Büyük Ortadoğu Projesi Kapsamında Tayyip Erdoğan'ın Görevleri

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Yiğit ACAR

Büyük Ortadoğu Projesi’ni artık duymayanınız yoktur. Çağın süper gücü ABD’nin planladığı batıda Fas, doğuda Orta Asya ülkeleri, kuzeyde Kafkaslar ve Türkiye, güneyde Arap Dünyası'ndan Somali'ye kadar uzanan bir coğrafyada yer alan tüm ülkelere yönelik siyasi, hukuki, ekonomi, sosyal ve güvenlik boyutlarını içeren kapsamlı bir "İslam coğrafyası" dönüşüm projesidir BOP. Bu alanlarda uzun vadeli bir değişimi hedeflemektedir.

1997’de Donald Rumsfeld, Dick Cheney, Paul Wolfowitz, Richard Perle ve William Kristol öncülüğünde hazırlanan “Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi”nin (PNAC) ana hatlarını oluşturan BOP, ABD Kongresinin 1957’de kabul ettiği Ortadoğu’da Barış ve İstikrarı Koruma başlığını taşıyan ve Eisenhower Doktrini olarak anılan kararının 21. yüzyıl yansımasıdır.

Projenin amacı Yeni Dünya Düzeni denen kavramı gerçekleştirmektir. İlk kez ABD Başkanı George Bush (Baba Bush) tarafından Ağustos 1990'da, düzenlediği bir basın toplantısında kullanılan bu tanım aynı zamanda, Soğuk Savaş süresince biriken tüm büyük ya da küçük sorunun dünya toplumlarına ve siyaset tablosuna yerleşmesini de beraberinde getirmiştir.

Bill Clinton Mayıs 1997’de “Yeni bir Yüzyıl için Ulusal Güvenlik Stratejisi” belgesini imzalamıştır. Belgenin özü “ABD çıkarlarına dayanan ekonomik milliyetçiliğin”, gerekirse silah gücüyle dünyaya egemen kılınmasıdır. Belgenin içeriğinde 200 milyon varillik petrol rezerviyle Hazar Denizi bölgesi ABD'nin yedek petrol kaynakları olarak gösterilmekteydi.

Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında akla ilk gelen amaçlar:

1) Asya eksenli bir medeniyet başkaldırısının önünü kapatmak.

2) Petrol, doğalgaz, su gibi temel maddelerin denetim altına almak, nakil yollarının denetlenmek.

3) Rakip devlet ya da devlet gruplarının önünü kesebilecek yaptırımları oluşturacak güce sahip olmak.

4) Kapitalizmin içinde bulunduğu çaresizliği ve tatminsizliği dönemsel bile olsa gidermek.

5) Yeni pazar yaratmak, nihai mal ve hizmet satışı sayesinde üretim girdisi elde etmek.

6) 20. yüzyılın başında yapamadıklarını gerçekleştirmek: Atatürk Cumhuriyeti’ni bir manda ya da sömürge yönetimine dönüştürmek.

7) İkinci İsrail’i yani ABD’nin güdümde hareket edecek tamamen onun amaçlarına göre davranacak bağımlı bir devleti inşa etmek.

Bu projeye Türkiye’nin ulusal güçlerinin onay vermesinin de ne kadar olanaksız olacağı malumdu. 2001’de Ecevit’in kapısını çalan Amerika “ret” yanıtı alması üzerine rahmetliyi iktidardan indirip yerine kendisine çoktan biat etmiş “Fettullah Gülen”in siyasi yansıması olan Tayyip Erdoğan ve saz arkadaşlarından oluşan AKP’yi getirmiştir. Haçlı irtica artık görev başındadır. Tarihi hatırlarsınız:

3 Kasım 2002. Emperyalizme baştan teslim olmuş AKP’nin görevleri belliydi. Proje kapsamında yapması gerekenlerden önemli olanların başında:

1) Amerika’nın Irak’a Türkiye üzerinden saldırmasına izin verecek tezkereyi Meclisten geçirmek.

2) Kurulması planlanan Amerika-İsrail uşağı olacak Kürt oluşumuna direnecek “Kemalist bürokrasi”yi tasfiye etmek.

3) 1980’den bu yana kesintisiz uygulanan İslamileşme politikasının, istenmeyen bir sonucu olan ve Amerika-İsrail projesi bir Kürdistan karşısında uyanabilecek anti-İsrail ve anti-Amerika duyguları dizginleyecek hatta sindirebilecek bir “Ilımlı İslam” çizgisi izlemek.

Peki, sizce Erdoğan bu konularda başarılı olabildi mi? Somuttan giderek yanıtlamaya çalışalım:

1) RTE yeterli sayıda milletvekili olmasına karşın 1 Mart Tezkeresi’ni meclisten geçiremedi. AKP’de siyaset yapıyor olmasına karşın “millî” düşünmeyi unutmamış vekiller tezkereye izin vermemişlerdi. Hoş, sonları pekiyi olmadı; hepsi 22 Temmuz seçimleri sonucu Meclis dışına itilmiş oldular.

2) Belediye orkestralarının başına dahi imam-hatiplileri getirmeyi başardılar, ancak bunu yaparken büyük bir cepheleşme yaratılmış oldu. Cumhuriyet Mitingleri, tasfiye edilmek istenen kitlelerin çok daha ileri bir ufka sahip olduğunu gösteriyordu: Anti-emperyalist düşüncede “Tam bağımsızlık” diye haykıran bir kitle vardı artık.

3) Erdoğan “ılımlı” olamadı. Ondan istenen, anayasayı sessiz sedasız değiştirmesi, türbanın “siyasal simge” olduğunun üstüne basılmadan kamusal alana türbanın sokulmasıydı. Erdoğan “ılımlı” olmayı başarabilseydi, belki de muhalefet bile ağzını açmayacaktı.

Bu süreçte Erdoğan, bırakın tatlı su demokratları ile geçinmeyi, liberallerle dahi arasını açmayı başardı. Daha da önemlisi her fırsatta, Amerika’nın ne denli önemli bir müttefikimiz olduğunu söylemesine rağmen halk yardakçısı ve bilinçsiz yaklaşımları sayesinde Türkiye tarihinde bugüne dek görülmemiş derecede Amerika ve İsrail karşıtlığı oldu. Zaten bilinmelidir ki “hainler yaptıkları hatalarla ünlüdürler”.

Tüm bunlara karşın RTE başarısızlıklarını kabul etmemiştir. Ortaçağ’ın sonunda can çekişmekte olan kilise misali, tarih sahnesinden çekilmemek için yarattığı engizisyonda savcı olarak görev almayı kabul etmiş, BOP kapsamında İkinci büyük eylem planının ülkemizdeki taşeronu olmak için 22 Temmuz 2007 seçimlerinde Amerika tarafından deliğe süpürülmekten kurtularak yeniden faaliyetin başına getirilmiştir. İkinci büyük eylem planının adını merak ediyorsanız eğer: Ergenekon

Tayyip Erdoğan cadı avı dönemlerdeki büyük kazanları kuranlar kadar suçludur tarih önünde. Saydığım hususlar göstermektedir ki Atatürk Cumhuriyetine, emperyalist Amerika’nınkine nazaran dahi derin bir kızgınlık besliyor kendi içinde. Tüm bunlar ışığında:

“Hala soracak mısınız, Ergenekon’da hedef kim?”

Yiğit ACAR
Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi
yigit.acar@yahoo.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.