Bir İhtilalin Anatomisi:

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
16.10.2011

1.BÖLÜM

Türkiye’nin kalkınmasını, güçlenmesini istemeyen dış güçlerin hain oyunları, 17 Eylül 1961 yılında ülkemizde uygulandı. Demokrat Parti iktidarı döneminde Adnan Menderes, eylem ve söylemleriyle Siyonistlerin ve onun içinde barınarak güçlenen işbirlikçileri ciddi şekilde rahatsız ediyordu. Onlar rahatsız olurken; DP iktidarı döneminde Türk Halkı, tarihinde hiç göremeyeceği kadar rahat bir yaşam sürüyordu. DP’nin sosyal, ekonomik, eğitim alanlarında uyguladığı çalışmalar halk tarafından takdirle karşılanıyordu. Bunun doğal sonucu olarak DP, on yıl boyunca ülke yönetiminde söz sahibi olabilmiştir.

Türkiye’de gerek siyasi olsun, gerek iktisadi olsun her şey yolunda giderken neden Adnan Menderes idam edildi?  Adnan Menderes’in suçu neydi? Adnan Menderes’i idama götüren bir bebek davası mıydı, yoksa köpek davası mıydı? Elbette hiçbiri değildi. Adnan Menderes dönemini biraz araştırdığımızda; kendi ifadelerinden de anlaşılacağı üzere, milli ve manevi değerlere sıkı sıkıya bağlı bir lider olduğunu görebiliriz. Adnan Menderes, niçin idam edilmek istediğini şu şekilde ifade etmiştir: “Ben Müslüman’ım. Müslüman olduğumdan da şeref duyuyorum. Müslümanlığın çağdaşlaşması için çalışmalarımız var. Açtığımız okullar bunun delilidir. İslam dininin büyüklüğü, insani yönü, adaleti, ilmi ile en mükemmel dindir. Türk Milleti Müslüman’dır! Müslüman kalacaktır. İslamiyet’in bütün icabeti vatandaşlarımız tarafından tam bir serbestliğin içerisinde icra olunacaktır. İnkılâp kanunları halk tarafından benimsenmemişse, jandarma zoruna dayanacaksa, milli vicdanın hilafına olan bu kanunları kaldırmak, demokratik idarenin başta gelen vazifesi olmak icap eder!” Menderes’in son cümlesi, Atatürk ilke ve inkılâplarına yönelik olduğu anlaşılmaktadır.

Adnan Menderes, idam edilmeden önce bir asker vasıtasıyla gizlice Gıyaseddin Emre’ye bir mektup yollamıştır. Bu mektup yakın tarihimizin iç yüzünü ortaya koyan belgelerden biridir.

“Sizlere dargın değilim, sizin ve diğer zevatın iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyorum. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet uğruna koyduğu başını 17 sene evvel almadığınız için sizlere müteşekkirdir. İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme karar-i metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinizce acaba söyleyebilecek misiniz?

Şunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine de 1950′de kurtarabilirdim. Dirimden korkmayacaktınız. Ama şimdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes’in ölümü sizi ebediyete kadar takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna rağmen merhametim sizlerle beraberdir.”

Ezanlar, Milli Şef İsmet İnönü tarafından Türkçe okutulmuştu. Bu, halk tarafından büyük şaşkınlıkla karşılanmış olsa da, Milli Şefimiz İsmet İnönü, ezanın bu haliyle okunmasını emir buyurmuştu! Ancak Milli Şef, seçimlerde defalarca mağlup olunca; kimi iddialara göre ülkede öğrenci olayları başta olmak üzere pek çok suni olay yaratarak DP İktidarı’nı çökertme faaliyetlerinde bulunmuştur. İnönü’nün sert muhalefetine rağmen İktidara gelen Adnan Menderes, 17 Haziran 1950 yılında Ramazan ayına denk gelen bu günde ezanların orijinal haliyle okunmasını sağladı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ise, Adnan Menderes’in bu uygulamasından ciddi rahatsızlık duyuyordu!

