İdeolojik Mevziler Dağılırken

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Koray CANSES
Yazının Yazıldığı Tarih: 
24.12.2013

İnsanın fikir hayatında mevzilendiği tarafların sağlam temellere dayanmasındaki espri; onun ilkesel değerlerden beslenip beslenmediği ile alakalıdır. Bu ilkesel değerler insan fikriyatını, gündemden ve güncel gelişmelerden ne kadar bağımsız kılarsa kolektif bilinç adını verdiğimiz o karanlık ve bilinmez dehliz daha çok demokrasiye yakınsayacaktır. 

Hayat görüşü olarak basitleştirdiğimiz "ideoloji"ler de günlük hayatın çatışmacı tarafından beslense de bu ideolojilerin kendisine içkin "disiplin" bu ilkesel değerlere karşılık gelir. Zira her ideoloji belli bir önkabulleri ve amentüleri içerir. Tabiidir ki her ideoloji taraftarı o mensup olduğu ideolojiye muntazam bir şekilde uymaz. Fakat günceli ve gündemi değerlendirirken bu "disiplin" çerçevesinde kendini konumlandırmak işte bu ilkesel çerçeve hasebiyledir.

Bugün itibari ile Türkiye özelinde ideoloji mevzileri ve cepheleri alt üst olmuştur. İlkesel değerlerden bahsetmeyip yalnızca içgüdüsel ve kaygısal nedenlerle bir "taraf" seçip ve bu tarafın görünen ve "algılanan" yanlarıyla bir değerledirme yapıp, genel bir yargıya varma kolaycılığını seçtik.

MEVZİLER VE CEPHELER

Bu genel yargı haliyle kolektif bir içerikten ziyade, dağınık ve içiçe geçmiş cepheler suretiyle cereyan etti. Formülleştirirsek eğer;

1. Dindar ama hükümet yanlısı kesim "İsrail ve ABD kumpası" temalı bir merkeziyetçi ve devletçi bir mevziye yakınsadı. Dün "savcısı" olduğu ve onlarca insanın mahkumiyeti ile sonuçlanan davayı ve tüm hukuksuzlukları cemaate ciro etti. Dün rahatlıkla hakaretamiz bir edayla bahsettikleri Ergenekon, Balyoz mahkumlarından "entrikaya" kurban gitmiş olabileceklerine dair imalarda bulunmaya başladılar. AntiABD ve Avrasyacı (operasyonun bam teli olan İran bağlantısı hasebiyle) bir hüviyete varacak kadar retorik değişikliğine gidildi. 

2. "Cemaat" yanlısı kesimse birden bire yolsuzluklara ilişkin aşırı bir hassasiyet pazarlamaya başladı. (ki Deniz Feneri döneminde bu hassasiyet her nedense yoktu) Aylardan beridir aleyhlerine giriştikleri MİT ve Hakan Fidan saldırganlığı apaçık bir şekilde Başbakan Erdoğan'a çevrildi. 

3. Atatürkçü/ulusalcı kesimse trajik bir şekilde düne kadar bir tehdit olarak algıladıkları "hizmet hareketi"ne, Başbakan Erdoğan'ın sınırlanması ve belki de indirilmesi umuduyla can simidi gibi yapıştı. (bu konu başka bir yazının konusu olacak kadar geniş olduğundan fazla irdelemiyorum)

Bu üçlü sınıflandırma elbetteki kabaca bir sınıflama olmakla beraber siyasi gündemle beraber mevzilerin ne kadar geçişken olduğunu göstermek adına önemlidir. Ve de tüm bu geçişkenlik daha henüz yolun başında olmamız hasebiyle de dikkat çekicidir. Zira 17 Aralık Operasyonu bir yönüyle her ne kadar tohumları çok öncesinden atılmış bir ürünün hasatıysa da bir yönüyle Türk siyasal hayatında önemli bir milat olacaktır.

YENİ BİR BAŞLANGIÇ : ŞER Mİ HAYIR MI?

"Operasyon"un muhteviyatına ilişkin elimizde karman çorman olmuş bir ilişkiler ağı ve iddialar haricinde bir şey yok. Olgulardan gitmeye çalışırsak Emniyet içindeki yeni dizayn ve mevzuat değişiklikleri şunu gösteriyor ki zaten şişkin bir şekilde "yetkili" kılınan yürütme erki hiç olmadığı kadar "kudretli" bir hale sokuldu. Operasyonu "devlet" odaklı bir tehdit olarak algılayan Başbakanın tüm hareketleri buna karşı hamlelerdir ve devamı da gelecektir.

"Devleti arındırma" adında girişilen "karşıoperasyon" dış politika anlamında da ciddi sonuçlar doğuracaktır. İşin siyasi görünüşünden ziyade dış politik etkisi ticari ve ekonomik bir konseptte gelişecektir. Burada ABD içindeki dinamiklerin de çatışma içine girmiş olması da gözardı edilmemelidir. ("dış mihraklar" retoriği şu anki kullananlar paranoyakça kullansalar da işin bu yönü önemlidir)

Toparlarsak, içte ideolojik kırılma, fikir sahasında gözle görülür bir kamplaşma, mevzuatta yapılan değişikler, "karşıoperasyon" ile de  yürütme erkinin kudretli kılınması; dışta geleneksel politikanın seyrinin dışına çıkılma pahasına daha da kapanmacı bir hale bürünmesi.

Tüm bunlardan sonra gidişatın seyri iyi mi olur kötü mü? "Demokrasinin Alacağı Yaralar" başlıklı bir önceki yazımda (http://www.politikadergisi.com/okur-makale/demokrasinin-alacagi-yaralar) demokrasi nazarında gidişatın hiç de iyiye olmadığını kabaca dile getirmiştim. Bu yazının temasına uygun olarak ideolojik kırılmalarınınsa bizi nereye götüreceği hususu yine iç karartıcı. Hükmeden, artık kendi meşruluğunun temellerini bir başka şekilde ve "hard power" boyutta yürürlüğe koyacak. Bu "Gezi" sonrası otoriter eğilimin daha da şiddetleneceği sonucunu doğurmakta. 

Bu kırılmalar yaşanırken bir o yana bir bu yana savrulan bizler de "edilgen" bir hüviyetle ne olup bittiğini anlamaya ve mevzimizi yaşananlara göre konumlandırmaya çalışacağız. Fakat yazının başında dediğim gibi bu konumlanma içgüdüsel, algısal, kaygısal bir mahiyet arzetmemeli. Gündeme boğulup peşinhüküm vermekten çok "öngörü"lü olup muhtemel tehlikeler sezilmeli. Ve tüm yazılarımın ana teması olan "kolektif bilincin" uyarılması adına bir çakıl taşı kadar bile olsa toplumsal alana bir etkide bulunulmalı. Zira "aydın fakiri" ülkemizde zihinsel devrimin işçileri olmak bizlere yani genç nüfusa düşmekte.

 

 

Koray CANSES

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.