Hasbihal (Bir Gezi Tutsağına Mektup)

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Sevda EĞER
Yazının Yazıldığı Tarih: 
03.12.2013
Miraç Vayiç ve tüm Gezi tutsaklarına…
 
Ne zaman umutsuzluğa kapılsam, mutsuz olsam, başım derde girse, bir hal çare bulamasam “günün ilk ışığını” dinlerim. O şarkıdaki madenci olurum; yerin yedi kat dibinde havasız, susuz, çaresiz bekleyen... Tıkırtılar tedirgin eder ilkin beni, sızıntılar, kayan taşlar... Göçmeye devam ediyor sanırım kendi kazmamla kazdığım topraklar...  Ama sonra umut der ki birden o sesler seni bulmaya çalışanlar, o sesler seni arayan dostlar... Tanıyan tanımayan insanlar ismini okumuşlar yoklar listesinde ve “işte orda, o var” diye açılacak ilk çukurdan sana el verecekler. Uzanan bileklerinden tutacak bir el katarak ardına pırıl pırıl bir günün ilk ışığını... Bekle…

Ne zaman mutluluktan dönse başım, belasız kahırsız günlerde olsam ‘’yeryüzü aşkın yüzü’’ şiirini okurum. Bin kez budanan körpe dallarımızı çarpar suratımıza yürüdüğümüz yemyeşil patikada... Kendime getirir birden, kim bilir şimdi nerde kimler direnmede acıya, işkenceye, yoksulluğa, zulme… Kim bilir kimlerin yüreği kimin çamurlu ellerinin arasında… Kimlerin öfkeden yaşaran gözleri dikilidir sınırların, parmaklıkların, duvarların, dağların ötesindeki gökyüzüne… Bu beni durdurur işte, bu beni bekletir. Gelecekler var dur ve onları bekle…
 
Sen ve ben hiç karşılaşmadık azizim, sen ve ben bir elmanın iki yarısı da değildik… Bir caddede iki esnaf olsak tavlada en çok belki biz kavga ederdik. Kalecisine sövdüğüm takımı tuttun belki... Belki desem ki “Rakı dediğin susuz içilir. Katığı peynirdir, karıştırmayın otu püsürü!”  mangala atacağın çinekopu kuyruğundan tutup kafama geçirirdin! Desen ki “Artvin’in dereleri”, derim ki “Munzur’un gözeleri”... 
 
Desem “bu gün aylardan kasım, günlerden cuma; yağmurlu bir kış arifesi”… Dersin ki “bükebilir misin zamanı, ışınlanabilir miyiz ne tarafa geçsek karşıda kalan bizler, arşınlar mıyız paralel evrendeki özgürlük şerefesini?”
Velhasıl iki gözüm, mesele sen ben değil mesele bu çark… Mesele insanın doymaz nefsi, açlık oyunları mesele... 
İnsan ırkı için şahsına münhasır kader yoktur fikrimce, ancak kitleler coğrafyalar üzerine dünyanın alın çatına boydan boya çizilmiş bir hat, bir hayat çizgisi hasıldır, kıpkırmızı kan renginde... Asırlarca bu böyledir. Durmaz değişir haritalar, firavunlar, krallar, şahlar... Değişmeyen tek şey yaşama hakkını gasp eden tıynet. Açlığını başkalarını zulme ve kedere doyurarak bastırmaya çalışan meşrep... On bin yıllık bir azap…
 
Söylenecek söz odur ki ayrı ayrı olsa da yollar, suların sonsuz döngüsünde er geç aynı deryaya dökülürüz. Acılarımız hüzünlerimiz hep ortak. Sen içerdeysen biz dışarda değiliz aslında. Gençler öldürülürken sakat bırakılırken biz sağ ve sağlam değiliz.
Günler aylar geçiyor, geçecek azizim. Herkesin bu işten kârı kendi ceplerinde durur. Son gün elini cebine attığı zaman kiminden ip, kiminden kibrit, kiminden bir kalem çıkar ortadan ikiye kırık… Senin ceplerinden güzel mektuplar çıkmasını umarım. 
 
Sağlıcakla,
 
Sevda Eğer
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.