Özel Yetkili Mahkemelerin Hukuki Konumu ve Siyasi İşlevi

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet ÇAĞIRICI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
01.07.2012

Demokratik bir ülkede, bir hukuk devletinde özel mahkeme olur mu? Evet, olur! Ancak bu özellik mahkemelerin suç bağlamında bir uzmanlığı, bir ihtisası kapsıyorsa olur!  Hatta bazı suçlar konusunda ihtisaslaşmış bir mahkeme, daha adil bir yargıya varacağı için, zorunludur bile!

Ancak eğer bir mahkeme işlenen suçların değerlendirilmesinde özel bir bilgi ve tecrübe gerektiren uzmanlık açısından değil de sanıkları farklı usullerle ve farklı yetkilerle yargılanması açısından bir özellik taşıyorsa, bu mahkemelerin demokratik bir ülkede, bir hukuk devletinde yeri yoktur. Tıpkı ülkemizdeki ki Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri gibi!

Nitekim Başbakan yardımcısı AKP'li Bekir Bozdağ da bir TV programında "Aslında bu mahkemeler bir hukuk devletinde olmaz" diye bu gerçeği itiraf etmiştir.

Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri Ceza Hukukumuza, 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü kanununda yapılan değişikliklerle Devlet Güvenlik Mahkemelerinin (DGM) kaldırılmasıyla girmiş bir kavramdır. Aslında 2004 yılındaki AKP yönetimi tarafından yapılan bu değişiklikle DGM'lerin sadece ismi değiştirilmiş, görev alanları, yargı usulleri ve yetkileri Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelere devredilmiştir.

DGM'ler 1961 Anayasası'nın 136. maddesine göre devleti korumak amacıyla kurulmuştur. Fakat 1975 yılında Anayasa Mahkemesi'nin DGM'nin kuruluş yasasını iptal kararından sonra meclisten yeni bir yasa çıkmadığı için faaliyetini durdurmuştur. Daha sonra 1982 Anayasası'nın 143. maddesinde DGM'lere yer verilerek bir kanunla DGM'ler yeniden kurulmuştur. 1999 yılında yapılan anayasa değişikliği ile de DGM'lerin yapısından askeri yargıç üye çıkarılmıştır.

Nihayet 2004 yılında Türkiye'nin Avrupa Birliği (AB) tam üyelik hedefi ve uyum paketleri çerçevesinde AKP iktidarı tarafından 1982 Anayasası'nın DGM'leri düzenleyen 143. maddesi yürürlükten kaldırılmış, bunun yerine 5190 sayılı kanunla Ceza Mahkemeleri Usulü Kanunda(CMUK) yapılan bir düzenlemeyle Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri ihdas edilmiştir.

Kısaca DGM'ler ismen kalmış olsalar da Özel Yetkili veya Görevli Ceza Mahkemeleri adı altında cismen varlıklarını halen sürdürmektedirler. Dolayısı ile Avrupa İnsan Hakları mahkemesinin DGM'lere yönelik eleştiri ve kararları aynen Özel Yetkili Ceza Mahkemeleri için de geçerlidir.

***

Ülkemiz hukukçuları büyük bir çoğunlukla DGM’yi veya şimdiki Özel Yetkili Mahkemeleri(ÖYM) aşağıdaki hukuki ilkeler açısından eleştirmektedirler:

a) Adil Yargılanma Hakkı: Demokratik bir rejimde bireyin, vatandaşın en temel haklarından birisi de Adil Yargılanma Hakkı'dır. Bu hak; Avrupa İnsan Hakları sözleşmesinin 6. maddesi ve 1982 Anayasası'nın  "Yargıç Güvencesi" bölümünde yer alan 36. maddesi ile koruma altına alınmıştır. Dolayısı ile 1982 Anayasası'nın 2. maddesinde yer alan "Hukuk Devleti" ilkesi ve de 36. Maddesinde yer alan hükümle “Hiç kimse kanunen tâbi olduğu mahkemeden başka özel bir merci önüne çıkarılamaz” hukuki kuralının da ülkemizde geçerli olması gerekir. Fakat “Yargılama usulleri” ve “Yetkileri” bakımından Özel Görevli Ağır Ceza Mahkemeleri hem Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine hem de 1982 Anayasası'na aykırı düşmektedir.

Gelelim bu mahkemelerin eleştirilen usullerine..

