Milli Demokratik Devrim ve Türkiye

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
HAYRİ GÜNEL
Yazının Yazıldığı Tarih: 
01/08/2010

 

1965-1970 arası çok yoğun bir biçimde tartışıldı. Ve bu tartışmalar, Türkiye Sosyalist hareketinin tarihindeki en büyük ayrışmalardan birinin, hareketin tarihinde yerini almasıyla sonuçlandı.
Sözü dolandırmaya gerek yok; elbette Milli Demokratik Devrim (MDD) – Sosyalist Devrim ayrışmasından söz ediyoruz.
Ve yine en sonunda söyleyebileceğimizi, hemen en başta söyleyelim.
MDD’ye göre Sosyalist Devrim anlayışı, üzerinde yaşadığımız coğrafyayı anlamış olmaktan ya da kavramaktan oldukça uzaktı.
Bu arada bir hatırlatma; MDD’yi, batılı anlamdaki burjuva demokratik devrimlerinden ayırmak gerekiyor. Oradaki öncü sınıf burjuvaziydi, MDD anlayışına göreyse, yoksul ve az topraklı köylülükle küçük-burjuvazinin sınıfsal doku olarak yer aldıkları feodalizmi tasfiye hareketine işçi sınıfı önderlik eder. Öte yandan, batıdaki burjuva demokratik devrimlerinin emperyalizmi hedef alma gibi bir sorunu hiçbir zaman olmadı. MDD anlayışı da tıpkı batılı burjuva demokratik devrimleri gibi, mücadelenin sivri ucunu feodalizme yöneltir ama, feodalizmi hedef almasının temelinde, bu üretim biçiminin ülke içerisindeki varlığını devam ettirebilmesinin en temel garantisi olan emperyalizmi tasfiye düşüncesi yatar.

