Bu Yazılar da İlginizi Çekebilir!
- 2014 AK PARTİ Siyaset Vizyonu: Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
- Vay Demokrasim(?) Vay
- Notlar...
- Seçime Doğru...
- Neden CHP'ye Bu Kadar Çok Yükleniyorlar?
- Usta, Sözsel Taahhütten, Fiiliyata Geçebilecek Mi?
- Görmek İstediklerin, Muhalefet Boşluğu ve Alternatifsizlik(!)
- Hedef 1923 Cumhuriyeti mi ?
- Nerede Diyalog,Nerede Müzakere,Nerede Uzlaşma?
- Başbakan, Ekranlarda Daha Az Görünse Ve Konuşsa Ne Kaybedilir?...
- Güçlü Bir İktidara Karşı, Güçlü Bir Muhalefet Yok?!
- Neden AK Parti'ye Oy Vermedim?
- Ütopya...
- Halk Seçimini Yaptı: Ayrışmaya ve Ayrımcılığa Devam...
- Türkiye Nereye Gidiyor?
Geçmişin "Ötekileri"nden Şimdinin "Ötekileri"ne; Araya Köprü Kurmak Çok mu Zor?
89 yaşındaki öykü ve roman yazarı, ve yine gazeteci Oktay AKBAL, ülkemizin gidişatından endişe duymaktaymış.
Ben, Sayın Oktay AKBAL’ı tanımam.
Hiçbir eserini de okumadım.
Büyük ihtimalle benim cehaletim, Sayın Oktay AKBAL’I tanımamam.
Sayın AKBAL, DOĞAN HABER AJANSINA memleketimizin son durumları hakkında değerlendirme de bulunmuş. Şimdi, ben de Sayın Oktay AKBAL’ın değerlendirmelerinden bazı bölümleri, sizlerle paylaşmak istiyorum:
“Atatürk'ü unutturmak isteyen niyetler var. Eğitim sistemini bozmak, gençleri dinden uzaklaştırmak istiyorlar. Sivas katliamı yok sayılıyor, askerler ve gazeteciler hapse atılıyor. Türkiye çok kötüye gidiyor. Ölseydim de bu günleri görmeseydim”
“Atatürk'ün bize verdiği görev asıl şimdi başlıyor. Yaşım 90'a geliyor. Beni seven kadar sevmeyen de vardır. Ben bildiğimi, hayatımı yazdım. Cumhuriyet çocuğuyum, 1923'te doğdum, Cumhuriyetle birlikte büyüdüm. Türkiye Cumhuriyeti'nin çok yücelmesini isterim. Ülkeyi yönetenler, yanlış yollara sapıyorlar Cumhuriyeti, başka türlü bir hallere sokmak istiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri vardır. Atatürk'ü vardır. Atatürk'ün temelleri vardır. Kurtaran O'dur. O bakımdan Atatürk'ün bütün eserlerinin birer birer yok edildiğini görmek beni çok üzüyor. Elimden geldiği kadar yazılarımda da iktidardakileri uyarmaya çalıştım”
“Sayın Başbakan'a 'Sen benim oğlum yaşındasın dikkat et. Bu gidiş iyi değil, her gidişin bir sonu vardır, yarın ne olacağını bilmek gerekir, bugün olursun ama yarın olamazsın' diye nasihatinde bulundum. Türkiye'nin birtakım yanlış meseleleri var. Dört dört dört getirerek eğitim sistemini bozmak ve gençleri dininden ayırmak istiyorlar. Gençleri şimdiye kadar dinlerinden kimse ayırmadı. Bizi de ayırmadı. Ben dindar değilim, ama dine saygılı bir adamım. Ayrıca bilime ve ilime saygılı olmak lazım. Önce ilim ve bilim geliyor, din zaten bilime dayanır”
“Şimdi görüyorum ki toplum bozulmuş. Ülkenin başına gelen arkadaşlar yanlış yola saptılar. Atatürk'ün çizdiği yoldan ayrıldılar. Bu gidişleri de hiç iyi görmüyorum. Daha önce 10 senelik iktidarların birden bire kül gibi dağıldığını gördük. Dikkatli olmak gerekir. Türkiye'nin bir çizgisi vardır, ananesi vardır, bir geleneği vardır. Türk milleti asker millettir. Binlerce yıldır asker millettir. Asker milletin askerlik ruhunu öldürmemek lazım gelir” -DOĞAN HABER AJANSI(17.03)-
* * *
Tamam, Adalet ve Kalkınma Partisi, üç dönemdir Türkiye’de tekbaşına siyasi erk olarak, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetlerini kurarak, ülkeyi idare etmekte/yönetmekte...