Adil Yargılanma Hakkı "Sanığın Savunma Hakkı" nı da içerir. Sanığın bu savunma hakkını kullanabilmesi için de "sanığın duruşmalarda bulunma hakkı" na sahip olması zorunludur. Hâlbuki CMUK'a 5190 sayılı Kanunla eklenen 394/d maddesine göre, hâkim 200'den fazla sanıklı davalarda, duruşmalara sanıkların yokluklarında da devam edilmesine karar verebilmektedir.

İstanbul Beşiktaş Özel Yetkili Mahkemeleri tarafından yürütülen Ergenekon, Balyoz vs. gibi davaların, aralarında maddi bağ olmamasına rağmen, diğer bazı davalarla çete ve örgüt kurma bahaneleriyle birleştirilmelerinin gerçek nedeni, sanıkların savunma haklarını kullanmalarını engellemek için, bu davaları 200'ü aşkın sanıklı mamut davalar haline getirmektir.

Özel Yetkili Mahkemeler; bırakalım sanığın savunma hakkının kullanmasının engellemesini, Ergenekon davasından 4 sene 3 aydır tutuklu yargılanan İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek örneğinde olduğu gibi,  sanığın duruşmalardaki yaptığı savunmasından dolayı hapis cezasına(Perinçek’e 22 yıldan fazla) çarptırılmasına dahi ön ayak olmaktadır.

b) Eşitlik İlkesi: Eşitlik ilkesi hukukun genel bir ilkesidir. Demokratik bir hukuk devletinde yargının yapılanması ve yetkileri eşitlik ilkesine göre düzenlenir. Ulusal ve uluslararası hukuki metinlerce bu ilke de tanınmakta ve korunmaktadır. Avrupa İnsan Hakları (AİH) Sözleşmesinin 14. maddesi bu ilkeye “Ayrımcılık Yasağı” başlığı altında yer verir. Ayrıca ülkemizde de 1982 Anayasası'nın 10. maddesi ile eşitlik ilkesini güvence altına almıştır. 

Özel Yetkili Mahkemelerde görev yapan yargıçlar, diğer ceza mahkemeleri yargıçlarından farklı olarak, 3 yıl süre ile başka yere atanamamaktadırlar. Bu eşitlik ilkesine aykırı bir yetkidir.

c) Bağımsız Mahkeme Hakkı: Adil yargılanma hakkının temel unsurlarından bir başkası ise bağımsız mahkeme hakkıdır. Buna göre sanık, tüm kişi ve kurumlardan bağımsız olan bir mahkemede yargılanmasını talep edebilmelidir. AİHM de kararlarında bu hususun altını çizmiştir. Bu Yüksek Mahkemeye göre bir yapının mahkeme olarak nitelendirilebilmesi için mutlaka resmi veya resmi olmayan tüm kurum ve kuruluşlardan bağımsız olmasının ana kriter olması aranmalıdır.

ÖYM'lerin hâkim ve savcıları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından atanmaktadır. HSYK'nın başkanı, dolayısı ile HSYK'nin gündemini belirleyen yürütmenin, yani AKP'nin Adalet Bakanı'dır. Ayrıca bir Adalet Bakanlığı Müsteşarı da HSYK’nın tabii üyesidir.  Kısaca, yargıyı yapılandıran ana kurum yürütmenin kontrolündedir.

HSYK, 12 Eylül 2010 Referandumunda yapılan anayasa değişiklikleri gereği yapılan seçimle yeniden yapılandırılmış; seçimi AKP’nin belirlediği Adalet Bakanlığı'nın listesi kazanarak bu kurul da büyük ölçüde yürütmenin etki alanına girmiştir. Dolayısı ile ÖYM'lere yapılan atamalar ve terfiler de dolaylı yoldan AKP iktidarın izini ve damgasını taşımaktadır. Ayrıca kamuoyunda yaygın olan dedikodulara göre ülkenin emniyet teşkilatında, polisinde ve yargı kurumunda ağırlıklı olarak F. Gülen cemaati egemdir. Bu anlamda bu ÖYM’lerin bağımsızlığının çok tartışmalı olduğu da ortadadır.

d) Yargı Birliği: Yargı birliği ilkesi 1982 Anayasası'nın 142. Maddesinde hükme bağlanmıştır. Bu hüküm, “Kanunsuz Usul olmaz” ilkesinin açık bir ifadesidir ve bu ilke de yargı birliğini gerekli kılmaktadır. Nasıl ki ulusal egemenlik bütünse ve bölünemezse, ulusal egemenliğin bir uygulama pratiği olan yargının da bölünemez bir bütün oluşturması şarttır. Bir ülkede sadece aynı konuda ve aynı suçlarda farklı yasaların uygulanması farklı hukuk yaratmaz; fakat aynı zamanda farklı "yargılama usulleri" de yargı birliğini bozan temel unsurlardan biridir.