Buna göre karşımıza; MDD’nin, bir yakın dönem devrim anlayışı olma özelliği de çıkıyor. Batılı burjuva demokratik devrimlerinin tekabül ettiği dönem, sanayi devriminin henüz gerçekleşmediği ve kapitalizmin önünün açılmadığı karanlık bir ortaçağ feodalizmini işaret ediyor. Yeni yeni palazlanmaya çalışan genç burjuva sınıfının, kapitalizmin önündeki engelleri kaldırmaya yönelik bir devrime zorunlu olarak öncülük etmesi de bundan. MDD ise, kapitalizmin artık emperyalist aşamaya ulaşmış olduğu tekelciliğin yaygınlaştığı ve uluslar arası sermayenin giderek merkezileştiği bir süreci çözümlemiş bir devrim anlayışı.
Milli Demokratik Devrim sorunu devrimci teorinin en önde gelen isimleri tarafından ele alınmış. “Marks ve Engels'in Paris Komünü ve 1848 Alman Devrimi ile ilgili çözümlemelerinde bu yaklaşımın köklerini bulmak zor değildir. Marks'ın 1848'de, devrimci hükümetin önüne koyduğu görevler, herşeyden önce bir demokratik devrimin görevleriydi ve halkın egemenliği ile çelişen herşeyin tasfiyesini öngörmekteydi. Lenin, Demokratik Devrimde Sosyal Demokrasinin iki Taktiği adlı eserinde, proletaryanın, mahiyet itibarı ile demokratik olan bir devrime önderlik edebileceği ve etmesi gerektiği görüşünü ortaya koydu. Mao Zedung bu görüşü yarı feodal, yarı sömürge olan Çin'in koşullarına uyguladı.” (Mao Zedung, "Yeni Demokrasi Üzerine", Seçme Eserler II, Kaynak Yayınları)
MDD anlayışıyla Türkiye ilişkisine geçmeden önce son bir parantez daha açmak gerekiyor. Yukarıda sözünü ettiğimiz feodalizmi ortadan kaldırma sürecinin, aynı zamanda emperyalizmin tasfiyesi anlamına geldiğini bilmem hatırlatmaya gerek var mı?
Peki emperyalizmi de tasfiye demek olan feodalizmin ortadan kaldırılması neyi içeriyor? Bir toprak devrimini! Öyleyse bu yanıyla MDD’nin özünde bir toprak devrimi demek olduğunu söyleyebilir miyiz? Evet söyleyebiliriz. En çok da hangi ekonomik temeller üzerine oturtulmuş ülkeler açısından? Mao’nun da işaret ettiği gibi, doğrudan doğruya sömürge veya yarı-sömürge, yarı-feodal ülkeler açısından.
Bize gelince…
Gerek kapitalist gelişme (!?) anlamında olmak üzere, emperyalizme bağımlılığın şiddeti ve devamlılığı açısından olsun, gerekse feodal dokunun, doğu ve güneydoğudaki karanlık ve gerici tahakkümünü özellikle ve her şeyden önce üretim ilişkileri ve bölüşüm anlamında hala devam ettirmesi bakımından olsun, işte bu iki önemli ayak nedeniyle Türkiye’nin yarı-sömürge ve yarı-feodal bir ilke olduğu gerçeğini göz ününde bulundurduğumuzda, Milli Demokratik Devrim anlayışının neden daha kavrayıcı ve çözümleyici olduğunu rahatça görebiliyor ve anlayabiliyoruz.
Bu yazının en başında sözünü ettiğimiz MDD-Sosyalist Devrim ayrışmasında Sosyalist Devrimcilerin ülkeyi anlamak ve kavramaktan oldukça uzağa savrulmuş olmalarının ardında, biraz da Türkiye’nin işte bu özgünlüğü bulunuyor.
Peki MDD’nin Türkiye macerası nerede başlıyor ve nerede bitiyor?
Hemen söyleyelim.
Hikaye 1876’da ilan edilen Meşrutiyet!le başlıyor.
Ardından 1911-1912'de Trablusgarp savaşlarıyla ve Çanakkale direnişi ile devam ediyor ve 1922'de Büyük Taarruzla zafere ulaşan Milli Kurtuluş Savaşı ile doruk noktasına çıkıyor.
1923’te ilan edilen Cumhuriyet ile taçlanıyor. Ama Cumhuriyet Devrimiyle kazanılan siyasal bağımsızlık, onu tamamlayacak olan bir ekonomik bağımsızlıkla desteklenemediği için 1950’li yıllara kadar uzanan süreç ne yazık ki ABD emperyalizminin Türkiye'ye yerleşmeye başlamasıyla sonuçlanıyor ve Milli Demokratik Devrim ilk yenilgisiyle tanışıyor. Bu dönem aynı zamanda NATO’ya giriş ve her yönden emperyalizme, özellikle de ABD emperyalizmine bağımlılığın yoğunlaştığı dönemdir. .
Süreci izleyen 1960 28–29 Nisan gençlik ayaklanması ve 27 Mayıs hareketi ile Bayar-Menderes diktatörlüğünün devrilmesi. Milli Demokratik Devrimin yenilgiyi aştığı ve tekrar ivme kazandığı dönem olarak öne çıkıyor.
28–29 Nisan'ın devamı olarak 1965–70 anti-emperyalist gençlik hareketleri, Amerikan 6. Filosuna karşı gençliğin ayağa kalkması, 1970 15–16 Haziran büyük işçi hareketi Milli Demokratik Devrimin kazandığı yükselişin giderek yoğunlaştığı bir süreç olarak tarihteki yerini alıyor.
1970 12 Mart askeri darbesi dönemi ile birlikte Milli Demokratik Devrim yeniden bir yenilgi alıyor, buna bağlı olarak anti-emperyalist gençlik ve ulusal hareketin bastırılması, gençlik ve halk önderlerinin imhası doruğa çıkıyor. 12 Mart yenilgisi, Milli Demokratik Devrim tarihinin ağır ve en gerici yenilgilerinden biri olarak akıllarda kalıyor.
1974-1980 arası dönem ise, devrimin tekrar yükseldiği bir dönemdir. Ama ne yazık ki 1980 12 Eylül darbesi ile bu yükselişin de önü kesiliyor.
İşçi sınıfına, gençliğe ve halka karşı saldırı ve şiddet uygulanması, milli ekonominin çökertilmesi için hamleler. Özal'ın Eroin Devrimi, Türkiye’ye karşı ABD emperyalizmi ve batı tarafından yürütülen kuşatma, milli ekonomiden sonra ancak o temelde var olabilen ulusal devleti ve Kurtuluş Savaşı’yla 1960 olgusundan beri ilk kez ve yeniden Kemalist bir hatta oturabilmiş orduyu hedef alan girişimler Milli Demokratik Devrimin 1980-1997 arası sürecine damgasını vuruyor. Bu dönem, Milli Demokratik Devrimin, 1950’li yıllarda ve 12 Mart’ta yaşadığı yenilgilerden sonra aldığı üçüncü büyük darbe olarak kabul görüyor.