Tamam, ister kabul edilsin, ister reddedilsin, isterse arkasında türlü argümanlar aransın; AK Parti, şuana kadar, 2002’den önceki koalisyon hükümetlerine göre, çok daha başarılı ve “icraatçı” hükümet, yine bir çok alanda diğer siyasi iradelerin adım atmadığı/atamadığı, ve belki de adım atmaya “cesaret” edemediği alanda/alanlarda ülkemizi, az sonra yazacaklarım benim kendi fikrimdir, pozitif ve olumlu yönde dönüştürdü, AB standartları denilebilecek hususlarda değişikliklere imza koydu...
AK Partinin, belli alanlarda belli başarıları sağladığı, sorunların üstesinden geldiği, kotarılması gereken hususları kotardığı ifade edilebilir; yine kişinin hayata bakışı, felsefesi ve ideolojisine göre, bu durumların ya “hakkı” verilir ya da “yadsınır”...
SON SEÇİMLERDE, AK Parti, %50 gibi bir seçim oranıyla tekrar işbaşına geldi. Yine, iktidarın %50’sine karşılık, karşı tarafı oluşturacak bir %50’lik kesim de mevcuttur. Normal olarak, AK Parti, kuramsal olarak, herkesin hükümeti olmalıdır; yani sadece kendisine oy veren kitlelerin siyasi erki değildir, sanırım böyle bir yaklaşım izlenmemelidir. Demokrasinin prensibidir, seçimlere girilir, halk sandık başına gider, ve dilediği partiye oy verir. Onun teveccüh ettiği siyasi parti iktidara geldi diye, sanırım diğer kitlelerin ülkenin yönetiminden, geleceğinden, icraatlarından mahrum bırakılması, siyasal sistemden tecrit edilmesi DÜ-ŞÜ-NÜ-LE-MEZ...
En azından, ülkemizde parlamenter demokratik sistem mevcuttur. Bu bağlamda, demokrasimizin rengi de “çoğunlukçu” değil, “çoğulcu” tondadır. Yine, ben şahsen, durumun böyle olması gerektiğini düşünmekteyim. Çoğunluğu elinizde bulundurmanız demek, ülkenin rotasını, tek başınıza belirlemek de olmamalıdır. Parlamenter rejim, iktidarla anamuhalefet veya muhalefette bulunan siyasi partilerin/aktörlerin, grupların, rahatlıkla istişare yapabilmelerine, görüş alış-verişinde bulunabilmelerine, ülkeyi “derinden etkileyebilecek” hususlarda daha titiz tartışma ve mesai yapabilmelerine olanak tanımakta, hiçbir engel ve sorun da yaşamamaktadır.
* * *
İktidarda Adalet ve Kalkınma Partisi vardır. Ama, muhalefette vardır. Her ikisi de eşanlıdır. İktidar, doğal olarak başarılarından bahsetmekte ve övünmektedir. Muhalefette doğal olarak, “muhalefet” yapmakta ve şikâyet etmektedir. Haksız da değildirler.
Şunu söyleyebilmeliyiz.
Ülkemizde belli bir kesim rahatsız. Ülkede cereyan eden gelişmelerden, yapılmaya çabalanan değişikliklerden, dünyanın son konjonktürel durumunu da göz önünde bulundurarak, endişelenmekte, hatta fırsat bulurlarsa, bu endişelerini de ifade etmektedirler. Özellikle, toplumumuzun tamamını etkileyebilecek değişimlerde veya icraatlarda, siyasi iradenin, toplumun diğerleri adına meclis çatısı altında yer alan diğer partileri de dinlemesi gerekir, onların da görüşlerine önem verdiğini göstermesi gerekir.