Bu anlamda ÖYM'ler sanıklara 5190 sayılı yasa ile farklı yargılama usulleri getirmiştir. Dolayısı ile Özel yetkili Mahkemeler "Yargı Birliği" ilkesine de aykırı uygulama yapmaktadırlar.

***

Cumhuriyet tarihinde ilk kez emekli bir Genelkurmay Başkanı “İnternet Andıcı” davası kapsamında tutuklandı. Eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un özel yetkili mahkeme tarafından tutuklanmasının yanlış olduğuna dikkat çeken hukukçular, iddia edilen “darbe teşebbüsü” suçunun bireysel değil, görev suçu olduğuna dikkat çektiler. Bu nedenle halen yürürlükteki 1982 Anayasası'nın 148. maddesine göre yargılama yeri olarak ÖYM'ler değil "Yüce divan" olduğuna dikkat çektiler

İtirazlara rağmen Özel Yetkili Mahkemeler baskın çıktı ve tutuklanan İlker Başbuğ bu mahkemelerde yargılamaya başlandı. Daha sonra davası Ergenekon davası ile birleştirildi.

MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın KCK soruşturması kapsamında ifadeye çağrılması üzerine harekete geçen hükümet MİT Kanunu’nda değişiklik yaparak MIT üyelerinin soruşturmalarını Başbakanın iznine bağladı. Böylece Başbakan Erdoğan; Özel Yetkili Mahkemelerinin elinin bizzat kendisine de uzandığını hissetti. Çünkü bu soruşturmanın konusu olan Oslo'da PKK temsilcileriyle müzakereleri MİT Müsteşarı Hakan Fidan bizzat Başbakan Erdoğan’ın talimatıyla yürütmüştü.

Bu olay üzerine Başbakan Erdoğan "Özel yetkili savcılar yürütmenin alanına girdi. MİT Müsteşarı'nı ifadeye çağırdı. Bu devletin tekerine çomak sokmaktır. Bana bağlı olan müsteşarımı alırsanız ben durmam. Alacaksanız beni de alın" dedi.

Erdoğan, konuyla ilgili görüşlerine şöyle devam etti:  "Yargı, devlete yardımcı olmak yerine bu kadar önemli kurumları şüpheye sevk ederse bu kurumlar nasıl çalışacak? Ondan sonra siz çalıştıracak insan bulamazsınız. Özel yetkili savcılar, mahkemeler adeta 'Biz devlet içinde devletiz. Cumhurbaşkanı'na kadar herkesi çağırırım' diyebiliyor. Tutuksuz yargılanabilecekken tutuklanan insanlar, askerler, gazeteciler var. Yargıya olan güven artmışken azalmaya başladı."

Özetle artık ÖYM'lerin özel yetkili eli Başbakana dokunmaya başlayınca, Başbakan Tayyip Erdoğan 12 Haziran 2012 tarihili açıklamasında  "Özel yetkili mahkemeler tamamen kaldırılabilir" demeye başladı.

***

Görülüyor ki ÖYM'ler birçok açıdan hukuk ilkelerine ve ülkemizde hala geçerli olan 1982 Anayasası'na aykırı oluşturulmuş mahkemelerdir. Kaldı ki bunu artık AKP hükümet üyeleri de resmen itiraf etmektedirler. Ancak Başbakan Erdoğan'ın bu mahkemelere olan itirazı, bu mahkemelerin evrensel ve ulusal hukuka aykırılığına değil, sadece siyasi gerekçelere dayanmaktadır.

