Ne Kadar Kağıttan Kaplan Varsa, O Kadar da Mustafa Var

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Hayri Günel
Yazının Yazıldığı Tarih: 
9 ŞUBAT 2011

1)     YİNE “VERECEK MİSİNİZ”?
 
Heyecan ve aksiyon dolu bir filmi izler gibi izlemiştik hep birlikte olan biteni. Çok lüks bir villanın, inanılmaz gelişmişlikteki yüzme havuzunun üzerini kapatmak için kullanılan brandayı, dört bir tarafından kaldıran mali şube polislerini ve branda kalktıktan sonra boş olan havuzu ağzına kadar dolduran kayıt dışı cep telefonu kartlarının ortaya çıkışını bütün bir ülkeye yansıtan televizyon görüntülerini unutmak mümkün mü? Ya da, Cumhuriyet tarihinin tanık olduğu en büyük “ticari vurgunların” önemli bir bölümünü gerçekleştiren bir ailenin bütün fertlerinin daha sonra nasıl birer ikişer yurt dışına kaçtığını ve hali hazırda da, gittikleri yerlerde nasıl bir lüks içerisinde yaşamaya devam ettiklerini bizlere duyuran gazete haberlerini hangimiz görmedik, okumadık ki?
 
Bu “Vurguncu Aile’nin bir üyesi, bir siyasi parti kurup seçimlere bile katılmıştı ve neredeyse barajı aşıp meclise dahi girecekti. Babası ve ağabeyi dolandırıcılık ve vurgunculuk suçlarından dolayı yurt dışında kaçak yaşayan bir adamın kurduğu o partiye, ülke seçmeninin yüzde 7’si oy vermişti ve bize göre asıl dram da buydu.
 
Kimler milletvekili ya da belediye başkanı adayı olmamıştı ki, o partinin kapısında kuyruğa girip… Ünlü türkücüler, mafya babaları, eski dolandırıcılar, paranın kokusunu aldığı için akademik kariyere boş veren içi boş profesörler, eski ülkücüler, “CHP’den Dönmeler”, ya da sadece “Dönmeler”, daha kimler kimler…  Koskoca üniversite kampüslerini, yeşil çuhaları, sarkık bıyıkları, küçük ilçe ve kasabaları arkalarında bırakıp, sadece kendi ikballeri ve hırsları için koşa koşa gidip o partinin önünde kapılanmışlardı.
 
Yaşanılan o büyük bozgunla birlikte darmadağın olan gelecek düşlerini yüreklerine gömmeyi başaramayanların bozgunu o gün, bu gündür hiç bitmeden devam ediyor. Başaranların bir kısmı da, artık nasıl becerebildilerse, eski partilerine döndüler. Bu dönüşlerin tümünün bir tek adı var ve biz onun ne olduğunu elbette biliyoruz: AHLAKSIZLIK!
 
Şimdi eski partilerine dönenler, dönebilenler, yine “ülkücülüklerine (!)” ya da “sosyal demokratlıklarına (!)” devam ediyorlar. Daha doğrusu devam ettiklerini zannediyorlar. Bunların hatırı sayılır bir bölümü, önümüzdeki seçimlerde milletvekili adayı olarak tekrar önünüze gelecekler ve bir zamanlar, arkalarına bile bakmadan terk ettikleri partileri için hepinizden oy isteyecekler. Verecek misiniz?
 
2)     BÜLENT ARINÇ, RECEP TAYYİP VE ZONGULDAK’TAKİ O SAVCI
 
Süheyl Batum ordunun son durumunu değerlendirdiği o konuşmasında TSK için, içi ABD tarafından oyularak kâğıttan bir kaplana dönüştürüldüğünü söyledikten sonra, “biz de bunları “asker” zannetmişiz” deyince AKP ve en çok da Bülent Arınç tarafından kopartılan yaygaraya şaşmamak olanaksızdı. Bu satırların yazarı da şaşırdı kaldı elbette bu yaygaraya bakıp.
O Bülent Arınç ki, yaklaşık 8 yıldan bu yana, en iyi bildiği işler listesinin başına, TSK’ya sistemli bir biçimde saldırmayı koymuştu hep. “İyi ki bunlarla savaşa girmemişiz” den tutun da, “Böyle asker mi olur” lara kadar, bulduğunu zannettiği her fırsatta, genel AKP politikasına uygun olarak, sanki düşman bir ülkenin ordusuymuş gibi, TSK’ya bindirip durmuştu. Hele hele, “ordu bana suikast düzenleyecek” yaygarası ve o suikastın ardından asker erzakıyla birkaç “çarşı görevlisi” erin çıkması tam bir komediydi.
 
