Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- Öğretmen İmama Yenildi (mi)?
- Ulusların Ortaya Çıkışı ve Marksizm’de Ulusal Sorun
- Kendi İçimize Dönersek... Neden Kaybediyoruz?
- Ulusalcılık mı Yoksa Milliyetçilik mi? (II)
- Ulusalcılık, Laiklik ve Demokrasi
- Tamamlanamayan Bir Yazı...
- "Sosyal Demokrasi" Kuramı ve Eleştirisi II
- “Eşekliğin Teorisi” Vesilesiyle; Bilinç
- Ulusal Burjuva Olmayınca; Ulusal Burjuva Kültürü de Olmuyor...
- Genelkurmay Eski Başkanı'nın Tutuklanması Bağlamında Bir Tarihsel Yeniden Gösterim: "12 Mart Sahnesi"
- Aydın Üzerine
- Kürt Sorunu'nun Çelişkisi
- Türkiye Siyaseti
- Giderek Dindarlaşan ve Muhafazakarlaşan Türkiye’nin Sorumlusu Kim?
- Burjuva Demokrasisi Rıza Üretir
Cumhuriyet’in Yeni Evresi



Cumhuriyet Rejimi güçlü bir sınıfsal tabandan yoksun olarak kuruldu. Nasıl ki “ulus devlet” olarak kuruluş aşamasında bir ulusa ihtiyaç duyularak “Türklük” kavramı öne çıkarılmışsa, belli bir sınıfsal tabana dayanmayan devlet yapılanmasının da başarısız olacağı bilinciyle, devlet desteğiyle işbirlikçi burjuvazi da, deyim yerindeyse zorla yaratılmıştı. Ve genç cumhuriyet devleti bu sınıfa dayalı olarak kendine hayatiyet bulmuştu.
Bu demek değildi ki Cumhuriyet Devrimini sahiplenen burjuvazi, gerici-feodal unsurları toptan tasfiyeye yönelecekti. Devrim, Batı’da yaşandığı gibi gerici-feodal unsurlarla toptan hesaplaşma yoluna hiçbir zaman girmedi. Tam tersine, belli bir dönemden sonra onlarla işbirliği yaptı ve ittifaklar oluşturdu. Devletin olanaklarıyla doğan ve Emperyalizmle işbirliği içerisinde gelişip güçlenen tekelci burjuvazi, “Oligarşik Dikta” olarak ifade edilen iktidar bloğu içerisinde önderliği de ele geçirdi. Rejim kendi sınırlarını böylece çizerek oluşturduğu resmi ideoloji ile topluma şekil vererek hükmetmeye başladı. Bu sınırları zorlayan muhalifler, etnik gruplar, komünistler ve siyasal İslâmcılar sürekli baskı altında tutuldular. Yoğun kıyım ve katliamlara uğratıldılar. Şiddetli bastırma ve yok sayma politikaları sonucu ortaya çıkan gerilimler Cumhuriyet tarihi boyunca eksilmedi, tam tersi artarak sürdü.
Bugün Ergenekon Operasyonlarıyla ortaya çıkan güçler çatışması bu gerilimin en son tezahürüdür. Bu hesaplaşmanın ülkeye demokrasi getireceğini beklemek politik körlükten başka bir şey değildir. Dünyanın hiçbir yerinde AKP gibi gerici değerlerle donanmış ve dinsel temalar üzerinden politika yapan hiçbir güç ya da parti siyasal ve toplumsal bir ilerlemenin, gelişmenin vb. öznesi olmamıştır. Tam tersine, siyasal ve toplumsal gericileşmenin uygulayıcıları olmuşlardır.