Başbakan bu mahkemelerle ilgili son olarak şöyle demektedir:

"Biz Türkiye'nin hukuk devleti niteliğinin içini doldurmak için önemli adımlar attık. Özel yetkili

Mahkemelerin geçici mahkemeler olduğunu, Türkiye'nin birtakım ihtiyaçlarından kaynaklandığını, bazı suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının ayrıcalıklı birtakım özellikler taşıdığını, bu nedenle de ihtiyaçtan kaynaklandığını ve bu ihtiyaç devam ettiği sürece bu mahkemelerin devam edeceğini söyledik."

Başbakan her ne kadar "Türkiye'nin hukuk devleti niteliğinin içini doldurmak" tan bahsediyor olsa da sonunda “geçici mahkemeler” den bahsederek ÖYM’ ile ilgili gerçeği açıklamaktadır. Bu gerçek ise bir hukuk devletinde geçici mahkemelerin olamayacağıdır!  Başbakan; Özel yetkili mahkemelerin geçici olarak bazı özel suçların, özellikle darbe ve darbeye teşebbüs gibi siyasi suçların soruşturulması ve kovuşturulmasının ayrıcalıklı özellikler taşıdığından dolayı kurulduğunu söylerken, güya bu mahkemeleri bir ihtisas mahkemesi olarak tanımlamaya çalışıyor. Fakat gerçekte yine Başbakan 10 yıllık AKP iktidar döneminin Türkiye’nin siyasal yaşamında geçici ve özel bir aşama olduğunu itiraf etmiş oluyor!

Bir defa; ÖYM’ler genellikle "Darbe" suçlarını soruşturup, kovuşturup yargıladığına göre, bu mahkemelerde görev yapan savcıları ve hâkimleri “darbe uzmanı” olarak tanımlamak çok komik olmaktadır. Kaldı ki "darbe" bir uzmanlık konusu mudur?

Ancak! Türkiye’nin özel bir dönemden geçtiği, kritik bir aşamada olduğu siyasi olarak doğrudur. Çünkü ülke emperyalist işbirlikçisi AKP taraafından, onun emperyalizmin Büyük Ortadoğu Projesi(BOP)’nin özel olarak görevlendirilmiş Eş Başkanı olan lideri Başbakan Erdoğan tarafından 10 senedir yönetilmektedir.

Erdoğan ve AKP hükümeti, BOP eş başkanlığı görevini başarıyla yerine getirebilmek için, uyguladıkları politika ile Kemalist Türkiye cumhuriyet yapısını ve niteliğini adım adım, aşama aşama bir karşı devrimle “Ilımlı İslam” denen otoriter bir rejime dönüştürmektedirler. Bu dönüşümde yapılması gereken en büyük hamleler; yurtsever, ilerici, ulusalcı güçlerin sindirilmesi ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplum nezdindeki itibarının sarsılarak zayıflatılmasıdır.

İşte AKP ve lideri BOP Eş Başkanı Erdoğan ülkenin bu olağanüstü dönüşümünde yukarıdaki görevleri başarabilmesi için olağanüstü bir siyasi araca ihtiyaç duymaktadır. Bu araç ta Özel Yetkili veya Özel Görevli Mahkemelerdir. Çünkü bu mahkemeler yurt içi ve yurt dışı kamuoyunun görünüşte hukuki ve demokrasinin kurallarına uygun olan, fakat gerçekte iktidarın, yürütmenin bir baskı aracı olarak gerçek muhalif güçleri baskı altında tutmaya, bir korku imparatorluğu yaratmaya uygun olan özel görevli siyasi mahkemelerdir.

AKP korku imparatorluğu yaratma konusunda sadece ÖYK’leri kullanmamaktadır. Ayrıca; bütün devlet örgütünde kadrolaşmakta, kamuoyunda etkin olan hemen herkesin telefonlarını dinletmekte, basını büyük ölçüde denetim altında tutmakta, sansür uygulamakta, iktidarın kendisine verdiği güçle devletin bütün olanaklarını sonuna kadar kullanarak rakiplerini sindirmektedir.

Bazı yorumcular AKP'nin Özel Yetkili Mahkemeler karşısındaki değişen bu tutumunu, polis ve yargı üzerinde büyük ağırlığı olan ve şimdiye kadar AKP’nin yakın işbirliği yaptığı, iktidar ortağı olarak değerlendirilen F. Gülen cemaatine karşı Recep Tayyip Erdoğan’ın mutlak tek adam olma hamlesi olarak yorumluyorlar. Yani bu olay, ÖYM üzerinden AKP ile cemaat arasında bir iktidar mücadelesinin alevlenmesi olarak değerlendiriliyor.

