İçimizdeki ABD – 2

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Gökhan Cebeci
Referans İçerik: 
İçimizdeki ABD - 1

Bir önceki yazıda (İçimizdeki ABD - 1), Genelkurmay Başkanlığı yapmış bir isme, emekli Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu’na yapılmak istenen suikast girişiminden söz etmiştik.

Bu kez, Başbakanlık yapmış bir isme, rahmetli Bülent Ecevit’e düzenlenen suikast girişiminden bahsedelim. Seçim çalışmaları nedeni ile İzmir’de bulunan Ecevit’e karşı düzenlenen saldırının tarihi 29 Mayıs 1977’dir.

Yılmaz Özdil, bu olay ile ilgili ayrıntıları 17 Ağustos 2012 tarihinde Hürriyet gazetesindeki köşesine taşıyarak hafızalarımızı tazelemiştir: “Ecevit Çiğli Havaalanı’na indi. Bir Türk polis memuru, Ecevit’e ateş etti! Mermi, Ecevit’i ıskaladı, kankası Mehmet İsvan’ın bacağına saplandı.

Yara hafifti, ama komaya girdi. Doktorlar çaresizdi. Çünkü, o mermi, Türkiye’de kullanılmayan, içinde kimyasal barındıran, görülmemiş bir mermiydi. Tabanca Amerikan malıydı. Türk Emniyet’ine üç adet hibe edildiği ortaya çıktı. Amerikan tabanca firması, pek mahcup oldu, Mehmet İsvan’ı İsviçre’ye götürdü, tedavi masraflarını üstlendi.

Tetiği çeken, suikastçı polis, serbest bırakıldı. Sözde soruşturma açıldı, oradan tıkandı, buradan tıkandı, üstü örtüldü, ahali unuttu.” Bu suikast girişiminde NATO’nun (yani ABD’nin) parmağına ilişkin, gazeteci Avni Özgürel 06.01.2010 tarihli Radikal gazetesindeki köşesinde şunları yazmıştır: “ Kanımca Bülent Ecevit’i hedef haline getiren hadise, 1970’lerin ikinci yarısında Dışişleri Bakanlığı’nda Kıbrıs işlerinden sorumlu şube müdürü olarak görev yapan Onur Öymen’in de katıldığı Kanada’daki bir toplantıda sergilenen tehditkar ve baskıcı tavırdan şifreli telgrafla haberdar edilmesi üzerine, ‘Bizi bu kadar zorlamayın, gerekirse duvarın öteki tarafına geçeriz’ açıklamasını yapmış olmasıdır. Soğuk Savaş’ın alabildiğine tırmandığı ortamda NATO’nun kanat ülkesi olan Türkiye Başbakanı’nın tavrının ittifakın çekirdeğinde bomba etkisi yaptığından şüphe edilemez. O noktada kendisinin saf dışı edilmesi için düğmeye basılmış olması mümkündür.”

* * *

24 Mart 1978’de öldürülen savcı Doğan Öz olayında yaşananlar da bu iki yazıda bahsettiğimiz olaylardan farksızdır. Devletin içindeki kontrgerillayı araştıran ve de bunun ile ilgili dava açmaya hazırlanan Öz, İbrahim Çiftçi adlı bir kişi tarafından öldürülmüştür.

Başlatacağı soruşturma öncesi kısa bir ön rapor hazırlayan Doğan Öz’ün raporda yazmış oldukları ölümünün arkasındaki gizli ellerin kim olduğunu açıkça işaret etmektedir. Raporda savcı Öz şu ifadelere yer vermiştir: “Şiddet olayları, anarşik eylemler olarak nitelendirilebilecek kadar basit değildir.

Amaç, demokrasi umudunu yok etmek; onun yerine faşist düzeni gündeme getirmek ve bütün unsurlarıyla yürürlüğe koymaktır. Böylece ABD ve çokuluslu ortaklıklar, Ortadoğu sorununu büyük ölçüde çözmek amacını gütmektedirler. Bize göre bu sonuca ulaşmada CIA, kontrgerilla gibi gizli örgütlerin yönlendirmesi vardır.

Bu örgütler, devlet aygıtını geniş ölçüde kendi amaçlarına uygun şekle dönüştürerek demokrasi düşmanı akımları iktidar yapmayı öngörmüşlerdir.” (tr.wikipedia.org) Savcı Öz’ün katili suçunu itiraf etmesine ve de 4 kez idama mahkum edilmesine karşın, verilen kararların bozulması sonucu beraat etmiş ve de ileriki dönemde iş adamı olmuştur.

Sanığın beraatına karar veren 1 nolu Ankara Sıkıyönetim Mahkemesi’nin gerekçesi ise inanılır gibi değildir: " Sanık Çiftçi'nin Doğan Öz'ü taammüden öldürdüğü mahkememizce sabit görülmüştür. Ancak Askeri Yargıtay Daireler Kurulu kararına direnilemeyeceğinden, Sanık Çiftçi'nin beraatına... "

* * *

Bütün bunlara ek olarak… ABD’nin Irak’ın kuzeyindeki yapılanmada edindiği rol ve de PKK’ya verdiği desteği ortaya koyan, Türkiye’de yer alan Çekiç Güç’e karşı olan Orgeneral Eşref Bitlis’in uçağının düşmesi sonucu ölümünde de, Aselsan’da başarılı işlere imza atan ve de ülke için çok önemli projeler üzerinde çalışırken ölen üç genç mühendisin olayında da, ölümler sonrası yazılan (Bitlis Paşa’nın uçağının buzlanma sonucu düştüğü, üç mühendis gencin de intihar ettiğine ilişkin) raporlara karşın Türk halkının aklında ve de vicdanındaki kuşkular biraz olsun bile dinmemiştir.

Yukarıda bahsettiğimiz olayları yaşamış bir ülkede bundan farklı düşünmek de olanaksızdır. Emperyalizm; cinayetleri işleyenleri de, olaylar ile ilgili raporları düzenleyenleri de, yargılamayı yaparak suçluyu beraat ettirenleri de ve hatta suçluların sırra kadem basmalarını sağlayanları da –gerek korku salarak gerek satın alarak gerek de kinlerinden yararlanarak- güdümüne aldığı kişilerden seçiyor.

Sonrasında da sürekli gündemin değiştiği bir ülkede yaşayan ve zaten balık hafızalı olan Türk toplumu yaşananları çok çabuk unutuyor. İdealleri uğrunda ölenler öldüğü ile kalıyor, emperyalizm hız kesmeden yoluna devam ediyor. Emperyalist devletlere göbekten bağlı olunca, iç işlerinize -‘suikast’ de dahil olmak üzere- müdahale edilmesi işte bu kadar basit oluyor.

Türkiye’de son 60 yıldır demokrasi oyunu oynanıyor ve bu oyunda kazanan hep ABD oluyor. Ne diyelim… Böyle stratejik müttefikiniz (!) olduğu sürece düşmana ihtiyacınız da kalmıyor.

 

Gökhan CEBECİ

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.