Ergenekon olayı, Cumhuriyet tarihi boyunca görmezlikten gelinen, dışlanan ve toplum yaşamının dışına sürülmek istenen bir kesimin kendisini egemen güçler içerisine kabul ettirme çatışmasıdır. İslâmi değerler üzerinden kendini var eden ve tekelci burjuvaziye rakip hale gelen muhafazakâr Anadolu burjuvazisinin egemen olan “Oligarşi” içine girme isteği, Ergenekon hesaplaşmasını ortaya çıkarmıştır. Siyaseten kendini üst yapıda AKP aracılığıyla temsil etmeye çalışan güç, ülke yönetimine ortak olmak istemektedir. Resmi olarak rejim yapısını nasıl benimsediğinin kanıtlarını Kürtlere, işçi ve emekçi kesimlere, kısacası halka karşı yürüttüğü politikalarda görmek mümkündür.
Bu söylediklerimizi, geçtiğimiz günlerde, İtalya’da La Repubblica gazetesinin haftalık eki “Affari e Finanza”da yayınlanan bir haberde doğrulamaktadır. Gazete, “Türkiye Mucizesi: İslâm ve turbo kapitalizm” başlığı altında veriyordu haberi. (Aktaran Taraf Gazetesi, 22.07.2008) . Türkiye kapitalizminin son yıllarda atağa geçtiği ve geliştiği belirtiliyor ve bu atılımın da özellikle Anadolulu iş adamlarının teşebbüs ve girişimleriyle sağlandığı söyleniyordu. İlgili yazıda bir başka başlıkta dikkat çekiciydi: “Türkiye’de patlama: İslâm ahlâkı kapitalizmin ruhunu keşfetti”.
Türkiye ekonomisin motor gücü olarak ifade edilen Anadolu kökenli iş adamları ise şu şekilde tarif ediliyordu:“Takva sahibi ve çalışkan, ahlâki ve manevi değerlere sadık, ama mesleğinde de başarılı, cemaati içinde aktif olduğu kadar kendi işini de verimli kılma uğraşında… Türkiye’de İstanbullu (işbirlikçi-tekelci burjuvazi-bn.) iş adamlarıyla yan yana durmaya, kimi kez onları geride bırakmaya da hazır yeni bir insan tipi tırmanışta… Tercihen siyah giyinen, ‘beyaz Türklere’ oranla teni de daha koyu olan son derece dindar bir insan tipi:Bir eliyle tespih çekerken, ceplerindeyse ultra ince son model hesap makinesi taşıyan bir tip… Bu insanlar, günümüzde gerçek anlamdaki toplumsal dönüşümün de kahramanları… Küçük, ama toplumsal teşebbüsçülüğün yoğun olduğu Konya, Kayseri, Gaziantep, Malatya ve Adana gibi kentlerde yaşıyorlar.”(Aktaran Taraf Gazetesi.)
Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, şimdi bu gücün, Türkiye kapitalizmine bu gelişmeyi sağlayan “Anadolu Kaplanları”nın kendilerini siyasal üst yapıda (Oligarşi içinde) kalıcı olarak temsil edilme talebi, mevcut ittifak ilişkilerini korumak isteyen-ulusalcı kesimler tarafından kabul edilmemesinin tetiklediği çatışma yaşanmaktadır. Onun için, sadece bize gösterilmek istenenle ilgilenmek değil, görüntülerin arka planlarını da iyi okumamız gerekiyor. Belki bu operasyonlar, halka çektirilen acılardan ve bizlere yaşatılanlardan dolayı yüreklerimize su serpiyor olabilir ama gözden kaçırılmaması gereken esas halkayı da unutmamak gerekiyor.
“Derin devlet” tasfiye edilmiyor. AKP’nin temsil ettiği gücün Oligarşi içinde temsil edilme isteğine karşı gelen geleneksel yapılar tasfiye ediliyor. AKP ve temsil ettiği Anadolu burjuvazisi kendi “derin devlet”ini istiyor. Buradan bir demokrasi ya da insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir demokratikleşme çıkar mı? Çıkmayacağını kısa sürede hep birlikte göreceğiz.
Mehmet Ali YAZICI
iletisim@politikadergisi.com
Yorumlar
Ergenekon davası AKP'nin muhalefete karşı bir baskı araçıdır
Yeni yorum gönder