Elbette bu siyasi gelişmede böyle bir siyasi hesaplaşmanın rolü de olabilir. Çünkü artık Türkiye’de karşı devrimin zaferiyle “İki cambaz bir ipte oynamaz.” safhasına gelinmiştir. Fakat bizi asıl ilgilendiren konu, bu karşı devrim sürecinde Özel Görevli Mahkemelerin oynadıkları ana roldür, bu mahkemelerin asıl işlevidir.

ÖYM'ler AKP iktidarının elinde Türkiye’de Kemalizm’e karşı yürütülen karşı devrimin ve de Kemalizm’in bekçiliğini yapan Türk Silahlı Güçlerini yıpratan, adeta esir alan canavarlaşmış bir siyasi yargı mekanizmasıdır.

***

En nihayet 30.06.2012 tarihinde  AKP hükümeti Özel Yetkili Mahkemelerin de içinde yer alacağı 3. yargı paketini görüşmek üzere meclise taşıdı. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “3. Yargı Paketi” nin 74. maddesinde, Terörle Mücadele Kanunu'nun 10. maddesine atıf yapılarak düzenleme yapılacağını söyledi. CMK'nin 250, 251 ve 252'nin maddesinin kaldırılacağını belirten Bozdağ, bir kısım davalarda doğrudan soruşturma olacağını, bir kısım davalar için izin mekanizmasının geçerli olacağını sözlerine ekledi. İhtisas mahkemelerinin devam edeceğini, usule ilişkin imtiyazlarının kaldırılacağını dile getiren Bozdağ, 9 tane özel yetkili ağır ceza mahkemesi olduğunu, bunların özel yetkilerinin olmayacağını kaydetti.

Görülüyor ki siyasallaşmış bu yargısal araç, tıpkı Frankenstein’inin yarattığı canavar gibi, son zamanlarda kendi yaratıcısını da tehdit etmeye başlamıştır. Aslında bu canavar yapacağını yapmış; yüzlerce yurtsever sivil ve askeri zindanlara tıkmış; özellikle de TSK’nin toplumsal itibarını sarsmış ve komuta heyetini adeta esir almış; onu, asli görevini yapamaz hale getirmiştir. Kısaca ÖYM AKP iktidarının korku imparatorluğu inşasında istenen görevini tamamlamıştır; dolayısı ile artık defteri dürülebilir.

AKP hükümetinin Özel Yetkili Mahkemeleri hukuka aykırı olarak kaldırmak istemesi, aynı zamanda şu gerçeğin de itirafıdır: Bugüne kadar bu mahkemelerin bütün tasarrufları da hukuk dışıdır. Dolayısı ile uzun yıllardır bu mahkemelerce tutuklanan ve yargılanan milletvekili, siyasetçi, gazeteci, subay vs. tüm sanıklar hukuka aykırı olarak orada tutulmakta ve yargılanmaktadırlar. Onların derhal serbest bırakılmaları gerekir!

Fakat AKP’den böyle bir sonuç beklemek saflık olur. Çünkü AKP’nin hukuka ve adalete saygısının olmadığı 10 senelik iktidar uygulamalarıyla ortadadır. AKP'nin şimdi yapmaya çalıştığı, artık yıpranmış bir siyasal araç olan ÖYM’leri tasfiye ederek hem gizli koalisyon ortağının (cemaatin) elinden önemli bir silahı almak hem de kendisinin sahte hukuki imajını tazelemektir.

 

Mehmet ÇAĞIRICI

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yanlışın sürmesinden nemalanmak varken, yanlış ancak....

AKP nin 11 yıllık iktidarı boyunca yaptığı şey YOLSUZLUK EKONOMİSİ POLİTİKALARI üretmek ve ondan nemalanmaktır. Bu politikaların gereklerinden biri yanlışın sürmesinden nemalanmaktır. Toplumu bir adım daha refaha erdirecek doğru adım asla atılmaz. Bu oluşum içinde eğer bir yanlışın varlığı işaret edilip ondan söz ediliyorsa, bu o yanlışın düzeltileceği anlamına gelmemeli; aksine, başka bir yanlışın varlığını oluşturmaya zemin hazırlamak anlamına gelmeli.

