Olgulardan "Olması" Gerekenlere Bir Perspektif

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF

İNSAN HAKLARI VAKFI, Meclis Komisyonuna “faili meçhul” raporu sunmuş, ve gerçekten de incelendiğinde, tabii ki rakamlara bakıldığında, “insanı dehşete” düşürecek türden bir rapor. İnsan Hakları Vakfı’nın bu raporunu, MİLLİYET gazetesi (26.01.2012) tarihli baskısından sürmanşet/manşet olarak veriyordu.

Milliyet gazetesinde bahsettiğim tarihte bu faili meçhul raporu, yıl ve kayıp olan kişi manzarasını, gerçekten de ibretlik derecede insanların dikkatine sunmaktaydı.

Şöyle ki...

1990 --------- 11

1991 --------- 31

1992 --------- 362

1993 --------- 467

1994 --------- 423

1995 --------- 166

1996 --------- 113

1997 --------- 65

1998 --------- 45

1999 --------- 52

2000 --------- 13

2001 --------- 24

2002 --------- 8

2003 --------- 16

2004 --------- 8

2005 --------- 4

2006 --------- 21

2007 --------- 2

2008 --------- 30

2009 --------- 18

2010 --------- 9

2011 --------- 13

Gerçekten de ülkemiz açısından tabloya bakıldığında, insanı ürküten bir sonuç çıkmakta. Türkiye, uzun yıllardan beri başımıza musallat olan/edilen PKK terör örgütü ile uğraşmakta. Savaşmakta kelimesini özellikle kullanmıyorum; savaş, iki ülke arasında bazı kurallar çerçevesinde cereyan eder!

PKK terör örgütüyle mücadele edilirken, örgüt etkisiz hâle getirilmeye çabalanırken, dönem dönem gayrimeşru yöntemlere başvurulduğu artık bilinen, alenileşen bir durum hâline geldi. En azından televizyonlarda yapılan tartışma programlarını izleyenler ve yine en azından günlük gazeteleri takip edenler; yine bu konularda yazılıp-çizilen makaleleri okuyanlar; devletin rutin dışına çıktığını bilmekte/fark etmeye başlamakta...

İşte yapılan kazılar neticesinde çıkan kemik kalıntıları, şimdilik kesin olmamakla birlikte, geçtiğimiz dönemlerde, devletin “ilgili kurumlarının” veya şehir efsanesi hâline gelen istihbarî terör kurumlarının, terörle mücadelede neler yaptığını bizlere anlatabilmekte...

***

İnsan Hakları Vakfı’nın sunduğu raporda dikkat edilirse, Ak Parti hükümetinin iktidarda olduğu dönemlerde “faili meçhul” tablosunda bir “iyileşme” veya azalma olduğu söylenebilir. Aslına bakılırsa, buradan hareketle AK Parti hükümeti, “terörle mücadelede” başarılıdır denemez. Fakat, en azından terörle mücadelede, devlet kurumlarının, teröristle yöre halkı ayırtına dikkat ettiği, PKK militanlarıyla mücadele edilirken, normal Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının azami derecede “zarar” almamasına dikkat edildiği söylenebilir. Yine bir başka durum da, bu gerçekleşen “faili meçhul” olaylarında, ne kadar devlet kurumlarının dahli olduğu, yine ne kadar PKK terör örgütünün bizzat kendisinin yaptığı “infazların” olduğu da göz önüne alınmalıdır.

Neden, çünkü, toplumumuzun bilinçaltına işlenen bazı önyargıların değiştirilmesi kolay olmuyor da ondan! Hatırlarsanız, Uludere vakasında, Taraf gazetesi yaşanan “elim kazadan” sonra, hiçbir şekilde kelime kantarına başvurmadan, “Devlet halkını bombaladı” gibi bir başlık kullanabilmişti. Toplumuzda geçmişte yaşanan acı ve dramlardan ötürü, devlet kavramına karşı bir kuşku ve önyargı mevcut.

Tamam, evet, gerçekten de geçmiş dönemlerde terörle mücadele edilirken, bazı durumlarda meşru zeminden sapılarak, otla samanın karıştırılmasında olacağı gibi, masum vatandaş-suçlu ayırtına doğru düzgün gidilmeden, olmaması gereken durumlara yol açılmış.

