Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- 2 Temmuz - Şiir
- P—Kitap: Seçkiler
- Bastırılıyoruz!
- P—Kitap: Seçkiler
- P—Kitap: 1 Mayıs’a Özel Seçkiler
- Domuz Gribi Aşısı ile Ekonomiye Can Vermek
- P—Kitap: Seçkiler
- P—Kitap: Seçkiler
- Düşman Kim?
- P—Kitap: Seçkiler
- P—Kitap: Seçkiler
- Kardeş Kanı
- Aritman'dan Erdoğan'a "Avni Doğan" Sorusu
- Keser Döner, Sap Döner…
- Chp’nin Seçim Bildirgesi Ne Diyor?
Atatürk ve Sanat
Atatürk’e göre; “Sanat güzelliğin ifadesidir. Bu ifade sözle olursa şiir, nağme ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur.”
Millet hayatında sanatın değerini takdir eden Atatürk; “Bir millet sanattan ve sanatkârdan mahrumsa tam bir hayata malik olamaz.”
Atatürk ve Müzik
Ulu Önder Atatürk “yaşam müziktir” der. Atatürk genel olarak müziğin her türüne açıktır, her türüyle ilgilidir, ilişkilidir. Müzik yaşamını ve kültürünü bir bütün olarak görür, kavrar ve yaşar. Dolayısıyla müzik yaşamını ve kültürünü bütünsel görüş, kavrayış ve yaşayış, onun en belirgin özelliklerinden biridir. Atatürk’ün müzik kültürüne bütünsel yaklaşımı yaşamının her döneminde kendini açıkça belli eder. Türkü söyler, şarkı söyler, zeybek oynar, halay çeker, dans eder, opera izler, senfonik müzik dinler…
Atatürk’ün kendi müzik yaşamında ve kendi müzik kültüründe gözlenen örnek bütünlük, Türkiye’de gerçekleşmekte olan müzik inkılabına yansır. Türk müzik inkılabının genel çerçevesi, Ulu Önderin müzik kültüründe ve müzik yaşamında gözlenen örnek bütünlüğünün köklü ve derin izlerini taşır.
Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün önderliğinde kendine özgü Çağdaş Ulusal Devlet olarak kurulurken yeni ilkeler, yeni amaçlar ve yeni yöntemler öngörülmüş ve belirlenmiştir. Bunların doğrultusunda müzik kültürü ve eğitiminin temeli atılmış, yapılandırılmış ve kurumsallaştırılmıştır.Cumhuriyet’in ilk on beş yıllık evresinde esas olarak ana temellenme, ana yapılanma ve ana kurumsallaşmalar gerçekleştirilmiştir.
Atatürk’ün müzik kültürü ve müzik anlayışı bütünseldir. Atatürk’ün bütünsel anlayış ve yaklaşımıyladır ki Cumhuriyet döneminin ilk evresinde müzik kültürünün ve evriminin tüm kolları gereği gibi ele alınmış ve gelişme yoluna konulmuştur.
Atatürk ve Tiyatro
Cumhuriyet ilan edildiğinde İstanbul’da Dar üln Bedayi ve bazı özel tiyatrolar faaliyet halindeydi. Dar ül Bedayi, 1931′de İstanbul Belediyesi’ne bağlandı. 1934′te ise adı “İstanbul Şehir Tiyatroları” oldu. Tiyatro ve operetleriyle büyük ilgi çekiyordu. Tiyatro sanatının yurda yayılmasında Halkevlerinin büyük hizmetleri görüldü. Ankara Halkevi sahnesinde Akın (1932), Çoban (1932), Mavi Yıldırım (1932) oyunlarının ilk temsillerinde Atatürk de hazır bulundu. Ankara Devlet Konservatuarı Tatbikat Sahnesi’nde gerçek anlamda ilk oyunların temsilinden sonra Ankara’da Devlet Tiyatrolarının kuruluşuna giden yol açıldı.
Atatürk, Dünya tiyatro ve opera tarihinin önemli eserlerinde, antik Yunan tiyatrosunda ve W. Shakespeare’in eserlerinde mitolojinin, destan ve efsanelerin bol-bol kullanıldığını, bu sayede görkemli eserler yaratıldığını çok iyi biliyordu.
Tiyatro, opera, bale sanatlarının alt yapısı oluşturulurken, yeni oyun ve operalar yazılması, bestelenmesi konusu gündeme geldi. Atatürk, Cumhuriyet dönemi güzel sanatlar çalışmalarının kaynağını Türk tarihinin, Türk halk kültürünün ve Cumhuriyet’in getirdiği yeni değerlerin oluşturmasını istiyordu. Bu amaçla, bazı oyunların konularını bizzat kendisi vermiş, bu oyunların metinlerini bir dramaturg gibi inceleyip düzeltmiş, ilk temsillerinde de hazır bulunmuştur. Atatürk, tarih konusuna eğildiği zaman Faruk Nafiz Çamlıbel’e Akın-Öz-yurt-Kahraman üçlemesini yazdırmış, Akın oyununun yazılışını denetlemiş, sonunu değiştirmiştir. Behçet Kemal’in Çoban oyununun temsilinden (3 Nisan 1932) sonra da; “Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdır” demiştir. Atatürk, Münir Hayri Egeli’nin 1932 yılında yazdığı Bayönder, Bir Ülkü Yolu ve Taş Bebek oyunlarının metinlerini de bir damaturg gibi incelemiş, üzerinde önemli düzeltmeler yapmıştır.” Ata, Abdülhak Hamit Tarhan’ın Hakan (1935) oyununu da okumuş bazı satırların altını çizmiştir. Bu oyunlardan Bayönder‘i Necil Kâzım Akses’e, Taş Bebek‘i Ahmet Adnan Saygun’a vererek opera olarak bestelemelerini istemiştir. Atatürk, ayrıca Öz Soy operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli’yi görevlendirmiş ve operanın konusunu bizzat kendisi vermiştir. Türk ve İran mitolojilerini birleştiren, Türk-İran dostluğunu, kardeşliğini vurgulayan bu opera, Ahmet Adnan Saygun tarafından bestelenmiş ve İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Ankara’yı ziyareti sırasında Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi’nde sahneye konulmuştur.