28 Şubat ve sonrasında yaşananlar ise, işçi, köylü, aydın, esnaf ve tüccardan oluşan bütün halkın tarikatlara dayanan tefeci sermaye ve ortaçağ kalıntılarına, acenta ve mafya kapitalizmine karşı mücadelesi; ordunun ulusal devleti savunma kararlılığı.ve Kemalist hatta durma direnci şeklinde anlam kazanıyor. Kendiliğinden ortaya çıkan Cumhuriyet Mitinglerine halkın yoğun katılımı, anti-emperyalizm temelinde yükselen geniş halk muhalefeti, Milli Demokratik Devrimin emperyalizmi ve gericiliği hedef alan bir halk kalkışması olarak yükseldiği dönemin temel göstergeleri olma özelliği taşıyorlar.
Milli Demokratik Devrimin hikayesi 28 Şubat yükselişinin ardından tekrar kesintiye uğruyor. ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi (BOP)’ne uygun bir biçimde kurulan ve doğrudan doğruya bir Amerikan yapımı olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP)’ne yine ABD tarafından sunulan iktidarlar dönemi, dinci gericiliğin cüretkar bir biçimde tavan yapmasını, sırtını ABD ve onun BOP’una dayamış düpedüz ırkçı etnik bölücülüğün cesaretini ABD’den aldığı pervasız çıkışlarını ve terörünü, bilerek kışkırtılan Türk-Kürt ayrışması ve düşmanlığını içeriyor. Süreç içerisinde ortaya çıkan “Ergenekon Tutuklamaları” da teknik ve fiziki anlamda olmak üzere, Milli Demokratik Devrimin insan unsurlarının en seçkinlerini ard arda sistemli bir biçimde tasfiye ediyor. Yaşanan bu tasfiye dönemi Milli Demokratik Devrimin karşılaştığı dördüncü büyük yenilgisi olarak öne çıkıyor.
Türk Milli Demokratik Devriminin yaklaşık 150 yıl süren hikayesi günümüze kadar ana hatlarıyla böyle bir seyir izliyor.
Peki devrim burada noktalanıyor mu? Kuşkusuz hayır!
Ve yine kuşkusuz bundan sonrası çok daha önemlidir1
Dördüncü yenilgi süreci, söz gelimi, ABD’nin bu ana kadar ki geçici bütün “onar yıllık” projelerinden çok daha farklı, diğerlerinden çok daha uzun süreli bir “kalıcılığı” kapsadığı içindir ki, etkisi ve yıkıcılığı belki de en güçlü bir yenilgi sürecidir. Buradan hareketle, ABD’nin, özellikle orta doğuya ve oradan da uzak Asya’ya hükmetme planlarının ilk ayağı olan BOP’nin temellerini iyice sağlamlaştırma anlamında, mevcut gidişatı sonuna kadar ve ne pahasına olursa olsun korumak isteyeceği açıktır. Böyle bir durumda, sözünü ettiğimiz yenilgi sürecinin uzaması söz konusudur. Bu da hiç şüphe yok ki, mevcut gericilik ve baskı döneminin giderek daha da ağırlaştırılarak devam ettirilmek isteneceği anlamına gelmektedir. Son beş yıllık döneme yayılan, yargıya, üniversiteye, Anayasa Mahkemesi’ne, orduya ve sol muhalefete yönelik gerici saldırı, müdahale ve baskıların giderek şiddetlenmesi ancak böyle açıklanabilir. ABD, AKP eliyle BOP planının Türkiye ayağını sağlamlaştırmaktadır. Bu noktada, ABD’nin elindeki önemli tehdit unsurlarından biri de PKK’dir.
Emperyalizm tarafından böylesine kuşatılmış olan Türkiye’nin Milli Demokratik Devrimi’nin önünde duran hayati görev, elbette ki bu gerici emperyalist kuşatmayı aşmak olmalıdır.
Bunun için devrimin bir programı vardır. Bu program (CHP’cilik anlamında değil) Altı Ok’tur!
Ordusuz devrim olmaz! Devrimin ordusu da vardır! Onlarca yıl sonra tekrar Kemalist bir hatta oturmuş olan TSK!
Devrimin insan gücü de vardır! Türkiye halkı!
MDD-Sosyalist Devrim ayrışmasında halkın çok uzağına savrulan sosyalist devrimcilerin anlayamadıkları da işte bunlardı.
Onlar ki;
“1) Türkiye tarihini anlayamadılar.
2) İçerisinde bulunulan somut durumda, hangi sınıfsal güçlerin, hangi nedenlerle, hangi şiddette ve hangi sürelerle birbirine karşıt yahut yan yana bulunduklarını anlayamadılar; doğru bir strateji oluşturmaları mümkün olmadığından doğru taktikler de belirleyemediler.
3) İttifak siyasetlerine temel teşkil eden toplumsal gerçekleri kavramaktan uzak oldukları için siyasal mücadelede ya pasifizme veyahut maceracılığa yöneldi ve saplandılar.
4) Başarı kazanmaları, bağlı bulundukları temel görüşten uzaklaştıkları oranda ve ancak o takdirde imkân dâhilinde oldu.” (Veysel YILDIZ-TEORİ DERGİSİ-NİSAN 2001-SAYI:135)
Şu asla unutulmamalıdır; “Yarı-sömürge, yarı-feodal bir yapıya sahip ülkemiz Türkiye'nin önündeki devrim aşaması Milli Demokratik Devrimdir. İki milliyetten Türkiye halkı proletarya önderliğinde emperyalizmi, feodalizmi ve işbirlikçi burjuvaziyi yıkacak, demokratik halk iktidarını kurarak durmaksızın sosyalizme geçecektir.” Yaklaşık 150 yıldan bu yana süregelen ve tıpkı Lenin’in, tıpkı Mao’nun, tıpkı Marks’ın devrimi tanımlarlarken hep dedikleri gibi, birçok iniş çıkış yaşamış olan Türk Milli Demokratik devrimi başarıya ulaşacaktır.
Hatırlatmakta yarar var; bu yol üzerinde hemen ilk ağızda bizleri iki önemli olanak, iki önemli mevzi bekliyor.
Referandum ve Genel Seçimler!
Sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!
 
iletisim@PolitikaDergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.