***

Belki çok fazla tekrara düşecek; ama olsun söylemekte bir sakınca da yok. Ülkemizde sosyo-politik/kültürel/ekonomik bazda en büyük sorun(lar), İŞSİZLİK ve TERÖRDÜR...

Evet, AK Parti hükümeti süreçlerinde, Kürt yurttaşlarımız daha fazla siyasal hayata katılmakta ve demokratikleşme süreçlerinden de belki en fazla faydalanan kesim olmakta. PKK terör örgütüyle mücadelede, AK Parti hükümetinin çok başarılı olduğunu söyleyemeyiz. AKP, iktidar olmadan önce de iktidar süreçlerinde de “insanı” merkeze alan politika yapacağını mütemadiyen deklare etti. İster kabul edilsin, ister reddedilsin, Ak Parti, arkasındaki yatan gayeler speküle edilmeye müsait de olsa insan hakları ve özgürlük çerçevesinde, kendisinden önceki iktidarlara nal toplatacak kadar işlere imza attı...

AK PARTİ, daha önceki yazılarımdan bir tanesinde de belirttiğim gibi, terör olgusunu bitirmek durumundadır.

PKK terör örgütünü, ülkemiz içinde faaliyet yapamaz hâle getirmek zorundadır.

Artık, insanlarımızın; PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen terörsel eylemlerden zarar görme ve bu eylemlerin neden olduğu acılara katlanma gibi sabırları yoktur ve kalmamıştır da...

KISACASI, siyasi iktidar, terörü bitirmek durumundadır.

Neden?

Her şeyden önce, arkasında görece de olsa %50 gibi millet desteği vardır.

Yine, terör gibi bir güvenlik-huzur olgusunda, muhalefet cephesinden destek gelmeyeceğini ummak (. . .)

Yine küresel konjonktür de lehinedir, siyasi iktidarın...

Siyasi iktidar, PKK terör örgütü ile mücadeleyi ve ülke sathını etkileyecek, istisnasız herkesin lehine ve faydasına olacak “demokratikleşme”, “insan hakları”, “ifade özgürlüğü” gibi evrensel değerleri, ya doğru düzgün topluma anlatamadı, ya da bunların birbirlerinden keskin bir biçimde güven-huzur merkezinde ayrıldığını doğru düzgün okuyamadı.

PKK terör örgütü ile şu son bir yıllık süreç dışında, gerçekçi mücadele verilmedi. Orgeneral Necdet Özel paşanın Genelkurmay Başkanlığına gelmesi ve sonraki terör örgütüyle verilen mücadeleyi kastediyorum. Belki, evet, atılan cesur adımlarla siyaset kurumunun önü açıldı, Kürt vatandaşlarımızın siyasete “çoğunlukçu” sürecin içselleşmesi adına katılımları teşvik edildi... Kürt yurttaşlarımızın önceliklerini temsil ettiklerini savlayan partiler ne yaptı bu süreçte? Hiçbir şey... Daha çok, ülke huzurunu ve bütünlüğünü baltalamaya yönelik açıklamalar ve deklarasyonlarla, PKK terör örgütünün şehirdeki uzantısı durumuna düştüler.

***

Mesela, Diyarbakır Bağımsız Milletvekili Leyla Zana’nın şu açıklaması, Ak Partinin yarattığı özgürlük ortamının eseri değil midir?:

“Ben tek taraflı hiçbir şeyin anlamlı olacağını düşünmüyorum. Her şeyin mutlak surette bir tarafı vardır. Günümüz koşullarında demokratik eylemlilikler vardır. Çok radikal bir şekilde demokratik eylemliliklerin yaygınlaştırılması lazım. Silahlı mücadele şu anda herkesi taraf ediyor. Artık silahlı mücadele bir noktaya geldi. Ben silahların bırakılmasını asla tartışmıyorum. O Kürtlerin sigortasıdır. Bu sorun var olduğu müddetçe o silahlar Kürtlerin güvencesidir. Çünkü biz geçmiş süreçleri de görmüş insanlarız. 80'li yılları yaşamış insanlarız. Karşılıklı bir güvensizlik var. Bu güvensizliğin giderilmesi için belirli adımların atılması lazım. En büyük adımın devlet tarafından atılması gerektiği kanısındayım. Çünkü haksızlığı uğrayan Kürtler, haksızlığı da yapan devlettir. Kürtlere bir statü verilmeden, yasal bir güvence sağlanmadan, Kürtlerin silah bırakmasını tartışmamak gerekir. Ama silahların susturulması taraftarıyım. Çünkü artık gençlerin kanı akmamalı. Diyalog süreci başladığı zaman yarın arkamıza döndüğümüzde gerçekten de gençler için hepimiz üzüleceğiz ve yaralanacağız.” - T24.COM.TR-09 Ocak 2012-

