Cumhuriyet’in Yeni Evresi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet Ali Yazıcı

Cumhuriyet Rejimi güçlü bir sınıfsal tabandan yoksun olarak kuruldu. Nasıl ki “ulus devlet” olarak kuruluş aşamasında bir ulusa ihtiyaç duyularak “Türklük” kavramı öne çıkarılmışsa, belli bir sınıfsal tabana dayanmayan devlet yapılanmasının da başarısız olacağı bilinciyle, devlet desteğiyle işbirlikçi burjuvazi da, deyim yerindeyse zorla yaratılmıştı. Ve genç cumhuriyet devleti bu sınıfa dayalı olarak kendine hayatiyet bulmuştu.

Bu demek değildi ki Cumhuriyet Devrimini sahiplenen burjuvazi, gerici-feodal unsurları toptan tasfiyeye yönelecekti. Devrim, Batı’da yaşandığı gibi gerici-feodal unsurlarla toptan hesaplaşma yoluna hiçbir zaman girmedi. Tam tersine, belli bir dönemden sonra onlarla işbirliği yaptı ve ittifaklar oluşturdu. Devletin olanaklarıyla doğan ve Emperyalizmle işbirliği içerisinde gelişip güçlenen tekelci burjuvazi, “Oligarşik Dikta” olarak ifade edilen iktidar bloğu içerisinde önderliği de ele geçirdi. Rejim kendi sınırlarını böylece çizerek oluşturduğu resmi ideoloji ile topluma şekil vererek hükmetmeye başladı. Bu sınırları zorlayan muhalifler, etnik gruplar, komünistler ve siyasal İslâmcılar sürekli baskı altında tutuldular. Yoğun kıyım ve katliamlara uğratıldılar. Şiddetli bastırma ve yok sayma politikaları sonucu ortaya çıkan gerilimler Cumhuriyet tarihi boyunca eksilmedi, tam tersi artarak sürdü.

Bugün Ergenekon Operasyonlarıyla ortaya çıkan güçler çatışması bu gerilimin en son tezahürüdür. Bu hesaplaşmanın ülkeye demokrasi getireceğini beklemek politik körlükten başka bir şey değildir. Dünyanın hiçbir yerinde AKP gibi gerici değerlerle donanmış ve dinsel temalar üzerinden politika yapan hiçbir güç ya da parti siyasal ve toplumsal bir ilerlemenin, gelişmenin vb. öznesi olmamıştır. Tam tersine, siyasal ve toplumsal gericileşmenin uygulayıcıları olmuşlardır.

Ergenekon olayı, Cumhuriyet tarihi boyunca görmezlikten gelinen, dışlanan ve toplum yaşamının dışına sürülmek istenen bir kesimin kendisini egemen güçler içerisine kabul ettirme çatışmasıdır. İslâmi değerler üzerinden kendini var eden ve tekelci burjuvaziye rakip hale gelen muhafazakâr Anadolu burjuvazisinin egemen olan “Oligarşi” içine girme isteği, Ergenekon hesaplaşmasını ortaya çıkarmıştır. Siyaseten kendini üst yapıda AKP aracılığıyla temsil etmeye çalışan güç, ülke yönetimine ortak olmak istemektedir. Resmi olarak rejim yapısını nasıl benimsediğinin kanıtlarını Kürtlere, işçi ve emekçi kesimlere, kısacası halka karşı yürüttüğü politikalarda görmek mümkündür.

Bu söylediklerimizi, geçtiğimiz günlerde, İtalya’da La Repubblica gazetesinin haftalık eki “Affari e Finanza”da yayınlanan bir haberde doğrulamaktadır. Gazete, “Türkiye Mucizesi: İslâm ve turbo kapitalizm” başlığı altında veriyordu haberi. (Aktaran Taraf Gazetesi, 22.07.2008) . Türkiye kapitalizminin son yıllarda atağa geçtiği ve geliştiği belirtiliyor ve bu atılımın da özellikle Anadolulu iş adamlarının teşebbüs ve girişimleriyle sağlandığı söyleniyordu. İlgili yazıda bir başka başlıkta dikkat çekiciydi: “Türkiye’de patlama: İslâm ahlâkı kapitalizmin ruhunu keşfetti”.

