışmalar sonucunda Saddam’ın kimyasal gaz kullanması sonucu Kuzey Irak’tan kaçan Kürt peşmergeler Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmışlardı. Sığınanları Türkiye’nin kabul etmesi için dil döken Batı, ABD ve Birleşmiş Milletler sığınma gerçekleştirildikten sonra verdikleri yardım sözlerini unutuvermişlerdi. Türkiye’nin sınırları içerisinde Türk devleti tarafından ihtiyacı karşılanan peşmergelerden daha fazla sığınma talebinde bulunulmasını engellemek için mi bilinmez hükümet, “İncirlik Üssü’nde” bulunan ABD güçlerince “Kuzey Paralelindeki” Kürtlerin korunması için Irak’ın Kuzeyi’nde hat oluşturulmasını kabul etti. ABD fiili olarak Kuzey Irak’ta yarı bağımsız Kürt devletinin oluşum süreci de başlatılmış oldu. Irak’ın Apo’su olan Celal Talabani ABD işgalinden sonra Irak Cumhurbaşkanı olurken, siyasi rakibi Barzani, Kürdistan Özerk Bölgesi Başkanı oldu. Suriye’den çıkartılan PKK, ABD’nin kontrolündeki Kürt Bölgesinde yuvalanmak suretiyle (bu gün dahi sözde ABD tarafından Terörist örgüt olarak tanınmasına rağmen ) Türkiye’ye karşı koz olarak kullanılmaktadır. PKK’nin elebaşısı Apo’nun Suriye’den, Türk devletinin baskısı sonucu çıkartılması ve ABD tarafından idam edilmemek kaydıyla Türkiye’ye tesliminden sonra can güvenliği en üst düzeyde sağlanan Apo hapishanesindeki sırça köşkünden nasıl oluyorsa, anlamak mümkün değil, kendine bağlı milletvekilleri (devletten hizmetleri karşılığı para alan) ve partisi yoluyla pazarlık yapabilmekte,dağdaki PKK’lilerle askeri ve vatandaşlarımızı öldürtebilmektedir. Şehirdeki KCK adlı örgütüyle de sokakları Filistin tipi eylemlerle savaş alanına çevirebilmektedir. Avukatları aracılığı ile gazetelerde köşe yazarı olabilmekte, kitap yayınlatabilmektedir. Apo’nun teslimi ve idamının kaldırılmasında da maalesef bu konuda hassas olan MHP milletvekillerine bile, idamın kalkması yönünde oy kullandırabilen Amerika’nın marifetine ne söylesek azdır diyorum.
Irak’ın işgaline karşı çıkan DSP-ANP-MHP ortaklığında kurulan Ecevit Hükümetini çıkardığı suni 2001 kriziyle bertaraf eden ABD kendi adamı olan Derviş’i kurtarıcı olarak göndermiş, mevcut hükümet denize düşen yılana sarılır misali gökten kurtarıcı gelmiş gibi Derviş’e ve IMF patentli Amerikan politikalarına teslim olmuşlardır. İktidarın hala daha ayak dirediğini gören ABD Ecevit’in ilaçla sağlığını bozmak ve parti içinden bölmek süratiyle iktidarın yıkılmasına ve erken seçime gitmesine yol açmışlardır.
Erken seçim öncesi Milli Görüş gömleğini çıkardığını söyleyen eski Erbakancıların liderleri olan Recep Tayip Erdoğan’ın siyasi yasaklı ve hapisteyken, halkın gözünde mağduru oynayan AKP, ABD tarafından iktidara getirilmiştir. Kendisi hapiste partisi iktidarda olan AKP lideri Recep Tayip Erdoğan hapisten çıkar çıkmaz koşar adım ABD‘nin yolunu tutmuştur. Dünya’nın hiçbir tarafında görülmeyecek şekilde istifa ettirilen AKP’li Siirt milletvekili yerine, Erdoğan, milletvekili seçtirilmiş ardından da Başbakan sıfatıyla ülkeyi yönetmeye başlamıştır. Erdoğan’ın siyasi yasağının kaldırılması, karşıtı olan CHP’nin yardımıyla olmuştur

AKP iktidarı globalleşmek ve AB uyum yasalarının gereğini yerine getiriyorum diye, devletin üniter yapısı da dahil bozmaya başlamıştır. Ülkenin ekonomik kaynaklarının çoğu yabancıların eline geçerken, bunun gereği olarak da ülkesine milletine sahip çıkanlar sebepsiz gözaltına alınmakta, eski düzen artıkları sıfatıyla yargılanmakta ve hapse atılmaktadır. Bu kadar işi yapan Amerika’yı başarısından ötürü üzülerek kutluyor  ve “Büyüksün Amerika" diyorum.

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.