Hepimizi şaşırtan asıl gelişmeyi ise, daha sonra yaşadık: Zonguldak’taki o savcı, Recep Tayyip’in Batum için “suç duyurusu”nda bulunduğu ortaya çıkınca, asla vakit kaybetmeyerek (?), Batum için bir soruşturma başlattığını açıkladı.  Bu gelişme ülkedeki siyasal çarkın bütün dişlilerinin artık cılkı çıkmış bir ahlak problemi içerisinde debelenip durduğunu ve dahi yine bu ülkenin hukuk sisteminin artık nereye ve kime endeksli olarak işlevini sürdürdüğünü de hepimize, herkese ilan etmişti aslında. Koskoca bir “DENİZ FENERİ” rezaleti bu memleketin ortasında tam 3 yıldır öylece dururken, Bülent Arınç’ın “Ya kabul edin, ya da gereğini yapın” diyerek CHP’ye ve Batum’a saldırması, Recep Tayyip’in Batum için suç duyurusunda bulunması ve Zonguldak’taki o savcının talimatı yerine getirmek için gösterdiği refleks, bu ülke adına koyu, kopkoyu bir dramdı.
 
Bu arada anmadan geçmek olmaz: Grup toplantılarında ya da seçim yemeklerinde, ses tellerini çatlatacakmış gibi bağırarak AKP ve Recep Tayyip’e muhalefet (!) eden (!) ama yirmi dört saat sonra, ne yapıp edip bir biçimde AKP’ye koltuk değneği olma pozisyonuna girebilmeyi başaran ve bu yüzden Recep Tayyip’in iki günde bir teşekkür edip durduğu Devlet Bahçeli’nin, Batum olayında gösterdiği tek tepki olan “şuursuz” açıklamasına, Bülent Arınç’a, Recep Tayyip’e ya da Zonguldak’taki o savcıya şaşırdığımız gibi şaşırdığımızı sanmayın sakın. Devlet Bahçeli hep böyle çünkü. 367 oylamalarından ve AKP’nin Abdullah Gül’ü Çankaya’ya çıkarmasına “yardımcı” olunmasından beri böyle. Devlet Bahçeli hep bu. Yoksa, ses tellerini çatlatma pahasına kendisine bağırıp duran bir adama Recep Tayyip’in iki de bir teşekkür edip durması niyedir sanıyorsunuz. “Meğer ne kadar çok kağıttan kaplanımız varmış” diyesi geliyor insanın.
 
3)     BU SORULARA BİR CEVABINIZ VAR MI?
 
·        Deniz Feneri Rezaleti ne âlemde, hanginiz biliyorsunuz? Ya da merak ediyor musunuz?
 
·        Arena Stadyumunun açılışında Recep Tayyip’i yuhalayarak protesto eden 42 bin kişi içerisinden artık nasıl oluyorsa, “tespit edildiği” belirtilen 17 kişinin ne ile suçlanacakları ya da akıbetleri hakkında bir fikriniz var mı?
 
·        Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün bile “temiz adamdır, ben kefilim” dediği Kayseri Büyükşehir Belediye Başkanı’nın da adının karıştığı iddia edilen yolsuzluk ve rüşvet skandalının örtbas edilmesi çabalarının nasıl büyük bir hızla devam ettiğinden haberdar mısınız?
 
·        Toplam 252 maddesi olan ve şu satırların yazıldığı sırada 152 tanesi meclisten geçmiş “TORBA YASA”nın başınıza ne çoraplar öreceğini biliyor musunuz?
 
·        Yaklaşık bir aydan bu yana, memleketin hemen her tarafında protesto eylemlerine hedef olan “TORBA YASA” için sokağa dökülmüş yüzlerce insana göz ucuyla da olsa, şöyle bir bakıp, kendi kendinize; “Ne Bağırıp Duruyor Bu Adamlar” diye hiç sordunuz mu?
 
·        İçişleri Bakanı’nın, Hrant Dink cinayetiyle ilgili olarak, içlerinde İstanbul eski Valisi Muammer Güler ve İstanbul eski Emniyet Müdürü Celalettin Cerrah’ın da bulunduğu 30 kişi hakkında soruşturma başlatmak gibi bir düşünceleri olmadığını açıklamasına rağmen, bir tek savcının bile çıkıp da, “Bizim soruşturma başlatmak için Bakanlıktan izin almak gibi bir zorunluluğumuz yoktur” dememesini, diyememesini neye bağlıyorsunuz?
 
Bu ve benzeri sorulara verecek cevabınız pek yok ise, verecek bir cevabı olanlar yandı demektir. Çünkü Cumhuriyet tarihinin çok büyük bir bölümü, verecek cevapları ol(a)mayanların maliyetine hep ve daima verecek bir cevabı olanların katlanmak zorunda kalmasıyla geçmiştir.
 
4)     NE KADAR KÂĞITTAN KAPLAN VARSA, O KADAR DA MUSTAFA VAR!
 
“Teğmen Mehmet Ali Çelebi… 18 Eylül 2008’de gözaltına alındı. İki gün sonra tutuklandı. 2 yıl sonra, 27 Eylül 2010 tarihinde hâkim karşısına çıkarıldı. 2.5 yıldır cezaevinde. Cezaevinde unutulmuştu, ta ki bilirkişi raporuna kadar. TİB raporuna göre, Hizbut Tahrir örgütü ile ilişkilendirilen Teğmen Çelebi’nin cep telefonuna örgütle bağlantısı olan 139 kişinin numarası sadece 1 dakika 1 saniyede polis tarafından yüklenmişti! Basın bu konu üzerine haberler yaptı. Polis hata yaptığını açıkladı. Sonra konu kapandı. Ve Teğmen Çelebi hala karanlık zindanda tutuluyor.” (Bu satırlar Soner Yalçın’ın, Kara Pilot Teğmen Mehmet Ali Çelebi’yi konu alan “TEĞMEN MEHMET ALİ ÇELEBİ’NİN BİLİNMEYEN HAYATI” (Odatv.com) başlıklı yazısından alınmıştır.)
 