Türkiye ekonomisin motor gücü olarak ifade edilen Anadolu kökenli iş adamları ise şu şekilde tarif ediliyordu:“Takva sahibi ve çalışkan, ahlâki ve manevi değerlere sadık, ama mesleğinde de başarılı, cemaati içinde aktif olduğu kadar kendi işini de verimli kılma uğraşında… Türkiye’de İstanbullu (işbirlikçi-tekelci burjuvazi-bn.) iş adamlarıyla yan yana durmaya, kimi kez onları geride bırakmaya da hazır yeni bir insan tipi tırmanışta… Tercihen siyah giyinen, ‘beyaz Türklere’ oranla teni de daha koyu olan son derece dindar bir insan tipi:Bir eliyle tespih çekerken, ceplerindeyse ultra ince son model hesap makinesi taşıyan bir tip… Bu insanlar, günümüzde gerçek anlamdaki toplumsal dönüşümün de kahramanları… Küçük, ama toplumsal teşebbüsçülüğün yoğun olduğu Konya, Kayseri, Gaziantep, Malatya ve Adana gibi kentlerde yaşıyorlar.”(Aktaran Taraf Gazetesi.)

Yukarıda belirtmeye çalıştığımız gibi, şimdi bu gücün, Türkiye kapitalizmine bu gelişmeyi sağlayan “Anadolu Kaplanları”nın kendilerini siyasal üst yapıda (Oligarşi içinde) kalıcı olarak temsil edilme talebi, mevcut ittifak ilişkilerini korumak isteyen-ulusalcı kesimler tarafından kabul edilmemesinin tetiklediği çatışma yaşanmaktadır. Onun için, sadece bize gösterilmek istenenle ilgilenmek değil, görüntülerin arka planlarını da iyi okumamız gerekiyor. Belki bu operasyonlar, halka çektirilen acılardan ve bizlere yaşatılanlardan dolayı yüreklerimize su serpiyor olabilir ama gözden kaçırılmaması gereken esas halkayı da unutmamak gerekiyor.

“Derin devlet” tasfiye edilmiyor. AKP’nin temsil ettiği gücün Oligarşi içinde temsil edilme isteğine karşı gelen geleneksel yapılar tasfiye ediliyor. AKP ve temsil ettiği Anadolu burjuvazisi kendi “derin devlet”ini istiyor. Buradan bir demokrasi ya da insan hak ve özgürlüklerini temel alan bir demokratikleşme çıkar mı? Çıkmayacağını kısa sürede hep birlikte göreceğiz.

Mehmet Ali YAZICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Ergenekon davası AKP'nin muhalefete karşı bir baskı araçıdır

