Kapitalizm Acı Reçete

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Halit DURUCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
03.06.2012

Dünya coğrafyasına geniş açıdan baktığımızda, insanların mutsuz olduğunu görürüz. İnsanoğlu, 21. yüzyılda feza çağının kapılarını açarken, silahlanmaya ve uzay sanayine milyar dolarlar harcarken, Afrika’da insanların açlıktan öldüğünü görüyoruz. Asya ve Avrupa insanları ise yoksulluk ve çaresizlik içinde kapitalist sistemin çarkları arasında lime lime olmaktadır. İnsanoğlu, kendi neslini yok etmek için milyar dolarlar harcayarak silahlanma yarışına gireceğine, kendi neslinin devamı için insanlığa yatırım yapması gerekir. Bu, insani bir özlemden öteye gitmeyen bir istektir. Ancak dünya silah baronları ve küresel sermaye, kapitalist ekonomiye istedikleri gibi yön vermekte, karlarını, kapitallerini ve teknolojik imkânlarını her geçen gün daha da güçlendirmektedir. Zavallı, alın terinden başka hiçbir sermayesi olmayan insanlar ise, kapitalistlerin fabrikalarında, tarlalarında veya zehirli atıkların temizlendiği fabrikalarda çalıştırılmakta; ucuza getirdiği işçilik üzerinden milyarlarına milyarlar katmaktadırlar.

Kapitalizm, Batı Avrupa’da 18. yüzyılda sanayi devriminin yapılmasıyla ortaya çıkmıştır. O dönemlerde feodal bir yapı hâkimdi ve köylüler toprak sahiplerinin tarlalarında, bağ ve bahçelerinde birer köle gibi çalıştırılıyor; emekleri karşılığında ise bir lokma ekmekle yetinmek zorunda kalıyorlardı. Feodalistler, ellerindeki bu ucuz emekçileri kaybetmemek için onların evlenmelerine, borçlarını ödemeye, barınmalarına ve cenazelerinin kaldırılmasına yardımcı oluyorlardı. Göstermelik insani yaklaşımlar, köy halkını tatmin etmediği gibi, canından bezdirmiş, toplu halde yer yer isyanlar başlatarak feodalizmi ortadan kaldırmışlardı. Köylülerin başkaldırısıyla yıkılan feodalizmin yerine daha esnek, insan haklarını biraz daha genişleten bir sistem kurulmuştu; ancak insanlar, bu gelen sistemin feodalizmin bir türevi olabileceğini bilememişlerdi.

İnsan kanını emerek beslenen kapitalizmin iki ana yöntemi vardır. Bunlardan birincisini savunanlar; kapitalist sistemde üretim kar amacıyla yapılır ve pazarlarda satılır. Kar amacına dayalı üretim, eski çağlardan beri vardı; ancak bu, kapitalizmin o dönemlerden beri var olduğu anlamına gelmez. O dönemler kar amaçlı üretim, üretimin esaslarını oluşturmayan küçük bölümlerdir. İkincisini savunanlar; kapitalist sistem, ücretlendirilmiş emeğe dayanan bir üretim tarzıdır. Kapitalizmi diğerlerinden ayırt edici unsur olarak ta insan emeğini kaynak gösterirler. Yani kapitalizmde emeğinden başka satacak veya değerlendirecek imkânı olmayan işçiler, asgari ücret karşılığında sermaye sahiplerinin araçlarını kullanarak üretimde bulunurlar.

Kapitalist zihniyet, anatomik yapısına bu şekilde güzelleme yaparken, esas olan kapitalizmin temel zihniyetidir. Kapitalizmin iki temel zihniyeti vardır. Bunlardan birincisi; “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” ikincisi ise; “amaçlara ulaşmak için her yol mubahtır” Bu iki temel esasa baktığımızda, insani ve ahlaki değerlerin para uğruna rahatlıkla yerle bir edilebileceği aşikârdır. Yani kapitalizmin doğasında sürekli sömürmek, sömürürken büyümek vardır. Kapitalizm, o dönemlerde varlığını güçlendirebilmek için şartları kendi lehine döndürmüştür. Şöyle ki; öncelikle kar ve piyasa koşullarının toplumda kökleşmesini, daha sonra da üretim sürecinin rekabete dayalı sermaye yatırımlarını ve emeğin istihdamını sağlamışlardır. Böylece kapitalizm, sağlam temeller üzerine inşa edilmiştir.

