Yazar:
Prof. Dr. Ata ATUN
Yazının Yazıldığı Tarih:
23 Ağustos 2010
İpotekli taşınmaz malların üzerine yapılan ve ipotekleri ödenmeyen toplu konutlar, KKTC’de sonu kötüye giden konulardan bir tanesi. Sözleşme ile taşınmaz mal satışı uygulamasının bazı özel sektör kuruluşları ve müteahhitler tarafından istismarı, hem KKTC’de can yakıyor hem de yurt dışında.
İpotek bedelleri, inşaatı yapan firma tarafından alacaklı şirkete ödenmediği için, evlerinin bedelini bir tamam söz konusu inşaatı yapan firmaya ödeyen yerli halk ve yabancılar, evlerini kaybetmekle karşı karşıya kalıyorlar.
Basına da yansıyan birçok olay, konuya KKTC’ye büyük yara verecek şekilde sınır ötesi boyutlar da kazandırdı.Gerçekte ipotek verilip de kredi alınan taşınmaz mülk, sadece evlerin üzerine inşa edildiği arazinin kendisi. Sonradan üzerine inşa edilen evler değil. Kredi sözleşmesine bakılırsa, üzerine yapılacak evlerin de bu ipotek kapsamına gireceği yazmamakta. Ama ipotekli araziyi ödenmeyen borca karşı sahiplenen alacaklı, hakkı olmadığı halde ve de borç senedinde yazmadığı halde, arazinin üzerinde yapılmış konutları da sahiplenmekte.
Bence haksızlık burada başlamakta.
İnsanların hayat boyu çalışıp biriktirdikleri parayla veya emekli ikramiyeleri ile satın aldıkları evlerinin bir başka şahsın veya şirketin hatası veya borcunu ödememesi nedeni ile üçüncü bir kişi veya şirket tarafından ellerinden alınması büyük bir haksızlık ve de sosyal yanlışlık.
Belli ki bu konuda bir yasal boşluk var ve bu boşluğu yakalayan kuruluşlar bundan acımasızca yararlanıyorlar. Başkalarının haklı gözyaşı kendilerini hiç ilgilendirmiyor anlaşılan.
Doğrusu ben bu uygulamayı kabullenemiyorum.
Kabullenemediğim de araziyi alan kişinin, arazinin üstünde diye evleri de sahiplenmesi.
Gerçekte söz konusu arazi, üzerine binalar yapılmadan önce bir tarla statüsünde. Ve bu tarla üzerine evler, yollar yapılıp, çağdaş bir yaşam için elektrik, su ve telefon getirildikten sonra da tarlalıktan çıkıp, imar arazisi haline gelmiş ve de “Şerefiye” kazanmış.
Yani şereflenmiş ve değeri de artmış. Buna araziye değer kazandırılmış da diyebilirsiniz.
Evler için ödenen paranın içinde inşaat ruhsatları, mimar, mühendis, plan ve proje masrafları, iç yolların, kaldırımları yapım ücreti, elektrik akımı, su boruları ve telefon hattı çekme ücretleri de var.
Mahkemenin satış emri uyarınca açık arttırmada araziyi satın alan kişi veya kurum, satışa çıkartılan araziyi satın aldığı vakit bence hakkı olmadığı halde daha tapuları çıkarılmamış evleri de, tüm yukarıda saydığım ve bedeli ev sahiplerince kuruş kuruş ödenmiş hizmetleri de sahiplenmekte. Hem de arazi bedeline ilaveten bir tek kuruş ek para ödemeden.
Doğru olan, ipotekli araziyi açık arttırmada alan kişi veya kurum söz konusu evleri, yukarıda bahsettiğim yapım bedellerini ceplerinden ödemiş ev sahiplerine veya güncel deyimle “Konutzede”lere ödeyerek sahiplenmelidir.
Arazi payı doğal olarak alacaklının ama evler değil.
Alacaklı evleri de sahiplenmek istiyorsa, bedelini ödemeli.
Evleri ödeyip almak istemiyorsa, toprağın ipotek verilirken ki tarla değerini, yani arazi şerefiye kazanmadan evvelki değerini de konut sahiplerinden talep etmeli ve her konutun payına düşen araziyi de ev sahiplerine devrederek borcunun karşılığını almalı.
Mevcut yasalarda bir boşluk var ve birileri bu yasaların arkasına saklanarak veya yasaların açığını bularak haksız kazanç sağlamakta.
Bu yasal eksikliğin, haksızlığın, istismarın veya adına ne denirse, gelecek için olduğu kadar geçmiş olaylar için de, KKTC hükümeti tarafından önlenmesi gerekmektedir.
Yaşam boyu büyük özverilerle bir araya getirmiş oldukları birikimleri ile KKTC’de taşınmaz mal alan insanlarımızın ve topraklarımızda yaşamayı seçerek bizlerin can dostu olmuş yabancı uyruklu kardeşlerimizin haklarının hem ileriye dönük, hem de geriye dönük olarak korunması KKTC Hükümetinin kaçınılmaz bir görevidir.
Öyle de olmalıdır.
NOT: Ben konutzede değilim, ama yüreğim konutzedelerimizin üzüntüsünü, acısını ve yılgınlığını derin bir şekilde hissetmektedir.
ata.atun@politikadergisi.com
Yorumlar
Yeni yorum gönder