Adnan Menderes’in olumlu icraatları, Yahudi Siyonistleri ve onların işbirlikçilerini harekete geçirmiştir. O günleri, 27 Mayıs darbesinin önemli isimlerinden olan Orhan Erkanlı’dan öğrenelim: “İhtilal yapacak olan teşkilatın kuruluşu 1955 yılıdır. 1955 yılında Türkiye’de darbeyi gerektirecek bir hal var mıydı? Ülkenin dört bir yanında huzur ve güven ortamı hâkimdi. Köylüler, işçiler ve geniş halk kitleleri hayatlarında ilk defa para yüzü görmüş; hakkını arama imkânı bulmuş, kısaca insan olduğunu anlamıştı. İnsanlar, mal ve can güvenliklerinin sağlandığını hissettiler. İlginçtir, böyle bir ortamda darbe hazırlığına başlandı. 1956 yılına gelindiğinde ordu içinde bir sürü gizli kuruluş olduğundan şüphem yoktu. Birçok darbe teşkilatı, kime ve niçin darbe yapılacak? Ülkenin iyiye gitmesi birilerinin işine gelmemiş olacak ki, çok sayıda darbe organizasyonu oluşturuldu.”

Siyonist Yahudiler ve yandaşları, Adnan Menderes’in Siyonistlerin istekleri doğrultusunda davranmadığını anladılar. Bu sebeple ihtilal için düğmeye bastılar. Bu konuyla ilgili olarak İspanyol tarihçi ve araştırmacı Prof. Miquel Angel Cabrera’nın şu ilginç sözlerine dikkat edelim. “1960’a kadar ABD için Türkiye’de her şey iyi gitti. Ama Washington, Menderes Hükümeti’nin ABD’den koparak kendi ekonomik bağımsızlığını kazanmayı hedeflediğini öğrenince duruma müdahale etti ve Gürsel ABD’nin planladığı bu darbeyi kanlı bir şekilde gerçekleştirdi. Bu tarihten sonra da Washington, kendi politik ve ekonomik menfaatleri nedeniyle birçok ülkede sık sık askeri darbe yaptırdı.”

Bu çarpıcı açıklamalardan da anlaşılacağı üzere; Yahudi Siyonistler ve ABD’nin kirli ve kanlı oyunlarına alet olanlar, ülkeye hizmet ettiklerini iddia ederek, “vatan-millet” edebiyatı yaparak esasında Siyonistlerin ve ABD’nin çıkarlarına hizmet ediyorlardı. Şurası muhakkak ki; 27 Mayıs darbesini gerçekleştiren ordu mensuplarından bazıları vatanperver, milletini seven insanlardı. Ancak oynanan bu kirli oyunların farkında olamadılar. Onlar, ülke içinde sahnelenen sanal kargaşaları gerçek zannedip, yanılanlardan oldular.

Emekli asker Memduh Eren, Masonların 27 Mayıs İhtilalı’nı nasıl gerçekleştirdiğini şu şekilde ifade ediyor: “Yurt dışında bir takım bağlantılar olmazsa darbenin başarı şansı yoktur. 27 Mayıs’ı düşünün. Başta Cemal Gürsel olmak üzere, Nasır Zeytinoğlu ve Agahi Şen, hepside evrensel örgütlerle bağlantılıdır. Biz bu evrensel örgütlere, Mason ve Bildirberg teşkilatlarına karşı çıktığımız için işkence gördük”

Bugünlerde de olduğu gibi Adnan Menderes döneminde de Yahudi, Yahudi dönmeleri, Mason ve Siyonist gazeteciler ülkemizde cirit atıyordu. İşte bu işbirlikçiler o dönemlerde de kendilerine biçilen görevleri en kral şekilde yerine getiriyorlardı. Adnan Menderes’in ortadan kaldırılmasında en büyük gayreti gösterenler arasında Vatan Gazetesi’nin sahibi ve başyazarı olan Yahudi dönmesi Naim Tırali, Burhan Arpad ve aynı zamanda da Mason olan Sinan Korle, Münir Berik, Necmettin Sadak ve Üstat-ı Azam Selim Ragıp Emeç ve Kıyam Levi gibi isimler bulunuyordu. İşte bu kişiler ortak bir çalışma sonucunda dönemin en yüksek trajlı gazeteleriyle Menderes Hükümeti’ni sürekli aşağıladılar ve düzenli olarak Menderes aleyhinde suni gündemler oluşturdular.

