İçimizdeki Devrim!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet Ali Yazıcı

Ursula Le Guin "Devrim Yapılmaz, Devrim Olunur!" diyor. Radikal bir temelde toplumsal ve siyasal bir dönüşüm olan devrimin özneleri olan insanlar için önemli bir durumu ifade etmektedir bu söz.

Şimdiye kadar yaşanan devrimlerde ki deneyimler göstermiştir ki, üst yapıda ki radikal değişim ve dönüşümler kendi “insan tipi”ni yaratmayı başaramıyor.

Devrimi kaba bir bakışla sadece politik ve ekonomik bir düzenleme olarak görmüyorsak; insanın insanlaşması, özgürleşmesi, düşünsel ve duygusal davranışta nitelik olarak gelişmişliğe de ulaşma olarak görüyorsak, yaptığımız her şey de insan içinse; bir araya gelmede, ilişkilerde, paylaşımlarda, bir bütün olarak bu inceliği, derinliği ve farklılığı yakalamak zorundayız. Demek ki sadece devrimi yapmayı değil, devrim olmayı da öğrenmeliyiz.

Değişimi ve dönüşümü hedefleyen bir siyasal kültürün şekillendirdiği insan, “yeni insan”ı temsil edecektir. Yani, yaşamı bir bütün olarak kavrayan; bu bütün içerisinde “farklı duruşu”nu her alanda sergileyen, ortalamanın çok üzerinde, topluma örnek olmaya ve onu değiştirmeye çalışan insan. Bu duruşun, öznel olarak ilk şartı, samimiyet ve kendimizle ve yaptığımız işle barışık olabilmektir. “Yeni insan”ı önce kendi içimizde yaratmalıyız. Bu bir tür “iç devrim”dir. “Eski” ile “yeni”nin mücadelesinden doğar ve gelişir. İnsana dair bütün güzellikleri bünyesinde taşıyan “yeni insan”, kendi kültürünü ve yaşam anlayışını da yaratır.

Çoğu insan yaşamın aslında bir mücadele olduğunu kabul eder ve buna uygun yaşamaya çalışır. Sınıflı toplumlarda önemli bir gerçekliği ifade eder bu belirleme. Ama onun gereklerini hayatın içerisinde yerine getirdiğimiz kuşkuludur. Önümüze çıkan engellerle, bizleri kuşatan yaşam şartlarıyla mücadele ederken kendimizle yapmamız gereken mücadeleyi ya unutur ya da erteleriz. Yaşam içerisinde ciddi bir mücadeleye girebilmek için önce kendi kendimizle yaptığımız mücadeleyi başarıya ulaştırmamız gerekir. Kişinin ilk savaşı, ilk mücadelesi kendisiyle olmalıdır. Dışımızda duruyormuş gibi görünen kapitalist düzenin bizlere yansımalarını içimizden söküp atmanın yolu bundan geçmektedir.

Kendimize, topluma ve doğaya karşı yabancılaşmanın aşıldığı, sömürüsüz, baskısız, insanın insanca ve özgürce yaşadığı, sevgi üzerine kurulu bir toplumun değerlerini, kendi yaşamımızda, ilişki ve işleyişimizde yaratıp, içselleştirerek bir bütün olarak hayata geçirmek sanıldığı gibi zor değildir. Yeter ki bir yerlerden başlamasını bilelim. Eski yaşam anlayışlarımıza ve alışkanlıklarımıza karşı köklü bir tavır alabilelim.

İnsanlaşma değerlerini bir kültür haline getirmek; yaşam mücadelesi içerisinde, belli bir yaşam tarzıyla, belli ilişkiler sürecinde, doğal hal aldırmak ve bunu belli alanlarda ete-kemiğe büründürmek mümkündür.

Her şeyden önce yeni bir kültür yaratmanın, sadece eski, geçmiş kültürü ortadan kaldırmak olmadığını belirtmek gerekiyor. İnsanın belli alışkanlıklardan kurtulması zordur. Eski ile yeninin çatışması belli bir dönem sürecektir. Bu süreçte bizleri güçlendirecek ve “yeni”nin doğmasını sağlayacak olan, bilinç alanımızda ki yaşanacak değişim, dönüşüm, gelişim ve birikimdir.

