Cinnete Sürükleyen Sebepler

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
23.10.2013

Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamında genç nüfus oranı düşük, yaşlı nüfus oranı yüksektir. Kırk yıl öncesine kadar Türkiye, dünyanın en genç ve dinamik   ülkesiydi; ancak bu tablo, ge çen yıllar sonrasında tersine dönmeye başladı. Bu gidişle Türkiye nüfusunun yarısından fazlasını yaşlılar oluşturacak.

Başbakan Tayyip Erdoğan, her kıydığı nikahta çiftlerden ‘üç çocuk’ yapmalarını istiyor. Haksızda sayılmaz. Başbakanın parolası doğru; ancak Türkiye’nin, gençliğini okutacak, eğitecek ve istihdam edecek güç ve kabiliyeti var mıdır? Başbakan acaba neye dayanarak veya neye güvenerek her evlenen çiftten illede üç çocuk istiyor, anlamak güç! Başbakanın ‘üç çocuk’ önerisi pek çok kişi tarafından haklı gerekçelerle eleştirildi. Başbakan, çiftleri özendirmek için bir takım tedbirler aldı. Çocukların bez ve mama giderlerinin maaşlara ek olarak verileceğini, evlenmek isteyen çiftlere 10 bin liralık faizsiz bir kredi verileceğini belirtmiştir. Ayrıca anne ve babaya 6 ay boyunca çocuğa bakmaları için yarım gün çalışma imkanları getirileceğini söyledi.

Görüldüğü gibi bu tür tedbirler temel tedbirler olmaktan çok uzaktır! Başbakan ve hükümetinin, evlenen çiftlerden ‘üç çocuk’ istemek yerine; öncelikli olarak sokak çocuklarını devlet himayesine alması icap etmez miydi? Çaresizlikten hırsızlığa, yolsuzluğa ve uyuşturucu batağına sürüklenen çocuklarımızın devletin himayesinde faydalı bireyler olması için dev bütçeli bir proje geliştirilemez miydi? Bunları yapmak mümkündür; ancak, kapitalizmin çarkları arasında lime lime olan ve tüm imkanları kapitalist sektörler tarafından ellerinden alınan hükümet ve diğer üretim ve hizmet sektörleri bu konuda herhangi bir proje geliştiremez. Zira kapitalizmin yegane varlık sebebi; insanları faiz ve asgari ücret (modern kölelik) yöntemiyle (tabirimi mazur görün) donuna kadar soymaktır.

Ülkemizin nüfusu artık yaşlanıyor. Bunun temel nedenlerini hükümet ve toplum bilimciler gayet iyi biliyorlar. Bir takım çözüm önerileri de sunuyorlar; ancak sunuyorlar! Ülkemizde, ilkokuldan üniversiteye kadar hayatının büyük bir bölümünü eğitimle geçiren gençlerimiz ancak 30-33 yaşlarında bir iş sahibi olabilmektedir. Milyonlarca üniversite mezunu da (diplomalı işsiz) kapitalizmin açmazlarında işsiz ve gayesiz kalmaktadır.

İşi olmayan gençlerimiz için evlilik adeta bir kabusa dönüşmüştür. Su, elektrik, telefon, doğal gaz giderlerinin yanı sıra, beslenme, giyinme, eğitim, sağlık ve barınma (kira) gibi temel giderlerin düzenli olarak ödenmesi gerekmektedir. İşi olmayan veya asgari ücrete talim eden gençlerimiz bu giderleri nasıl karşılayacak, nasıl ‘üç çocuk’ yapacaklar? ‘Üç çocuk’ yapsalar bile bu çocukları üç adet diplomalı veya diplomasız, vasıflı veya vasıfsız kişiler olarak bir ‘paket’ halinde hükümete hediye edeceklerdir. Eminim ki hükümet, bu hediye paketlerinden pek memnun kalmayacaktır! Sokak çocuklarının bu tür hediye paketlerinden çıktığını da başbakana önemle hatırlatmak isterim!

Alınan maaşlar yetersiz kalınca, hayata dair bazı hedefler tutturulamaz. Oradan kıs, buradan kıs. Onu ertele, bunu ötele. Onun üzerine kalem çek, bunu görmezden gel! Alacaklılar veya icra memurları kapıları aşındırdığında, ne kadar cin var ise borçluların tepesine çıkar, tepinir. Cinnet zamanıdır! Bunalım yaşayan borçlular, kapısına dayanan alacaklıları ikna edemeyince, ellerine geçirdiği herhangi bir silah ile saldırır ve alacaklıları orada vurup öldürürler. Ya da alacaklılar, borçluları öldürerek alacaklarını bu şekilde tahsil ederler! Bu tür cinayetleri işleyenler, esasında toplumun çürümüş, iflas etmiş, kokuşmuş hücreleridir. Ölümcül virüs gibi bedenine isyan eder; adeta harakiri yapar. Bu durumda bir vücut olarak değerlendirdiğimiz toplum, bireylerini kaybetmekle hücrelerini kaybetmiş olur.