Bir politikayı ancak bir kaç kişi oluşturabilir. Ancak hemen hepimiz oluşturulan politikaları yargılayacak bilgi, beceri, yetenekler muktedirliğinde olmalıyız. Bu muktedirlikte olamamış toplumlarda, bu muktedirlikte kurumsal bir organın varlığı şarttır.

Bu muktedirliğin olmaması, hükümetlerin oluşturduğu politikaların yargılanmamasına; dolayısıyla kötülüğünün de sonuçlar ortaya çıktıktan sonra anlaşılmasına sebep olmaktadır. Oysa yargılamayı oluşturan tartışmalar; siyasal eylemin önünde bir engel değil, bilgece davranmanın ön hazırlıklarıdır.(-PERİKLES)

Bu gün ülkemizde düzelecek umudu oluşturmak için işaret edilen tüm yanlışların yani sorunların yegane kaynağı; onları iyileştirecek politikaları yargılayacak muktedirlikte kurumsal organın veya ortamın olmamasıdır.

Bu yoksunluk bize; "ne çıkarsa bahtımıza" beklentisi yaşatmaktadır. Buna kader demek, aptallıktan kurtulamamak  anlamındadır. 

AKP bu yoksunlukta yanlışı işaret etmektedir ki; "biz ne yaparsak en doğrusunu yaparız." tezinde haklılığını ortaya koysun ve ardından başka bir yanlışı oluştursun.

Bu sebepledir ki; yanlışı işaret etmekte ancak onu sözde düzeltecek politikalarını tartışmaya açmayıp, toplumda çeşitli eksik görüşlü fikirlerin yayılmasına sebep olmaktalar.

Bu politika gereği AKP ve onun genel başkanı Başbakan ÖYM lerle ilgili kendi politikalarını tartışmaya açmak yerine; yanlışın varlığını işaret edip, yanlışı düzeltme ile ilgili fikir tartışmalarını başlatmıştır. Sonunda 3. Yargı paketi içinde "ben yaptım ve oldu" sonucu ortaya çıkmıştır. AKP bunu hep yapıyor.

 Yalnız AKP mi? Tartışmalar yüzünden kanunlar geç çıkıyor demagojik aldatması ile darbecilerin kaldırdığı senato sonrası kurulan hükümetler bunu hep yaptılar. Demokrasi dediğimiz bu yanlış ezber, bizi her gün üçüncü seçeneğe; yani Amerikan Manda Ve Himayesi ni kabule mecbur etti.

Gelinen bu son noktada, bu kabullendirmeyi hızlandırma adına son darbe vuruşları yapılmaktadır. Çünkü politik illüzyonistler için son zamanlama şansları tükenmek üzeredir. Küresel Ekonomik Kriz, "ekonomi batarsa hepimiz batarız" anlayışında adaletin üzerine şal örtmeler yüzünden hepimizi mülksüz bırakacaktır. İşte politik illüzyonistler bu sonuç ortaya çıkmadan önce ne yaparlarsa yanlarına kar kalacaktır. Yoksa, sonuçlar onların prestijlerini ve buna dayalı varlıklarını bitirmekle kalmayacaktır. 

Yangından mal kaçıranları görmemek, yangını çıkaranları görmemekten ötürüdür. Bu politik illüzyonla oyalama sonucu,  onlar kaçarken bizim özgürlüklerimizi ve başta mülkiyet hakkı olarak tüm haklarımızı da kaçıracaklardır.

Çünkü bizler aldanmayı; aldatılmaya mecbur olacak kadar çok sevecek duruma geldik.

Burhan İşçan'a yanıt

 

Sayın Burhan İşçan,

Yazı ve yorumlarınızı dikkatle okuyorum. Bir çok konuda farklı görüşlerimiz olmasına rağmen büyük ölçüde ortak fikirlerimiz de var.

ÖYM ile ilgili bu yazım, hükümetin ÖYM ile ilgili 3. yargı paketini meclise taşıdığı gün yazılıp politika dergisi editörlüğüne gönderilmişti. Fakat 8-9 gün gecikmeyle yayınlandı. Bilindiği ÖYM ile ilgili bu yasa bir günde meclisten çıkıp Cumhurbaşkanlığınca onaylandı.