Kapitalizmin doğmasını sağlayan sebebi görebilmek için 1500’lü yıllara inmek gerekir. Bu dönemlerde, Ortadoğu’nun, Çin’in ve Hindistan’ın ekonomik anlamda çok sıkı bir denetim altında olduğunu görürüz. Kapitalizm, Batı Avrupa’da sıkı bir denetim altında değildi. Bu serbestlikle kapitalizm, 20. yüzyıla girerken tüm dünya ülkelerini bir ahtapot gibi kollarına almış ve insanları acımasızca sömürmeye başlamıştır. Tüm dünya ülkelerinde kökleşen kapitalist sistem, hükümetler tarafından da desteklenmiş, yasalar yoluyla önlerindeki engeller ortadan kaldırılmıştır. Bu engeller, serbest piyasa koşullarının oluşturulması ve rekabetin önünün açılması şeklinde kendini göstermiştir.

Hükümetler, işçi-işveren ilişkilerini düzenlemek için sendikalar yasasını çıkarmıştır. Bu yasayla sendikalar kurulmuş ve faaliyet göstermiştir. Ancak bu sendikalar, sistemi savunanların istedikleri biçimde bir sendika olmuştur. Yani sarı sendikalar. Toplu sözleşme masasına oturan emekçiler, hiçbir zaman istedikleri reel ücreti alamamışlardır. Sonuç itibariyle görüşmeler, hükümetlerin ve patronların istediği şekilde sonuçlandırılmıştır. İşçiler yine boynu bükük, yine gözleri yaşlı kaderlerine terk edilmişlerdir. Büyük şirketler veya taşeronlaşmış şirketler, çalıştırdıkları emekçilerin can güvenliğine pek önem vermemişler; bunun doğal sonucu olarak ta gerek ülkemizde ve gerek dünyanın çeşitli ülkelerinde ihmalden kaynaklanan iş kazalarında pek çok emekçi hayatını kaybetmiştir.

20. yüzyılın başlarında klasik kapitalizm, yerini liberal kapitalizme bırakmıştır. Liberalizmin kökleşmesiyle birlikte, klasik kapitalizmde olduğu gibi bireyler değil, guruplar organize olmaya başlamıştır. Ortaya çıkan anonim şirketler ve diğer şirketler, üretim araçlarını merkezileştirip, rekabeti sınırlamak için üreticilerle anlaşma yapmışlardır. Böylece bireysel girişimciliği ortadan kaldırarak modern kapitalizmin kapılarını açmıştır. Sonuç itibariyle modern kapitalizm, teknolojik sermayeyi önemli bir noktaya çıkarırken; sermayenin egemenliğini de tesis etmiştir. Sendikalaşma ve işverenlerin lokavt hakları da modern kapitalizmin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Ortaya çıktığı günden beri insanlar tarafından sürekli eleştirilen kapitalizmi, pek çok teorisyen eleştiri yağmuruna tutmuştur. Bunlardan Hegel, Engel ve Alman asıllı bir Yahudi olan Karl Marks öne çıkan isimlerdendir. Ancak Marks’ın teorileri, komünizmin esaslarını oluşturmuştur. Bakın, Karl Marks kapitalizm için neler söylemiş: Tarihin devindirici gücünü işlerinden başka bir şeye sahip olmayanlar ve onları çalıştıranlar arasındaki uyuşmazlıklardan aldığını 1849 yılında Londra’da kaleme aldığı ‘kapital’ isimli eserinde şöyle açıklamıştır: “Bir işçinin üretimi, aldığı ücretten daha değerlidir. Artık değer farkı, patronların daha çok üretmek için yeniden çalıştırdığı kardır. Burjuvazinin çıkar yarışı, kapitalizmin temeli, bir devrimde kapitalistlerin mezarı olacaktır. Tarihin son çağında, üretim araçları ortalaşa kullanılacağından, kardan herkesin yararlandığı bir komünist rejim doğacaktır” Bu tespitleri yapan Karl Mark, kapitalizm ile ilgili şu ilginç eleştirilerde de bulunmuştur: “Üretim araçlarını ve sermayeyi ellerinde bulunduranlar, emekçileri sürekli sömürmekte ve artı değerler elde etmekte; elde ettikleri bu artı değerleri yeni bir artı değere dönüştürmektedir. Kapitalizm, sürekli verimliliği arzuladığı için sürekli gelişme ortamı oluşturabilen ancak, adalet kavramını yok saydığı için insanların tepkisini çeken bir sistem haline gelmiştir Bu haliyle kapitalizm, yıkılmaya mahkûm siyasi, iktisadi ve toplumsal bir rejimdir.” Marks’ın teorilerine baktığımızda ilk göze çarpan husus; insanların mal ve mülk edinme hürriyetinin ortadan kaldırılması gerektiğidir. Oysa meşru yollardan mülk edinmek insani bir haktır ve hiç kimse tarafından yok edilemez. Karl Marks, komünist sistemlerde tek etkili kitlenin işçi kitlesi olacağını öne sürerek tek sınıflı bir devlet yapısının elzem olduğunu savunur. Oysa ilhamını Karl Marks’tan alan Lenin ve kurmayları, 1917 yılında Çarlık Rusya’da bir Bolşevik ihtilalı yapmış ve bu ihtilalda milyonlarca Menşevik katledilmişti. İhtilalı destekleyen halk, ihtilal sonrasında KGB ajanları tarafından menkul ve gayrimenkullerinin birer birer ellerinden nasıl alındığını görmüştü. Böylece ihtilalı destekleyen halk, bir anda kendi tarlasında, bahçesinde, işyerinde, mandırasında veya ticarethanesinde devletin işçileri durumuna düşmüş; tüm kazanımları devletin tek elinde toplanmıştı. İşçiler, yönetimde kendilerinin olacağına inanmıştı; ancak ne acıdır ki öyle olmadı. Komünizm, kendi türevi olan Polütbüro sınıfını doğurmuş; tüm Rus Halkı, artık komünizmin doğurduğu burjuvazi sınıfının çalışanları durumuna düşürülmüştü. Polütbüro sınıfı, kendilerine aylık 70-80 rubleyi hak görürken, işçi sınıfına ancak 10 rubleyi reva görmüştü. Devlet, köleleştirdiği işçi sınıfına barınacağı bir yer vermekle, bir ilden bir başka ile gitmek için pasaport çıkartma şartı getirerek özgürlüklere pranga vurmakla yetinmişti. Komünizm; dini, kişi hak ve hürriyetlerini hiçe sayan bir sistem olduğu için 63 yıl sonrasında tarihin karanlığına gömülmüştür.

