Değişen Dünyada Türkiye

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Süleyman GÖK

                                                                          Başlıktan da anlaşılacağı üzere 21.yy da dünya bir değişim içerisinde. Soğuk Savaş döneminden sonra dünyada tek kutuplu sistemin oluşması ve 2000'li yılların başlarında ABD’nin Irak ve Afganistan işgali ve sonrası gelişmeler, Şanghay İşbirliği Örgütünün kurulması gibi faktörler dünyada yeni bir kutuplaşmanın olduğunu göstermektedir.

Soğuk savaş’tan sonra karlı çıkan devlet hiç şüphesiz ABD. Bu noktaya nasıl gelindi diye bakacak olursak; Soğuk savaş dönemindeki Amerika Devlet Başkanlarının stratejilerine, çıkarlarına göre davranıp politikalar üretmelerine, başka devletlerle antlaşma imzalamalarına ve stratejik bakımdan önemli gördükleri ülkelere ekonomik yardım yaparak bu durumu sağlamıştır. Tabi bunların sebebinin en önemlisi o zaman ki Sovyet Rusya tehdidi. Rusya’nın güçlü olması, geniş bir coğrafyaya yayılması ve Avrupa’yı tehdit etmesi bu gelişmelerin doğmasına neden olmuştur.


Bugün gelinen noktada her gün gelişen ve değişen bir dünyada yaşamaktayız. Bugün buna "küreselleşme" denilmektedir. Yani, artık eskinin ulus devletlerinin yerini ulus ötesi kurum ve kuruluşlarının aldığı, kapitalizm ve liberalizm’in en son aşaması bir kavramdır. Onun için bugün dahi bütün aydınlarımızın dilinden düşürmediği kelimedir. Bilgi-enformasyon devrinde yaşadığımız düşünüldüğünde artık herkes istediği kişileri takip edebilmekte, haberi olmadan dinlemekte, mesafeler uzaklıktaki eş, dostlarıyla konuşabilmektedir. Tabi bunların hem olumlu hem de olumsuz yanları vardır. İlk önce ulus devlet yapısının tehlikede olduğu bu çağda dünyada hâkimiyet kurmak isteyen devletler, yıkacakları devletlerin halklarının beyinlerini yıkamaktan başlarlar işine. Daha sonra aşama aşama gelişen projelerle devlet içeriden çökertilmiş olur. Yani kana mikrop yavaşça aşılanmış oluyor ve acı çektirmeden, hissettirmeden sonuca ulaşılıyor.

Bugün geldiğimiz noktada işte tam burada başlamaktadır. Onun için hele ki coğrafi, stratejik bakımdan öneme sahip ülkeler her zaman büyük devletlerin iştahlarını kabartmışlar, onların tercihleri arasında olmuşlardır. Tarihe baktığımız zaman, bizim geçmişimiz olan Osmanlı İmparatorluğu ile savaşan, Sevr gibi antlaşmaları imzalamaya zorlayan, Wilson İlkeleri ile ülkemizde Ermeni gibi sorunları başlatan ve self-determinasyon ilkesini koyan ve bugün ülkemizin başını ağrıtan olayların başında gelen devletler ile bugün bizim dost bildiğimiz ülkeler arasında ne fark var? Hiç bir fark yok. O zaman onların stratejileri farklıydı, ama hedefleri aynıydı.

Bugün daha “ılımlı” bir yol izleyerek aynı hedeflere ulaşmaya çalışmaktadırlar. İşte bu noktada bize düşen görev, akıllı ve gerçekçi bir politika izlemeli, milli değerlerimizi yok edecek, yıpratacak, Misak-ı Milli sınırlarımıza zarar verecek her türlü oluşumdan vazgeçmemiz gerekmektedir. Bu demek olmuyor ki içe kapalı bir toplum yapısını benimseyelim. Amacımız o değil, sadece kendimizden ödün vermeden bazı yöntemler izlemeli, dünyada bütün devletlerle görüşmeli, kimseye körü körüne bağlanmamalıyız.

Fakat ülkemizin şu anda içinde bulunduğu konjonktürde dediğimiz olay ne kadar olur tartışılır. Çünkü ekonomik, siyasal, kültürel her yönden bağımsızlığımızı yitirmiş bir devlet olan Türkiye’nin yapması gereken en önemli iş bağımsızlığını sağlamak. Daha sonra diğer olaylar kendiliğinden gelir.


Türkiye’nin önemli bir konumu olması dolayısıyla değişen dünya koşullarına göre misyon ve vizyonunu ayarlaması, uzman kadrosuyla her zaman yeniliklere açık, gericiliğe karşı, içte ve dışta sağlam temelli politikalar izleyerek Kurucumuz olan Gazi Mustafa Kemal’in verdiği yolda ilerlemek için, “yurtta sulh, dünyada sulh” anlayışını tekrarda uygulamak için, bağımsızlığımızı tekrar kazanmak için, ülkemizin yönünü sadece Avrupa’ya değil de diğer bölgelere de açılması gerektiğine inanıyorum. Onun için uluslararası ilişkilerimizi tek boyutluluktan çıkartarak çok boyutluluğa getirmenin zamanı gelmektedir. Yapmacık ilişkilerle bu iş olmayacağı gibi göstermelik ilişkilerimizde devletimize zarar vermektedir.

Bütün bunlar olurken tek sahip olmamız gereken misyon şu olmalıdır; her ne yaparsak yapalım, “Milli birliğimizi”, “bütünlüğümüzü”, “üniter yapımızı”, “ulus devletimizin işleyişini” bozacak, hiçbir girişime izin vermemeliyiz.

Süleyman GÖK

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.