AK PARTİ, daha önce dediğim gibi ister hakkı verilsin ister reddedilsin, daha önce hiçbir hükümet döneminde olmadığı kadar, daha fazla “demokratikleşme” hamleleri atmış, belki de sırf Avrupa Birliğine girmek ya da AB’liği istiyor diye, demokrasi standartlarını yükseltmeye çabalamış veya zorlanmıştır.

SONUÇ ne olursa olsun değişmiyor, “değişim” var ve yaşanmakta!

Siyasi iktidarın en büyük gafletleri, artık ne denirse, aymazlığı işbilmezliği, HABUR REZALETİ ve çıktığında özellikle liberaller tarafından çok fazla desteklenen “Açılım Projesi-Kardeşlik Projesi” artık adı ne olursa... Bu iki süreç, bence çok iyi yönetilemedi. Bir kere, HABUR meselesi, toplumda yaşanan kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. Terörle mücadele yapanların, daha önce terörle mücadele içinde bulunup da çeşitli nedenlerle şimdi aktif olarak bu mücadeleyi yapmayanların, kalpleri incitildi.

AÇILIM PROJESİ ise, bana göre tam bir FİYASKOYDU! Bir kere, bu çalışma, topluma anlatılamadı. Gerçi, tam olarak siyasi iktidar bile, bunun nasıl bir şey olacağını bilememekteydi ya da daha çok günü kurtarma politik atraksiyonuydu!

***

BU ÇERÇEVEDEN bakıldığında, görecede olsa siyaset kurumunun “hareket kabiliyetinin” arttırılması, ifade özgürlüğünün genişletilmesi ve yine düşünce özgürlüğünün teşvik edilmesi gibi olumlu çabalar, hiçbir şekilde, ülke politik havzasına katkı sağlamak istemeyen ve hedeflemeyen, daha çok “KÜRTÇÜLÜK” yapan BDP ve ardılları tarafından, sadece kendi bölücü emelleri meyanında kullanıldı.

Az önce okuduğunuz Leyla Zana’nın açıklamaları, daha önce, derin devletin, tüm azametiyle siyaset kurumunun üzerinde durduğu zaman dilimlerinde gerçekleştirilebilir miydi?

***

İMDİİİ, demokratikleşme ve insan hakları penceresinden siyasi iktidarın icraatları, ülkemizde bir dönüşüme neden olmuştur. AMA, aynı zamanda, işte BDP’li ya da bağımsız milletvekillerinin fütursuzca denebilecek açıklamalarda bulunmalarına, yine marjinalleşmelerine, hatta “rahatlıkla” “otonom” idare talep etmelerine ve yine silahın bir “sigorta” olduğu cüretine yöneltmiştir... Yazının en başına dönersek, AK Parti hükümetlerinin terörle mücadelede görece zayıflığına rağmen, meşru zeminlerin dışına çıkılmasına izin vermediğini söyleye(biliriz)...

EZCÜMLE...

Adalet ve Kalkınma Partisi, terörle mücadelede başarılı olmak zorundadır. Ve, siyasi iktidar, iktidarı döneminde de PKK terör örgütünü etkisiz duruma getirmek yükümlülüğündedir. BU MİLLET, iktidara sadece duble yollar ve eğitim ve yine sağlık atılımları yapması adına %50’lik desteği vermemiştir. İnsanların eline, hani o meşhur “bulunmaz” denilen fırsatlar sürekli geçmez/geçmeyecektir de.

 

Erhan SALMAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.