İnsanın en temel özelliği, bilindiği gibi toplumsal bir varlık olmasıdır. Verili bir sosyal yapının ve üretim ilişkilerinin içine doğar. Bilinci belirleyen toplumsal yapı ve ilişkiler olduğu için, yaşamın her evresinde kapitalist sistemin bilinçli ve örgütlü çabalarıyla düzen içine çekilmeye, orada tutulmaya çalışılır. Bir tür kuşatılmışlık altındadır birey.  Kişiyi düzen içinde tutmak için atılan düğümler, oluşturulan bağlar sanıldığından çok daha güçlüdür ve kişinin tek başına mücadelesiyle bu çemberi yarabilmesi kolay değildir. Sistemden kopmanın ve özgürleşmenin tek yolu örgütlü bir yaşam tercihidir. “Yeni” insanın ortaya çıkması için kişisel çabaların anlamlı olacağı ancak nihai bir kurtuluş sağlamayacağı gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Sözü edilen “yeni insan” ve “yeni yaşam biçimi” kültürel bir yenilenme sorunudur. Bu süreç, daha önce inşa edilmiş yaşam biçimlerinin ve alışkanlıklarının üzerine inşa edilemeyeceğine göre, yenilenme süreci ikili bir boyut taşımak zorundadır.

Bu sürecin ilk adımını, kendi iç devrimimizi yaparak atabiliriz. Başka bir adlandırmayla, kendimizi silip-bozarak, yeniden yazmalı, yeniden kurmalıyız. Başka türlü olmak kesinlikle yerleşik alışkanlıklar, değer yargıları ve yaşam anlayışlarının aşılmasıyla mümkündür.

Kuşkusuz bu bir süreç sorunudur ve eskisi aşılırken yerine yeninin inşa edilmesi zaman alacaktır. Bu durumu mekanik bir süreç olarak da algılamamak gerekir; iç dünyamızda ve yaşam alanımızda eski ile yeninin çatışması zaman alacak, iç içe girmenin, yan yana bulunmanın da söz konusu olduğu bir dönem sonunda, “yeni insan”ın ve  “yeni yaşam”ın nüveleri yavaş yavaş ortaya çıkacaktır.

İnsanlaşma sonlu bir süreç olmadığı gibi, gayri insanlaşmaya karşı mücadelenin dışında da değildir.  Mao bir konuşmasında “yetmiş yaşıma geldim, içimde ki maymunla kaplan hala boğuşuyor” diyordu.

Kişi kendini değiştirmeden, iç devrimini yapmadan daha büyük devrimlere girişmesi toplumu ve başkalarını değiştirmeye çalışması asla başarı getirmez. Yaşam içerisinde gireceği her savaşı kaybeder ve başladığı yere geri döner. Bu nedenle yeni kişilik taşları çok sağlam örülmeli ve yaşamın içerisinde bir karşılığı olmalıdır. Kişinin savunduklarıyla yaşadıkları arasında ki açı küçüldükçe amaca yakınlaşmada başarıya ulaşılıyor demektir.

Kapitalizm, insanlığın binlerce yıldan bu yana yarattığı ve biriktirdiği insani bütün değerleri tehlikeye sokmuştur. Bugün insanlar sevgisizlik ve bencillik bataklığında debelenirken, bu boşluğu, sevginin sahte biçimleriyle doldurmaya çalışmaktadırlar. Koşulsuz bir insan sevgisi terk edilmiş,  bunun yerine bencilce yaklaşımlar sevgi olarak kabul edilmiştir. Sevgi alanımız, çıkarlarımızla sınırlanmıştır.

Kapitalizm insanı birçok araçla denetim altında tutar ve ruhsal dünyamız da dâhil bütünüyle teslim almaya çalışır. Bu durum, “modern insan”ın en büyük esareti ve en büyük trajedisidir. “Modern iktidar büyük gözaltıdır." diyordu Michel Foucault. Bu gözaltı çoğu zaman devrimcileri de kuşatır ve sıradanlaştırır. Toplumsal yaşam ve ilişkilerde hiçbir farklılık yaratamayan insanların başkalarını etkilemesi mümkün değildir.  Küçük hesaplar, gerek bireysel gerekse örgütsel ilişkilerde hiçbir zaman başarıya ulaşmaz.