27 Mayıs itirafçısı olarak gündem yaratan MBK Üyelerinden Suphi Gürsoytrak şu itirafta bulunmuştu: “ABD, 1960’tan önce ordumuzun her kesimine, en küçük birimine kadar her yere girmiştir. Örneğin; bilmem neredeki bir alayda “Uzman” sıfatıyla erler vardır. Subaylar, hepimiz er düzeyinde uzmanlara teslim edilirken ordu adına içimiz sızlıyordu.”

Bir CIA ajanı olan Philippe Agge, yabancı ülkelerde ABD’nin darbeleri nasıl tezgâhladığını şu şekilde anlatmıştır:

a-) Başbakanı ya da partisini zayıflatmak için, içeride ve dışarıda yoğun propaganda çalışmasına başlanır,

b-) Ekonomiyi güçsüzleştirmek için de yurt içinde ve yurt dışında yoğun faaliyet gösterip, kredi imkânlarını durdurur,

c-) Politik-anarşi ortamı yaratmak amacıyla siviller arasında özel guruplar kurulup, anarşi yaratılır.

CIA ajanının bu itiraflarını dikkate aldığımızda şu çarpıcı sonuç ortaya çıkıyor: CIA, tüm dost ülkelerde gerçekleştirdiği askeri darbelerde bu sistemi uygulamış ve binlerce kişinin uydurma bahanelerle tutuklanmasını, işkenceler görmesini ve politik cinayetlere kurban gitmesini sağlamışlardır.

Masonlar daha ilk yıllarda DP’ye sızdılar. Bu önemli masonların başında hiç kuşku yok ki yüksek dereceli bir mason olan Celal Bayar bulunuyordu. Bilindiği üzere Celal Bayar, dini ve milli duygulardan uzak bir kişidir. Bu özelliğinden dolayı, Adnan Menderes’in ve çalışma arkadaşlarının parti içinde sürekli kontrol altında tutulmasını ve gerektiğinde yönlendirilmesini veya engellenmesini sağlıyordu. Böylece bağlı bulunduğu karanlık örgütten aldığı emirleri de harfiyen yerine getirerek; idam öncesi Adnan Menderes’e ve yakın çalışma arkadaşlarına türlü işkenceler yaparak Adnan Menderes’i ve arkadaşlarını idam ettiren kişi olarak vicdanlarda hak ettiği yeri çoktan almış oluyordu.

Bu mason kişi hakkında da idam hükmü çıkarılmıştı; ancak yaşının ileri olması gerekçe gösterilerek idam edilmemişti. Esasında gerçek böyle miydi? Elbette gerçek bu değildi ve bu olmamalıydı. Celal Bayar; pek çok din adamını idam sehpasına gönderirken niçin yaş sınırını aramamıştı? Oysaki o tarihlerdeki yasa da, kanun da bu masonun asılması için uygundu. Demek oluyor ki, bu mason kişi mensubu bulunduğu karanlık güçler sayesinde ipten kurtulmuştu.

2. BÖLÜM:

1. Bölümde aktardığımız bilgiler, önemli kişilerin ifadeleriyle perçinlenmiştir. Ancak radikal, Nurcu, sosyalist, milliyetçi ve Amerikancı kişilerin Adnan Menderes dönemine ait farklı görüşleri ve iddiaları bulunmaktadır. Hal böyle olunca da korkunç bir bilgi kirliliğinin ortaya çıkması da kaçınılmaz oluyor.

Bazı iddia sahiplerinin iddiaları şöyledir:

Adnan Menderes Dini Bütün Bir Liderdir:

Adnan Menderes, iktidara geldiği ilk günlerde ezanın tekrar orijinal haliyle okunmasını ve hapis yatmakta olan Said-i Kürdi’nin affedilmesini sağlamıştı. Din adına yapılan bu çalışmalar sayesinde Nurcular, Adnan Menderes’i dinine bağlı bir lider olarak o günden bu günlere kadar yazılarıyla ve yayınlarıyla ön plana çıkarmışlardır.