Sözünü ettiği olayı biliyorsunuz. Tekrar açmaya gerek yok. İstanbul Emniyet Müdürü yapılan bu yasa dışı “numara yükleme” işlemi için “SEHVEN” deyip işin içinden çıkılabileceğini zannetmişti. Bunu bir anlamda da olsa başardı aslında. Bunun üzerine, Ergenekon Davası’ndan dolayı yaklaşık 3 yıldır zindanda tutulan bir başka “sanık”, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, dava için en güzel tanımlamayı yaptı: “ZATEN ERGENEKON DAVASININ KENDİSİ SEHVEN!” Öyle ya, gizli tanıklar, ihbar mektupları, sehven yanlış yazılan tarihler, sehven eklenen cep telefonu numaraları, üzerinde defalarca oynanmış ama yine de kanıt olarak kabul edilen cd’ler, iddianamelerdeki yüzlerce mantık, isim ve tarih hataları hep bu dava sürecinde tanık olduğumuz ve artık alıştığımız olgu ve olaylar değiller mi?
 
Soner Yalçın, yazısında Genç Teğmen için daha başka şeyler de söylüyor;
“23 Temmuz 1984’te doğdu. Baba Muharrem Çelebi banka veznedarı… Anne Rukiye Çelebi gardiyan… Annesi Amasya Cezaevi’nde görevliydi ve oğlunu bırakacak kimsesi olmadığı için onu her gün hapishaneye götürdü. Mehmet Ali Çelebi cezaevinin maskotu oldu; gardiyanlar ve mahkûmlar tarafından büyütüldü. Cezaeviyle, koğuşlar ile tanışması yeni değildi yani. 1990 yılında Amasya Atatürk İlkokulu’nda öğrenime başladı. Okulu birincilikle bitirdi. 1995-1999 yıllarında sınavla kazandığı Amasya Anadolu Lisesi ortaokul bölümünü de birincilikle bitirdi. Tüm diğer sınavları da kazanmasına rağmen, ağabeyi Volkan’ın askeri lisede okumasının etkisiyle 1999 yılında kendi isteğiyle Maltepe Askeri Lisesi’ni seçti (Ağabeyi 2001 yılında felsefeye yönelik aşırı ilgisi nedeniyle Hava Harp Okulu’ndan kendi isteğiyle ayrıldı.) Mehmet Ali Çelebi 2000 yılında Askeri Liseyi de birincilikle bitirdi ve dönemin Ege Ordu Komutanı Orgeneral (ve bugünün Ergenekon sanığı) Hurşit Tolon’dan diplomasını aldı. Kura ile karacı olduğu belirlendikten sonra 2003 yılında Kara Harp Okulu’nda eğitim ve öğretim hayatına başladı. 2007 yılında okulu dördüncülükle bitirdiği için diplomasını Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’tan aldı ve o fotoğraf karesi sonradan çok kullanılacak tarihi bir kare oldu. Öğrenim boyunca bütün notları 10 üzerinden 10 ya da 10 üzerinden 9,5’in altına hiç düşmedi. 2007 yılında helikopter pilotu olmayı tercih etti; bunun için çeşitli ve ayrıntılı sağlık taramalarından geçtikten sonra, kendi dalında dünyanın en zor kursu olarak nitelendirilen helikopter pilotluğu sertifikasını bir yıllık yoğun eğitim sonunda üstün başarıyla elde etti. Harp Okulu öğrenciliği döneminde arkadaşlarına, final sınavları öncesi bir hoca gibi 50-60 kişilik gruplar halinde ders anlatımları ve onların bu anlatımlar sonucunda sınavlarını geçmesi kulaktan kulağa efsane şeklinde anlatıldı. Kitap kurduydu. Öyle ki, 2,5 yıllık cezaevi hayatında 500’e yakın kitap okudu. Futbol lisansı da olan Teğmen Çelebi okul takımının başarılı futbolcularından biriydi. Küçüklüğünden itibaren koyu bir Beşiktaşlı ve Amasyaspor’luydu. Sualtı dalgıçlık kursiyerliğini de tutuklanmadan kısa bir süre önce başarıyla bitirdi.” (odatv.com)
 
Artık neredeyse bir “Destan” haline gelmiş olan mahkemedeki o tarihi savunmasının son cümlesinde ne demişti Mehmet Ali; “O bu topraklarda hiç kaybetmedi! Yine kazanacak!”
 
Çok kâğıttan kaplanı var bu memleketin, tamam anladık ama… Çok da Mustafa’sı var! Ne dersiniz? Nerede olursanız olun, sayınız ne olursa olsun, sevgiyle, dirençli ve uyanık kalın!
 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.