Umut eden ve dünyayı değiştirmeye dair projeleri, özlemleri ve ütopyaları olan insanlar değişmeye, bu dünyaya başka bir gezegenden gelmiş gibi olmaya mecburdurlar. Yaşamlarımızı ve ilişkilerimizi güzelleştirmek, bu sistem içerisinde dahi olanaklıdır ve bizlerin elindedir. Yeter ki bunun için mücadele etmesini, iç devrimimizi yapmasını bilelim.

Neyse ki devrimci, sosyalist düşüncelere sahip insanlar daha avantajlı durumdadırlar, çünkü ellerinde referansları vardır. Onlara düşen ise “düşündükleri gibi yaşamak” için çaba sarf etmek ve düşünce ile pratik arasında oluşan açıyı, en azından küçültmeye çalışmaktır.

Mehmet Ali YAZICI

Not: Bu yazı daha önce Red Dergisinde yayınlanmıştır.

Yorumlar

Yeni İnsan değil, bilinçli insan!

 

Bu makale ile Sayın M.A. Yazıcı “Yeni insan” konusuna değişik açıdan yaklaşmış. Sayın M.A. Yazıcı'nın savına göre “Yeni insan” ve “yeni yaşam biçimi” "iç devrim" ile başlayan kültürel bir yenilenme sorunudur. 
 
Aslında tarışma konusu "yeni insan" veya "iç devrim" genel ve teorik bir konudur. Teorik içerikli konuların tartışılması daha çok dünya görüşü ve ilkesel bazda ele alınması gerektiği için oldukça zordur.
 
Sayın M.A. Yazıcı yazısında çok doğru olarak insanın "sosyal" bir varlık olduğu tesbitini yapmaktadır. Aslında bu saptama konuya giriş yapmak için bize sağlam ipucu vermektedir. 
 
Evet insanlar ancak aile içinde, bir iş yerinde veya bir okulda, köyde veya kasabada veya bir kentte herhangi bir ulus devletin yurttaşları olarak yaşarlar. İnsanların yaşamaları için bir evde barınmaya, gıdaya, elbiseye, hastalanınca ilaca, tedaviye, eğitime vs. gibi çeşitli sosyal yaşamın gerektirdiği ihtiyaçları vardır. İnsanlar bu ihtiyaçlarını gidermek için toplumsal örgütlü olarak üretim ve ticaret yapar, belli bir ekonomi politika yürütürler. Sistemleşmiş ve tarihsel olarak oluşmuş bu ekonomik düzene kimisi işçi, kimisi memur, kimisi esnaf, kimisi köylü, kimisi işveren, kimisi bankacı vs.biçiminde  belli pozisyonlarda katılırlar. Bazıları da sisteme henüz aktif katılamaz; ya geleceğe hazırlanan bir öğrencidir ya da vatani görev yapan askerdir vs.
 
İnsanların ekonomik ve sosyal pozisyonlarına göre gelirleri, sosyal konumları vardır. Yine aynı insanların aynı zamanda belli dini inaçları, gelenek görenekleri, siyasi görüşleri vs vardır. Çünkü insanların yaşadığı toplumlar çeşitli sosyal ve siyasi alanlarda çeşitli biçimlerde, çeşitli fikirlere göre örgütlüdür. Toplumun en kapsamlı, en güçlü örgütü ise devlettir.
 
Çağımızda yer yüzündeki insanlık belirli bir coğrafyada, belirli bir tarihi kültürde, siyasi olarak çeşitli ulus devletler olarak örgütlenmiş biçimde varlığını sürdürmektedir. Türkiye, Yunanistan, Almanya, Fransa, İran vs. gibi yeryüzünde 192 si BM'de üye tam 210 ulus devlet vardır.
 