Yeni düzenlemeyle hukuken Özel Görevli Mahkemelerin konumunda bir değişiklik olmadığı gibi, eskiden Türkiye'de dokuz bölgede faaliyet gösteren bu mahkemeler şimdi daha da yaygınlaştırıldı. Mahkemelerin evrensel ve ulusal hukuka aykırı olan özellikleri, yani özel yetkilerinde ve yargılama usullerinde hiç bir değişme olmadı. Değişen sadece, Türk Ceza Muhakemeleri Kanunun 250. 251. ve 252. maddelerde düzenlenen bu mahkemeler şimdi “Terörle Mücadele Yasası” kapsamına alınması oldu!

Bu son değişiklikle Özel Görevli mahkemelerin hukuki statüsü değişmemesine rağmen, siyasi olarak önemli bir değişiklik oldu diyebiliriz.  ÖYM 'ler eskiden olduğu gibi şimdi de iktidarın elinde hala önemli bir siyasi araç, fakat bu son yasal düzenleme ile siyasallaşmış olan bu yargı birimleri artık hükümetin gizli ortağı olan Gülen cemaatinin elinden büyük ölçüde alınmış sayılır. 3. Yargı paketinin düzenleme amacı da zaten buydu. Çünkü iki ortak arasındaki iktidar paylaşım kavgasında ÖYM 'ler artık başta Tayyip Erdoğan olmak üzere önde gelen diğer AKP kadrolarını da tehtit eder hale gelmişlerdi.

***

Genel anlamda ben halkımızın sağduyusuna güveniyorum. Türkiye'de şu sıralar AKP'ye alternatif siyasi bir seçenek yoktur. Dünyada ve ülkemizde Sovyet ve Doğu Avrupa'da sosyalizmin iflasından sonra serbest pazar ekonomisine dayalı liberal ekonomi politikalar çok popüler oldu. Ta ki 2008/2009 küresel mali krizine kadar! Fakat artık yavaş, yavaş dünyada ideolojik ve siyasi iklim değişmektedir. ABD ve AB emperyalist odaklar borç batağında çırpınırlarken, siyasi ve askeri olarak davranış ve girişim yeteneklerini de yitirmeye başlamışlardır. Suriye örneğinde olduğu gibi şimdi kendilerine sadık taşeronlarını kendi planlarını uygulamak için kullanmaya çalışmaktadırlar. Fakat Suriye’de planları alt üst olmuş durumdadır.  Arap Baharı Suriye'de durmuştur.

Ülkemizde AKP iktidarının artık dış politikası tıkanmıştır. İç politikada ise AKP bütün devlet organlarını (meclis, hükümet, yargı, emniyet, ordu, Diyanet vs.) ele geçirdiği gibi; toplumda başta basın olmak üzere, üniversiteler, bilim kuruluşları, TRT, RTÜK vs. gibi kamuoyu oluşturan kurumları da denetimi altına almış; hatta bunlara neredeyse her gün bir yenisini eklemektedir.

Ekonomi politikada ise Türkiye'nin motorları henüz iyi çalışmaktadır. Çünkü Dış Borç, Sıcak para, Kayıt Dışı Para, Özelleştirme Gelirleri gibi ekonomik kaynaklar henüz kurumamıştır. Türkiye'deki ekonomik Balon şişmeye devam etmektedir. Fakat dış politikadaki tıkanıkla beraber, Avrupa'da baş gösteren krizin de dünyaya yayılması kaçınılmaz olarak Türkiye'yi yakın zamanda etkisi altına alacak, balon bir gün güm diye patlayacaktır. İşte o zaman şimdi kendilerine aşırı güvenen AKP iktidarının mensupları büyük bir panikle kaçacak delik dahi bulamayacaklardır.

Her sürecin bir kıvamı vardır. Henüz mayalanmamış hamurun ekmeği kuru olur, yenmez. Fazla mayalanmış hamurun ekmeği de ekşi olur, o da yenmez. Onun için olayların kıvama ermesini beklemesini bilmek gerek!

İşte bu nedenle bir toplumda vatansever, ilerici, devrimci aydınların ana görevi, toplumdaki gelişimi yakından izleyerek, toplumu bu kıvama gelişinde hazırlamaktır.

Aldatmak ve aldanmak geçici bir olgudur! Kalıcı olan gerçeklerdir. Güneş balçıkla sıvanmaz. Gerçeğe sadakat ise en büyük devrimciliktir; çünkü gerçek devrimcidir!

Saygılarımla.

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.