Töre cinayetleri, kadın cinayetleri, alacak-verecek cinayetleri, gençler arasında meydana gelen ‘gençlik çeteleri’ cinayetleri, kadın tacirlerinin toplum ahlakını bozan çabaları bir vücut gibi gördüğümüz toplumların tüm hücrelerine yerleşen ölümcül virüslerden başka bir şey değildir. Bu virüsler, o koca toplumları önce kemirir sonra da bir çınar ağacı gibi yere devirir. Ölümcül virüs kapmış toplumlarda insanların suratları asıktır. İnsanlar sanki birbirine küs gibidir. Bir soru sorulduğunda, o soru suç olarak soru sorana döner. Selam vermek büyük cesaret ister. Hele arabanız var ise; ya park yüzünden ya yol verme yüzünden başınız büyük beladadır. Bir anda kavga patlar; silahlar çekilir ve ateşlenir. Bir hiç uğruna birileri hayatını kaybeder.

Ülkemizde asgari ücretlilerin veya kamu görevlilerinin tatil yapmaları artık hayal kadar uzaktır. Yılın belirli günlerinde çalışanların çocuklarıyla birlikte tatil yapmaları bir zorunluluktur. Ancak elde edilen gelirler tatil için harcandığında; bütçede meydana gelen yırtığın yamanma işleminin aylar süreceği kesindir. Kapitalist sermayenin bir ilkesi vardır; ‘krizleri fırsata dönüştürelim’ Bütçesi yırtılanlar, kırk yılın başı bir tatil yapalım diyenler, hemen kapitalizmin kredilerine saldırıyorlar. Çıkartılan kredi kartları ve krediler, ilerleyen dönemlerde kredi alan ailelerin başına bir felaket bulutu gibi çöküveriyor. ‘Krediyi krediyle kapatma kampanyaları’ ile kurtulacağını düşünenler, can havliyle kapitalizmin bu tuzağına düşüveriyorlar. Netice itibariyle, borçlu kişiler bunun bir kurtuluş olmadığını anladığında yeniden ‘cinnet tüneline’ giriveriyorlar. Aile içi şiddet baş gösteriyor. Ebeveynlerin tartışmaları ve kavgaları çocukların psikolojilerini bozuyor. Ailelerin gülü olarak sevip kokladığımız o masum çiçekler bir anda boyun büküp, soluveriyorlar. Bu çiçeklere boyun büktüren, ağlatan ve hatta çocuk yaşta intiharlara sürükleyen yegane sebep; kapitalist sermayenin kanlı oyunlarıdır.

Ülkemizde suç oranları hızla artıyor. Suçluları istihdam etmek için yeni cezaevleri yapılıyor ve bir marifetmiş gibi de törenlerle açılıyorlar! Ekonomik sıkıntılar nedeniyle evlilik sayısı azalırken, boşanmada patlamalar yaşanıyor. Böylece milletimizin en değerli yapı taşları olarak gördüğümüz aile mefhumu yok oluyor. Boşanmalar nedeniyle arada kalan çocuklar, psikolojisi bozuk bir halde hayata hazırlanıyorlar!

Hükümet, bireylere kolayca silah sahibi olmaları için yeni imkanlar hazırlıyor. Oysa işlenen cinayetlerin tamamı neredeyse ruhsatlı-ruhsatsız silahlarla işleniyor. Hırsızlık, yankesicilik ve dolandırıcılık almış başını gidiyor. Fuhuş artık bir sektör haline dönüşüyor. Türk toplumu artık içten içe çürüyor, kokuşuyor! Hükümetlerin asli görevleri, vatandaşlarını bu rezillikten kurtarmak değil midir? Bunun için ciddi yatırımlar ve politikalar geliştirmesi gerekmez mi? Büyük Önderimiz Kemal Atatürk, aile için şu veciz sözleri söylemiştir; “Medeniyetin esası, gelişme ve gücün temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık, muhakkak sosyal, ekonomik, sosyal güçsüzlüğe sebep olur”

Bu nedenle;

Huzur ve barış, insanların son yıllarda en çok konuştuğu ve özlediği iki güzel kelime olmuştur. Güzel insanlardan oluşan toplumlarda her insanın yüzünde bir tebessüm vardır. İnsanlar birbirlerine küfürle değil, rica ve tatlı dil ile karşılık verirler. İnsanlar, birbirine toleranslıdır. O kişilerin oluşturduğu toplumlara medeniyet gelmiştir. O medeniyet ki; daha ilk kelimesinden bellidir. O medeniyet ki; kusurları örtücüdür. Müşkül kalanlara yardım etmek bir medeni davranıştır. Bu toplumlar; insanların kimyasını bozan değil, moral yükleyen ve yaşama sevinci aşılayan toplumlardır. Bu güzel insanların oluşturduğu toplumlarda can, mal, namus ve çalışma emniyeti her zaman vardır.