Her ulus devlet bir siyasal kurum olarak belli bir ekonomik ve soyal yapı üzerinde oluşmuştur. Bu ekonomik ve sosyal temel üzerinde yükselen siyasi, hukuki ve kültürel üst yapı hep birlikte bir toplumsal sistemi oluşturur. Bu sistemden en çok bilinenler feodalizm, kapitalizm veya sosyalizmdir.
 
Bu genel girişten sonra biz asıl konumuza dönelim: Sayın M.A. Yazıcı'ya göre "Yeni insan"ın oluşumunun yolu olan "İç Devrim" ile başlar meselesine.  Ben kişisel olarak "Yeni insan" ifadesi yerine "bilinçli insan" ifadesini yeğlerdim. çünkü o zaman konumuz daha somut bir hedefe yöneltile bilir ve daha anlaşılır bir hale getirile bilir.
 
Asıl mesele de bu ya zaten! Yani toplum içinde yaşayan her insanın, kendi içinde yaşadığı toplumu iyi tanıması, o toplumda etrafında neler olup bittiğinin farkına varmasıdır. Buna "bilinç" eski deyimi ile "şuur" denir.
 
Her insan bir ekonomik ve siyasi sistem de yaşadığı sürece, o toplumla karşılıklı etkileşim içindedir. Topluma emeği ve bilgisi veya başka türlü katkı yaparken, toplumdan da sürekli ihtiyacını giderici maddi ve manevi değerler alır. Toplumsal olaylara katılır, toplumsal olaylardan etkilenir. Medya üzerinden veya başka kanallarla yeni bilgiler edinir, kendisi bilgi ve düşüncelerini bir iletişim aracıyla topluma kazandırır. Kısaca İnsan ve toplum karşılıklı alış-veriş ve etkileşim içindedir.
 
Birey açısından sayısız toplumsal olaylar çok çeşitli ve karmaşıktırlar. Doğal olarak insanlar toplumsal olayları kopuk kopuk, parça parça algılarlar. Çünkü olayların  öznesi, nesnesi, zaman ve mekanı farklıdır. Bu nedenle toplumsal olaylarla ilgili bilgilerde insan bilincinde kopuk kopuk yansırlar. Aslında ise olaylar çeşitli biçimde birbirleriyle bağlantılıdırlar.
 
Bilinçli insan işte olaylar arasında ilk bakışta görünmeyen, tanınmayan bağlantıları kurarak,  tabloya kuş bakışı bakan insandır. Olayların rastlantı olan yönüne değil de zorunlu olan yönüne, olayların ayrıntılarıyla değilde özü ile meşgül olan insandır. Olayları kaderle, dedikodularla veya hurafelere değil de, eleştirel bir gözle değerlendiren, onların nedenlerini sağlam kanıtlara dayalı bilimsel mantıkla açıklayan insandır.
 
Yani mesele "Yeni İnsan" olmak değil "bilinçli insan" olmaktır. İçinde yaşadığı toplumsal ve siyasal olayları takip eden, onların iç yüzünü anlayan ve dolayısı ile kendi çıkarına ve geleceğine uygun olarak pozisyon ve duruş belirleyen insan bilinçli insandır. Bilinçli insan aslında ruhen "özgür" insandır, çünkü o kendisini ve yaşamını bu çok karmaşık, girift sayız toplumsal olayların kör kaderine terk etmeyen insandır. Bilinçli insan kendi iradesini, isteklerini gelecekle ilgili hayallerini toplumun zorunlu ve nesnel gerçeklerini dikkate olarak, kendisiyle aynı çıkarda ve düşüncede olan isnanlarla birleşerek, örgütlenerek toplumun ilerlemesi doğrultusunda kullanan insandır.
 
"Bilinçli İnsan" M.A. Yazıcının dediği gibi "bu dünyaya başka bir gezegenden gelmiş gibi olmaya mecbur" değildir. Tam tersine onlar bilinçlendikce normalleşen, doğallaşan insanlardır. Çünkü kapitalzmin kör toplumsal yasalarının akışından, çarpıtmalarından, manüpülasyonundan kendilerini kurtarmış, onları bilinçli takip eden, kendi yaşamlarını bilinçli yöneten insanlardır.
 
Saygılarımla
 
Mehmet Çağırıcı

 

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.