Çoğunluğu tesis etmek kolaydır. Matematikseldir. Seçimlere girer, eğer başarılı bir dönemden de geliyorsanız, halkın desteğini de hissetmişseniz, doğal olarak demokrasinin ilkesi gereği sandıktan galibiyetle çıkarak, “çoğunluğu” sağlarsınız.
Ya “çoğulculuk”?
Çoğulculuk, nasıl tesis edilecektir?
Demokratik sisteme, çok sığ olarak bakar veya yaklaşırsanız, tamam seçim bitti, biz kazandık, mecliste bizim, yürütmede bizim, bu anlayışın olduğu bir yerde, nasıl “çoğulculuk” yaşatılır?
SON DÖNEMLERDE, özelde başbakan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’da, genelde de AK Partide bir hırçınlık gözlemlemekteyim. Evet, belki başbakanın karşısında konumlananlar, başbakana ve iktidarına çok fazla ve yersiz, yine mesnetsiz çıkışlarda, eleştirilerde, ithamlarda bulunuyorlardır. Gerçeğe dayanmayan veyahut manipülatif değerlendirmeler yapıyor olabilirler.
Fakat, başbakan RECEP TAYYİP ERDOĞAN’IN son dönemlerdeki ister meclis parti grup toplantısında olsun, ister iştirak ettiği toplantılarda olsun, ister gazetelerde basılan fotoğraflarında olsun; profili epey gergin ve sinirli olarak yansımakta bana. Parti grup toplantılarındaki konuşmaları, değerlendirmeleri, bazen sert tonlarda gerçekleşmekte. Surat hattının gerginleştiğini ve kızardığını görebiliyorsunuz. Aslında, Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, daha sakin ve siyaset erbabı olmanın verdiği “olgunluk” ve “ustalıkla” konuşması gerekmez mi? Veya, bu biçimde konuşsa, bu biçimde tavırlarını kontrol etse, daha pozitif bir durum sergilenmiş olmaz mı?
Daha önce ifade ettiğim gibi... AK Parti, onlara gönül verenlerin teveccühü ile işbaşına gelmiştir. Burada hiçbir sorun yoktur. Lâkin, siyasi parti; “siyasi erk olunca” veya “hükümet olunca”, herkesin hükümeti olmuyor mu? Olması gerekmiyor mu? Özellikle, siyasi gücü elinde bulunduranların, daha fazla “empati” yapması gerekmez mi?
* * *
Geçmişte, şuan Cumhuriyet gazetesi yazarı olan Sayın Bekir ÇOŞKUN, Abdullah GÜL Cumhurbaşkanlığına seçildiğinde, benim Cumhurbaşkanım değil demişti. Sanırım, aynı durumu Türkiye Cumhuriyetleri Hükümetlerini Adalet ve Kalkınma Partisi kurarken de düşünmüştür. Kendisi doğal olarak, vakaya, “duygusal” olarak yaklaşmış ve tepki vermiştir.
Siyasi iktidar olanların, üstlendikleri sorumluluk ve vazifenin niteliğinden ötürü, duygusal tepki verme lüksleri olmasa gerek. Hatırlarsanız, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, sık sık konuşmalarının arasında “Biz bakkal dükkânı işletmiyoruz, devlet yönetiyoruz...” cümlesini kullanır. İşte bundan ötürü, başbakan Erdoğan’ın bence, toplumun “diğer kesiminden” seslere daha fazla kulak vermesi gerekir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve kurduğu siyasal hareket içindeki yol arkadaşları, siyaset serüvenlerinde; yine ister kabul edilsin, ister reddedilsin, ister ikiyüzlülük olarak addedilsin, haksızlığa ve mağduriyetlere maruz kalmışlardır.
CARİ KONJONKTÜRDE, Sayın Erdoğan başbakandır...
SİYASİ ERKİN başıdır...
Muktedirdir...