Rus Fizik Profesörü Sakharov, Lenin’e destek vermesiyle bilinir. İhtilal sonrası gördüğü gerçekler karşısında şaşkına dönmüş, polütbüro üyeliği sıfatını kullanarak okutacağı gerekçesiyle kızını ‘Demirperde’ ülkesi olan Rusya’dan ‘Hür Dünya’ olarak gördüğü Fransa’ya yollamıştır. Bulduğu ikinci bir fırsatta da Fransa’ya, kızının yanına yerleşmiştir. Fransa’da yazdığı ‘Kızıl Sendika’ isimli kitabında komünizmin iç yüzünü tüm yönleriyle anlatmıştır.

Toparlayacak olursak; birbirinin türevleri olarak ortaya çıkan bu sistemler, tarihinin hiçbir döneminde insanı merkez olarak görmemiştir. Bu sistemlerde temel amaç; güçsüz insanları siyasi, iktisadi, sosyal ve kültürel yönden sömürmek ve yönetmektir. Toplumlar, iki ucu keskin bıçak gibi iki zıt kutba ayrıştırılmıştır. Ezenler ve ezilenler! Bu yapı, feodalizmde de vardı, kapitalizmde de vardı, sosyalizmde de vardı, faşizmde de vardı. Yani insanlık adına hiçbir şey değişmemiştir?

İnsanoğlu yaratılış gayesine uygun, kendini insan sınıfına koyacak yüzde yüz ahlaki ve insani bir sistemi arzulamaktadır. Yüce İslam, emekçi hakları için; “İşçinin Hakkını alnın teri kurumadan veriniz” buyurarak, alın terinin kutsallığını ortaya koymuştur. Feodal, kapitalist, sosyalist ve faşist sistemlerde adaletsizlik, sosyal hayatta tüm yönleriyle kurumlaşmıştır. İnsanı merkez kabul eden iktisadi bir sistemde adalet ve ahlak anlayışı, önce vicdanlarda kurumsallaşır ve sosyal hayatın tüm katmanlarına yansır. Böyle bir iktisadi yapıda hak gaspları, hak mahrumiyetleri, haksız kazanç, haksız rekabet, talan, vurgun, soygun, hayali ihracat, hile, gecelik milyonerlik, kalpazanlık, yasal tefecilik, fuhuş ve kumar sektörü, çocuk ticareti gibi gayri insani faaliyetler asla yaşama şansı bulamaz. İnsanların hak ve hukukuna musallat olan kapitalizm devam ettiği müddetçe, önümüze getirilen “ACI REÇETELERİ” çaresiz içmeye devam edeceğiz.

 

Halit DURUCAN

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.