Atatürk ve Heykeltıraşlık
Mustafa Kemal Atatürk’ün heykeltraşlık sanatına olan ilgisini kendi demeçleriyle belirtelim;
“Dünyada medeni olmak, ilerlemek ve olgunlaşmak isteyen herhangi bir millet mutlaka heykel yapacak ve heykeltraş yetiştirecektir. Abidelerin şuraya buraya tarihi hatıralar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu iddia edenler, din hükümlerini gereği gibi araştırıp incelememiş olanlardır.” ( 1923 )
“Aydın ve dindar olan milletimiz, ilerlemenin sebeplerinden biri olan heykeltraşlığı en üst derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesinde atalarımızın ve bunlardan sonra yetişecek evlatlarımızın hatıralarını güzel heykellerle dünyaya ilan edecektir.” ( 1923 )
“İnsanlar olgunlaşmak için bazı şeylere muhtaçtır. Bir millet ki, resim yapmaz, bir millet ki, heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin getirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur. Halbuki bizim milletimiz, gerçek nitelikleriyle medeni ve ileri olmaya lâyıktır ve olacaktır.” ( 1923 )
Atatürk ve Edebiyat
Atatürk sanata olan ilgi ve katkılarının yanında edebiyata da büyük ilgi duymuştur.
Atatürk’ün kaleme aldığı ve 1927 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okuduğu “Nutuk” adlı eseri, Atatürk’ün en büyük edebi eseridir.
Yazmış olduğu “Oğuz Boyları” adlı şiir de Atatürk’ün şiir konusunda ki yeteneğini sergileyen ve herkesin, herkesimin okuması gereken bir eserdir.
İşte Mustafa Kemal Atatürk’e ait bazı şiirler;
Hakikat Nerede?
Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
Tuna ezelden Türk diyarıdır.
Bilinen tarihler söylememiş bunu
Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
Dinleyin sesini doğan tarihin,
Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
Asya’nın ortasında Oğuz oğulları,
Avrupa’nın Alplerinde Oğuz torunları
Doğudan çıkan biz
Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
Türk sadece bir milletin adı değil,
Türk bütün adamların birliğidir.
Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
Ey yığın yığın insan gafletleri
Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
Hakikat nerede?
Mustafa Kemal
Bir Askerin Mezarına
Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,
Beyaz taş var, onun altında bayraklar
Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken…
Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt
İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir
Asker yatıyor…
Onun hâbı istirahate çekildiği şu
Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.
Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar
Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.
Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin
Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,
Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin
Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan
Ona nâilini intizar olmuş!…
Mustafa Kemal
· Harbiye talebesi iken yazmıştır.
–
Beşike Hadisesi İçin
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Sâmiamda vatanın feryâdı
Çıkıyor gönüllere istimdadı
Yaralı bir ananın evlâdı
Etmesin mi anaya imdadı?
Rumeli can veriyor yok mu ilaç.
Edelim sıhhatini istimzaç;
Etmeyelim kimseyi izaç?
Zırhlılar her yeri tehdit ediyor,
Makedonya bunu tes’it ediyor.
İnkırazı bize teyit ediyor.
Yemenin purişi malumu cihan
Ne için eyledi millet isyân?
Zulme ister mi bu yoldan burhan
Turuşkalar bile aldı meydan
Hani kânun-u adaâlet nerede?
Mülk-ü millette himâye saadet nerede?
Haricen mülk-ü himaye nerede?
Bizde evvelki şecaat nerede?
Gelse Ertuğrul şöhret-i pervas
Eder elbette tahayyür ibraz
Vatanın feyzine kâdir olamaz
Yeniden fethine verseydi cevâz…
Yıldırım görse şu ahvâlimizi
Ateş kahrı yakar hâlimizi,
Af eder mi bizim efâlimizi,
Mahveder cumle-i emsâlimizi,
Ey büyük Fâtih’i İstanbul’un…
Bu revş olmadı mı makbulün
Sây ile toplanılan mahsulün
Berhava oldu fakat meçhulün…
Yazık oldu Vatana âh yazık…
Her ağızdan çıkıyor: Eyvâh yazık!..
Acısın bizlere, âh yazık!
Mustafa Kemal
· Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905)
Son Söz;
Cephedeki yadsınmaz kahramanlığının ve müthiş askeri dehasının yanında bir sanatsever, hatta ince ruhlu bir sanatçıdır Atatürk…
Atatürk’ü anarken ve anlamaya çalışırken sanatçı kişiliğini ve hassasiyetini de karakterinde barındırdığını unutmamak gerekir.
Murat HASGÜN
Yorumlar
Yeni yorum gönder