“Siyasal” olarak güçlüdür...
İnsanlar açısından tahayyül edebilir, haksızlığa ve mağduriyete uğramanın ne demek olduğunu. Daha önceleri, kendileri, “ötekiydiler”... Siyasal sistemin “yabancılaştırılmışlarından” idiler... Türlü türlü kalkışmalar ile siyasal hayatları, “kesintiye” uğratılmaya çabalanmıştı ve özellikle de bazılarında muvaffakiyet elde edilmişti. Bence, başbakan Recep Tayyip Erdoğan, daha fazla diyaloga girmeli, kendisi gibi olmayanlarla, daha fazla onların arasına karışmayı “denemeli” ya da “çabalamalı”...
Bilmem hatırlar mısınız? Bir ara Sayın Ertuğrul Özkök, şu hani ülkemizde restleşmenin, kutuplaşmanın had safhada olduğu, Sayın Özkök’ün “Beyaz Türkler” namına ve temsilcisi olarak yazılar kaleme aldığı günlerde...
Bu yazılarının birinde... Başbakana hitaben, sizin gibi olmayanları anlamak adına, modernlerin endişelerini hissetmek adına, şöyle boğazda bir restorantta karşılıklı olarak ellerimizde rakı kadehleriyle bir yemek yiyebiliriz gibi bir şeyler yazmıştı. Tam olarak böyle değilmiştir; ama yaklaşık olarak anlatmak istediği yukarıdaki gibiydi Sayın Özkök’ün. Fantezi gibi gelebilir... Ama, bence, çok saf bir değerlendirme yatmaktaydı, bu yazıda, ben okuduğumda öyle hissetmiştim. Evet, neden olmasın ki... Bu, bir sembolik durum analizidir. İllaki, kadehler ellerde içki içmeye gerek yok. Önemli olan, bir elin diğer ele uzanmasıdır.
Çok mu zor? BİRBİRİMİZİ ANLAMAK, DİĞERİNİN NE HİSSETTİĞİNİ ÖĞRENMEYE YÖNELİK ÇABALAR ÇOK MU GEREKSİZ? İLLAKİ SENDEN Mİ OLMASI GEREKİR, KARŞINDAKİNİN? SENELERİN ÖBEKLEŞTİRDİĞİ BARİYERLERİ YIKMAK, ÇOK MU ZOR?
ÇOK MU ZOR?
NOT: Yazıyı uzatmamak adına, değinemedim, değinmenin de şuan gereği yok, ama Sayın OKTAY AKBAL’IN şu cümlesini anlayamadım: “...Türk milleti asker millettir. Binlerce yıldır asker millettir. Asker milletin askerlik ruhunu öldürmemek lazım gelir”
Erhan SALMAN
iletisim@politikadergisi.com
- Erhan SALMAN içeriği
- 104372 okunma
Yorumlar
Uzlaşmaz çelişkiler sadece mücadeleyle çözülür!
Siyaseti siyaset yapanların iyi veya kötü niyetlerine bağlamak, siyaseti yüzeysel değerlendirmektir. Sayın Erhan Salman'a göre geçmişte ötekileştirilenler, dışlananlar şimdi iktidardalar; roller tersine döndü; onlar da şimdi diğerlerini dışlıyor ve ötekileştiriyorlar. Türk siyasetindeki bütün sorun veya siyasetimizde eksik olan; karşılıklı anlayış, empati, hoş görüdür vs.
Mesele bu kadar basit değildir. Siyaset, elbette insanlar tarafından yapılır. Siyasetçilerin belli bir bilgi birikimleri, tecrübeleri, alışkanlıkları, dünyaya bakışları, inançları vs. vardır. Bütün bu unsurlar siyaset yapmada muhakkak bir rol oynarlar. Fakat siyaset bir bireysel olgu değil bir TOPLUMSAL olgudur. Her toplumsal olay ise belli bir TARİHSEL gelişimin ürünü ve belli bir toplumsal grubun, sınıfın vs. ÇIKARLARININ bir yansımasıdır. Ayrıca günümüzde yerel siyaset bile az veya çok küresel dinamiklerin etkisi altındadır. Her zaman siyasi analizlerde ulusal ve uluslararası ilişkileri yani büyük resmi göz önünde tutmak gerekir.