Bazıları, Adnan Menderes’in kesinlikle dindar olmadığını iddia ediyorlar. Bu iddialara göre; dindar bir kişinin evli olduğu halde evli bir kadın ile dost hayatı yaşamasının dine aykırı bir hal olarak görülmüştür. Bilindiği üzere Adnan Menderes evlidir ve evli olan Ayhan Aydan isminde bir kadın ile dost hayatı yaşamıştır. Bu birliktelik sonucunda hamile kalan Ayhan Aydan, çocuğunu kürtajla aldırmıştır. Çocuk öldürmek suçundan Adnan Menderes yargılanmıştır. Ayhan Hanım’ın eşi olan Ferit Alnar’a örtülü ödenekten 1951 yılında bir miktar para ödenerek sessiz kalması amaçlanmıştır.

Adnan Menderes Amerikancıdır:

Adnan Menderes, “Türkiye küçük Amerika olacak” sloganıyla ortaya çıkmış bir liderdir. Türk askerini Kore’ye yollayarak sebepsiz yere telef olmasına sebep olmuştur. Türk Askerinin Kore’ye gönderilmesi Amerikan menfaatleri gereğidir. Bir başka nokta; Türkiye, Marshall yardımları almak suretiyle endüstri alanında dışa bağımlı hale getirilmiştir. Endüstride dışa bağımlı olmamız sürekli borçlanmamıza sebep olmuştur. Oysa Kemal Atatürk, milli ekonomiden yana tavır koymuş, Türk Ulusunun hiçbir devletin mandası olamayacağına vurgu yaparak bağımsız bir cumhuriyet kurmuştu. Adnan Menderes, Atatürk’ün bu politikasının dışına çıkarak Türkiye’yi ABD’nin güdümüne sokmuştur. Bu durum, hiçbir milliyetçinin veya ulusalcının asla kabul edemeyeceği siyasi uygulamadır.

Türkeş ihtilalı niçin destekledi?

27 Mayıs İhtilalı’nın anonsunu yapan Albay Alparslan Türkeş’tir. Türkeş, Adnan Menderes’in uyguladığı siyasetten rahatsız oluyordu. Zira Adnan Menderes yönetimi, her geçen gün Türkiye’yi ABD’nin uydusu haline getiriyordu. Bu durum ise Ulusal bağımsızlığımızın gün geçtikçe yok olması anlamına geliyordu. Albay Türkeş, ihtilalı desteklemiştir ancak; bu destek hem DP’nin linç edilmesini önlemek ve hem de Adnan Menderes’in idam edilmesini önlemek içindi.

Nurcuların ve Amerikancıların İddiaları:

Adnan Menderes, cumhuriyet tarihinin mason olmayan tek Türk Müslüman başbakanıdır ve bu sebeple idam edildi!

Nurcuların ve Amerikancıların bu iddialarını biraz araştırdığımızda çok ilginç bilgiler önümüze çıkıyor. Adnan Menderes Türk müydü ve gerçekten Müslüman mıydı?