Ülkemizde sorunları üreten sebepler bellidir. Öyle ise; hükümetler çözüm için üç büyük projeyi acilen hayata geçirmelidir. Bu projeler büyük bir ciddiyetle uygulandığında millet olarak bu büyük sosyal travmayı 120 yıl içinde atlatıp, güçlü bir şekilde ayağa kalkabiliriz.

a-) Çalışanlarımızın ücretleri acilen insan haysiyetine yakışan bir seviyeye yükseltilmeli; asgari ücret rezilliğine bir son verilmelidir. Bu sağlandığında, ekonomik sıkıntıya bağlı olarak meydana gelen sosyal travmalar yok olacak; gelecek kaygısıyla evlenmekten kaçınan gençlerimiz evlenecektir. Böylece gençlerimiz üç değil, beş çocuk yaparak devletin hizmetine sunacaktır.

b-) Çocuklarımıza ve gençlerimize köklü bir eğitim verilmelidir. Devlet okullarında yetişen çocuklarımız, gençlerimiz yarınlarda neler yapacaklarını ve kimlere hizmet edeceklerini bilmelidir. Bir ülkü, bir hedef ve bir dava adamı olarak yetiştirilmelidir. Bu eğitim sisteminin herhangi bir ideoloji ile veya herhangi bir parti programıyla bağlantısı yoktur. Bu eğitim sistemi, hem devletimizin hem de milletimizin bekası açısından elzemdir. Bakınız; Mustafa Kemal, 1922 yılında yaptığı bir açıklamada eğitime verdiği önemli şu şekilde açıklamış; “En önemli ve verimli vazifelerimiz milli eğitim işleridir. Milli Eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak lazımdır. Bir milletin gerçek kurtuluşu ancak bu şekilde olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek vücut ve tek düşünce olarak bir program üzerinde çalışması lazımdır. Bence bu programın iki esaslı noktası vardır: Birincisi; sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına uygun olması ve Çağın gereklerine uymasıdır.”

c-) Maneviyat eksikliğimizin giderilmesi: Suçları tetikleyen faktörler arasında birinci sırada ekonomik sıkıntıları gösterdik. Bir insanın maneviyatı yüksek olabilir; ancak bıçak kemiğe dayandığında yaşamak için insanlar maneviyatlarından kopabilmekte; hayati riskler alabilmektedir. Bu, insanların hayatını karartan hamleler olarak önümüze çıkmaktadır. Öyleyse; öncelikli olarak insanlarımıza sağlam bir iş sağlanmalıdır. Bu aşama tamamlandığında, eğitimin her aşamasında çocuklarımıza ve gençlerimize manevi değerler yüklenmelidir. Maneviyat; doğruluk, dürüstlük, vatanperver olmak, başkalarına uşak olmamak, kendi gücü ve iradesiyle ayakta kalmanın planlarını yapmak ve hayata geçirmek demektir. Maneviyat; insanlara Allah korkusundan ziyade Allah sevgisini aşılamaktır. Zira Allah sevgisiyle yoğrulan gençlerimizin, Allah’ın hoşuna gitmeyecek işlere bulaşması veya aklından dahi geçirmesi mümkün olmayacaktır. Maneviyat ile ilgili olarak yine Büyük Önderimiz Kemal Atatürk’’ün 1923 yılında söylediği şu uyarılara kulak verelim: “Milli Eğitimin gayesi; yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, daha çok memlekete ahlaklı, karakterli, cumhuriyetçi, inkılapçı, olumlu, atılgan, başladığı işleri başarabilecek kabiliyette, dürüst, düşünceli, iradeli, hayatta rastlayacağı engelleri aşmaya kudretli, karakter sahibi genç yetiştirmektir. Bunun için de öğretim programları ve sistemleri ona göre düzenlenmelidir

Son söz olarak; sağlıklı bir devlet ve millet, ancak her türlü kokuşmuşluktan arındırılmış, karnı doyurulmuş, sırtı giydirilmiş, yarın endişesi taşımayan, birbirine tebessüm edebilen, sağlam karakterli ve eğitimli insanlarla varlığını sürdürebilir. Gerisi hikaye…

 

23.10.2013 

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.