Sayın M.A. Yazıcı. Kamuoyunda "Ergenekon" die anılan davanın "İslamcı Anadolu burjuvazisinin işbirlikçi İstanbul tekelci burjuvazisine kendisini kabul ettirme çatışması" savınıza katılıyru. Çünkü bir defa "Ergenekon" denen dava; Balyoz, Poyraz köy, Sarıkız, Ay ışığı, Oda TV, İlhan Cinaner vs. gibi bir dizi davalardan sadece bir tanesidir. Dikkat edilirse bütün bu davaların bir takım ORTAK özellikleri vardır: 1) Hepsi de özel Yetkili Mahkemeler tarafından sürdürülmektedirler. 2) Bu davaların hepsinin de iddianamelerinde tutarsızlıklar, delil yetersizlikleri vardır; bir çok dava sadece bir gizli tanığın ifadelerine dayandırılmaktadır; 3) Davaların Kovuşturma, Soruşturma ve Yargılama aşamalarında yasalara aykırılıklar ve hukuksuzluklar yapılmıştır ve halen de yapılmaktadır; 4) Davaların sanıkları "Masumiyet Karinesi" nden yaralanamadıkları gibi basına sızdırılın saçma sapan iddia ve suçlamalarla kamuoyunda itibarsızlaştırmışlardır; 5) Kaçma tehlikeleri ve delil karartma ihtimalleri artık imkânsız olduğu halde yıllarca tutuklu olarak hapislerde tutulmaktadırlar. 6) Aralarından bazıları henüz haklarında mahkumiyet kararı olmadığı için 12 Haziran 2011 genel seçimlerinde "seçilme haklarını" kullanmışlar ve milletvekili seçilmişlerdir. Yasal olarak dokunulmazlık hakları olmasına rağmen bu vekillerin tutuklulukları inatla, kanunsuz ve hukuksuz olarak devam etmektedir. Sonuçta bu davaların gerçek amacının "Adalet" değil veya bazılarının iddia ettiği gibi "Derin Devlet" denen devlet içi gizli bir örgütlenmenin tasfiyesi değil, tutuklu olanların bir biçimde susturulması ve sindirilmesi yoluyla bütün bir topluma karşı, özellikle de muhalefete karşı uygulanan siyasi bir baskı mekanizmasıdır. Bu davaların gerçek amacı, muhalefetin ve AKP projesinin emperyalizm lehine giriştiği ve girişeceği ulusal ve emekçi çıkarlarına aykırı politikalarına karşı muhtemel direnişleri daha başından önlemek ve böylelikle AKP iktidarını sağlamlaştırarak önünü açmaktır. Sayın M.A. Yazıcı. Eğer siz bu tezinizle AKP'yi sadece İslamcı Anadolu burjuvazisinin siyasi temsilcisi olarak değerlendiriyorsanız, öyle sanıyorum ki burada yanılıyorsunuz. Bildiğiniz gibi AKP 2001 yılında II. Dünya Savaşı sonrası Türkiye'nin yaşadığı ağır bir ekonomik kriz koşullarında kuruldu. Bu parti N. Erbakan liderliğinde eski Fazilet Partisi'ne yakın ya da Fazilet Partisi kadrosundan olup, bu partinin kapatılmasından sonra kurulan Saadet Partisi'ne katılmayan R.T. Erdoğan, A. Gül, B. Arınç, A. Şener vs. den oluşan siyasetçiler tarafından kuruldu. AKP'yi kuran kadronun geçmişte temel ideolojisi "Milli Görüş" idi. İşte sizin bahsettiğiniz Anadolu kaplanları olarak anılan sermaye grubu esasında bu hareketle temsil ediliyordu. Fakat AKP kurucuları "Milli Görüşü" resmen terk ettiklerini açıkladılar. Anadolu'nun Konya, Kayseri, Gaziantep vs. kentlerinde yükselen bu yerli sermayedarlar grubu, özünde milliyetçidirler. Erbakan her vesile ile emperyalizme ve Türkiye'de yabancı sermayeye karşı çıkmış kendi "Milli Görüş" programını da bu temele dayandırmıştır. Fakat R.T. Erdoğan ve arkadaşları bu görüşü terk ederek emperyalizmle ve küresel finans kapitalle çok sıkı bir işbirliğine girmişlerdir. ABD'nin resmi sözcüleri, hazırladıkları resmi raporlarında AKP'yi kuran bu ekiple işbirliği içinde olduklarını ve ilerde de olacaklarını daha AKP kurulmadan açıklamışlardır. AKP kurulduktan ve 2002 seçimleriyle işbaşına geldikten sonra da gerek ABD ve gerekse AB ile işbirliği bütün yoğunluğu ile sürmüştür. ABD'yi resmen en çok ziyaret eden R.T. Erdoğan’dır. Obama 2008 yılında seçilir seçilmez ilk ziyaret ettiği ülke Türkiye olmuş ve Türkiye'yi "Model Ortak" ilan etmiştir. R.T. Erdoğan bir emperyalist ABD projesi olan BOP'un eş başkanı olduğunu defalarca ifşa etmiştir. Bugün R.T. Erdoğan ve hükümeti onların adına Libya'ya donanmayı göndermiş, Libya'nın kim olduğu belirsiz muhalefetini madden ve manen desteklemiştir. En son olarak emperyalistlerin adına daha düne kadar "kanka" olduğu Esad'a düşman olmuş; öyleki bugün onunla savaşı bile göze alacak derecede saldırgan bir dış politika uygulamaktadır. Özetle AKP hükümetinin bütün bu politikaları ülkemizin ulusal çıkarlarına aykırıdır. AKP’nin “neoliberal” ekonomi politikaları emekçilerin sosyal haklarını tırpanlamaktadır. Bu politikaları boşa çıkaracak ise elbette muhalefettir. Fakat muhalefet ülkemizde bir taraftan "Ergenekon" örneği siyasal davalarla, diğer taraftan ahlaksız kaset şantajlarıyla veya ele geçirdikleri "medya" organları ile, devletin iktidara tanıdığı olanakları kullanarak onlara uygulanan şantajla büyük ölçüde susturulmuştur; buna rağmen ses çıkaranları da susturmaya devam etmektedirler. "Ergenekon" davasının özü, esası budur! Saygılarımla.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.