Adnan Menderes, öne sürüldüğü gibi ne Türk idi ve ne de Müslüman idi. Menderes’in babası Polonya asıllıdır; annesi ise Sebataycı, yani Yahudi’dir. Yahudilikte soyun ve inancın anneyle devam ettiğine göre Menderes de Sebataycı’dır! Bu durumda Adnan Menderes için Türkiyeli ya da Türk vatandaşı demek daha doğru olur. İddiaları irdelendiğinde; Türk ve Müslüman olan devlet yöneticileri idam edildiği mantığı ortaya çıkıyor. Bir başka mantık da, Türk Devleti’ni daima Masonlar veTürk masonları idare ediyor. Bu iddialar Nurcuların daima dile getirdiği iddialardan ibarettir. Zira bu ikiyüzlülüğün iki sebebi vardır. Birinci sebep; Menderes’in idamı ve halkın vicdanında oluşan acıma duygularını Cumhuriyet aleyhine kullanmak; ikincisi ise, Menderes aleyhine olumsuz görüşlerin ortaya çıkmasını engellemektir. Dikkat edilirse nurcular, iddiaları ve olayları kendilerine göre değerlendirirler. Kendi fikri eksenine uymayan tüm düşünceleri ve iddiaları ateist, komünist, mason ya da Yahudi olarak görürler. Şayet bu konularda bu kadar hassas iseler niçin gazetelerini Amerika’da bastırıyorlar? Neden bazı şeyhler, masonluğun en güçlü olduğu ülkede yaşıyorlar? Atatürkçü ve milliyetçi düşünenlere hiç çekinmeden mason ve Sebataycı damgasını vuran bu insanlar, niçin Sebataycı olduğu bilinen Leyla İpekçi’nin Zaman’da yazmasına ses çıkarmıyorlar? Sebep gayet açık: Çünkü İpekçi de ordudan rahatsızlığını dile getirmiş ve ulusalcılar aleyhinde görüş bildirmiştir.

Günümüz Nurcuların Lideri konumunda olan Fethullah Gülen’in şu ifadeleri çok manidardır: “Menderes’in idamının vebali %50 Türkeş’in boynundadır” Gülen, bu ifadeleriyle cemaatine telkinde bulunmuş ve Menderes’i överek, cemaatçiler ile milliyetçiler arasına mesafe koymaya çalışmıştır.

Adnan Menderes hakkında ortaya atılan iddialar ve belgeler değişik versiyonlarla devam edeceğe benziyor. Yazıda sona yaklaşırken; Amerikan’ın, Türkiye üzerindeki iktidarına dair tespitlerin konu edildiği, Araştırmacı Yazar Tamer Korkmaz’ın “Ankara Washington Hattı-Amerikan İktidarının Sonu” isimli kitaptan kısa bir alıntı vermenin faydalı olacağını düşünüyorum.

“ABD kontrolünden çıkan Adnan Menderes’in infazına 27 Mayıs darbesinden önce karar verilmişti. Menderes, içerideki ABD’nin bizi yönetir hale gelmesi gerçeğine ilk itiraz eden ve sırf bu itirazı yüzünden hayatını kaybeden kişidir. O yıl, tarihte ilk defa yerli ve milli çizgide bir isim Türkiye Cumhuriyeti’nde Genelkurmay Başkanı olacaktı… Gelgelelim, 1 Haziran 1977’de film koptu!”

“Turgut Özal ve Adnan Menderes’in Amerikancı oldukları yönündeki yorumlar tamamen bir tezgâhtır. John F. Kennedy’nin suikastının izini sürenler, Adnan Menderes’in idamını sorgulamalıdır. Çünkü aynı isme ulaşacaklar. Edgar Hoover.”

Birinci ve ikinci bölümde ortaya atılan muhtelif iddiaları gördükten sonra, kanaatimin şu yönde olduğunu belirtmek istiyorum: Adnan Menderes, ilk yıllarda Amerikancı bir politika izlemiştir. Marshall yardımı almıştır. Ülke ekonomisi, onuncu yılın sonunda sıkıntıya düştüğünde ABD’den kredi istemiştir. ABD, Menderes yönetimine istenilen parayı vermemiş; Menderes yönünü SSCB’liğine çevirmiştir. SSCB, Menderes’in istediği krediyi sağlamıştır. ABD yönetimi, Truman doktrinine ters davranan Menderes’in SSCB’liğine doğru yöneldiğini görmüş; ajanlarını, Siyonist ve mason örgütlerini harekete geçirerek ordu içine kadar sızmış, ülke çapında yapay olaylar ve gündemler yaratarak Menderes ve arkadaşlarının idam edilmesi için uygum zemini ve şartları oluşturmuştur.

O günden bu güne kadar oynanan kirli oyunların şekli, yöntemleri ve amaçları hep aynı kalmıştır; ancak zaman ve isimler değişmiştir. Hepsi bu…

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.