Örneğin AKP lideri RT Erdoğan siyaset yaparken kendisi veya ailesi için siyaset yapmıyor. Onun yaptığı siyaset Türkiye'de ve dünyada bazı insanların, grupların veya sınıfların çıkarına uygun düşerken, yine bazılarına ters düşmektedir. Elbette siyasette belli bir rekabet, yarış veya mücadele vardır. Bu mücadelede kişisel bilgi, beceri, tecrübe, zekâ vs. önemli rol oynar. Fakat son tahlilde ne kadar becerikli ve akıllıca yapılırsa yapılsın, her siyaset analizinde sorulması gereken ana soru; kimin için siyasettir!
Değerli edebiyatçı Oktay AKBAL işte bu açıdan R.T. Erdoğan’ın siyasetini değerlendirerek bizi uyarıyor. Sayın Oktay AKBAL şimdiki iktidarın siyaseti için "Cumhuriyeti başka türlü bir hallere sokmak istiyorlar. Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri vardır. Atatürk'ü vardır. Atatürk'ün temelleri vardır. Kurtaran O'dur. O bakımdan Atatürk'ün bütün eserlerinin birer birer yok edildiğini görmek beni çok üzüyor." diyor.
Görülüyor ki bugün ülkemizdeki iktidar ile bağlantılı olarak yaşadığımız mesele SADECE bir demokrasi meselesi değildir. Mesele; AKP ve lideri, emperyalizmin çıkarına, onun Büyük Ortadoğu Projesini yaşama geçirmek için M. Kemal Atatürk'ün liderliğinde oluşmuş bağımsız bir devleti yıkıp, yerine emperyalistlere köle gibi sadık bir sömürge devlet oluşturmak. Erdoğan bu niyetini gizlemiyor bile. Kendisi her vesile ile BOP’un eş başkanı olduğunu açıkça itiraf etmektedir.
Kısaca ülkemizin kaderini belirleyen AKP ve lideri Erdoğan yabancı emperyalist çıkarlarına yarayan bu siyasetiyle devletimize, toplumumuza zarar vermektedir. Atatürk’ün hedeflediği ileri, modern, uygar, gelişmiş aydın bir toplumun güvencesi olan bağımsız, laik, demokratik bir hukuk devleti yerine; emperyalizmin kolayca güdebileceği, parçalanmış; bilime, akla, mantığa aykırı yeni bir topluma doğru sadece demokrasi değil bütünüyle siyasal sistem değiştirilmek istenmektedir. Tehlike burada!
Bu sorun, bu tehlike iyi niyet çağrıları, psikolojik anlayışsızlık eleştirileri ile çözülemez! Evet, bu sorunun çözümü; Sayın Erhan Salman’ın önerdiği biçimde, çok ZORDUR! Çünkü sorunun temelinde NESNEL, TOPLUMSAL çıkarlar yatmaktadır. Bu nedenle bu tip rejim sorunları da ancak herkesin kendi tarafını bilinçli olarak seçtiği çetin bir mücadeleyle çözülür.
NOT: Tarihini bilmeyen geleceğini kuramaz. Antiemperyalist mücadelede işgal altındaki ana yurdu ordumuz kurtarmış ve böylece ordumuz Türk milletinin TBMM temsilcileri aracılığı modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun ön koşullarını da yaratmıştır. Kısaca ordumuzla milletimiz tarihsel olarak kaynaşmıştır. Sayın Oktay AKBAL; bugün ki AKP iktidarının TSK’yı yıpratmasını, ordusu ile ulusunun arasına kama sokmaya çalışmasını da şiddetle kınamaktadır!
Değerlendirmeleriniz için
Değerlendirmeleriniz için teşekkür ederim...
Her zaman ki gibi bir makale mahiyetinde değerlendrime
yapmışsınız, emeğinize sağlık...
Erhan Salman/23.03.2012
Yeni yorum gönder