Sana Demedik Kardeş

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Özgür Gülsoy

 

“Alın verin, ekonomiye can verin”. Çok büyülü duran, bol bol şerbete banılmış, güzel mi güzel kaymaklanmış bir söz… Aslında 1929’daki enkazın, yani Dünya’yı sarsan ekonomik krizin, Keynes tarafından tekrar temelsiz olarak yapılanmasını sağlayan bir “formülcük”.
Hani şu günlerde paramızın değeri gittikçe düşmekte, halk olarak toplam gelirimiz daralmakta, affedersiniz don almaya paramız kalmamış ya, işte ekonomistlerimizin çözümü… Ne halt bulursanız, alın anasını satayım. Cebinizde para falan kalmasın. Bol bol harcayın, gökten beleş inmiş gibi. Hani ninelerimiz der ya İç Anadolu bölgemizde “yininin, yininin” diye, o da bu hesap. Ama, yine bir kurt düşmez mi bizim paranoyalar ile dört bir yanı sarılmış halkımıza.
Mesela bir tanesi “Paramız yok yahu, neyi vereceğiz” diyebilir (Neyse ki İtalya’da değiliz, zira Berlusconi size vücutsal sermayeyi kullanmayı öğütleyebilirdi). İlahi vatandaş, ekmek alamıyorsan pasta al yahu. Meraklı teyzeler soracaktır, indirim yapacaklar mı sürekli alırsak diye. Ayıp ettiniz, sonra %80 zam ile geri telafi edecekler ama olsun…
Eh, arz-talep tablosunu dengelemek gerekir değil mi? Eh nihayetinde sorgulamayı en çok başaran çocuklarımız soracaktır. Biz bu oyuncakları alıyoruz, eğleniyoruz ama “bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” misali, babam neden intihar ediyor, annemi dövüyor veya (en basitinden) mutsuz?
“Sen işine bak çocuğum, seni de leylekler getirdi zaten” cevabı bu
soruların karşılığında verilecektir herhalde, bu çocukların bile maytap geçtiği olayı bulan dahi ekonomistlerimiz tarafından… En sonunda bizler sorarız, verilen örnekler sonucunda kim kazanmakta diye?
Simitçimizden aldığımız o taptaze, sıcacık simidimiz, poğaçamız, açmamız fırıncıya kazandırır mı? Elektrik, su, doğalgaz, telefon, un, susam, maya, işçi ve haraç parasından arta kalırsa, kazanır inşallah… Sanırız esnaf kafalıların da kafasızlıktan ezildiğini söylemek yanlış olmaz ya, neyse…
Peki, hep kazanan devlet, verdiği kaynaklarla yine kazanırken, unu, susamı, mayayı sağlayan kimdir? Bunun kaynağı da hiç kuşkusuz köyden, tarladan gelecektir. Sonrasında bir fabrikadan gelecektir. Peki, bu undan, susamdan, mayadan “aslan payını” kim alacaktır? Tabii ki patronlar ve hala yeryüzünde yaşayan en büyük mahlukat olan ağalar.
Eh, onların verdiği üç kuruş ile de biz işçilere, köylülere ve kafasız esnaflarımıza emredilmektedir: “Haydi para harcayın”. Sakız almak, çiçek  almak, oyuncak almak da başka türlü değil. Yine kazanan kaymak tabakasını yiyen patronlar olacaktır. Hele hele karnı doymayan insanların çiçeği, oyuncağı nasıl alacağı, başka bir merak konusu… Biz böyle düşünürken, halkımızla dalga geçiliyor zannederken, aklıma bambaşka bir konu geldi. Bizim dahi ekonomistlerimiz, onların baş destekçisi patronlarımız ve neo-liberal AKP’miz, ulusalcı sermayedarlarımız ve aklınıza gelen her türlü kampanya destekçisi, aslında parası olmayanı sallamıyor bile.
Bize bu reklamda düşen görev hiçtir. Neo-liberal düzenin kurulması için son adımlardır bunlar. Biz sadece verilen üç kuruş maaşla geçinmek zorunda olan, sisteme üstün değerler üretip karşılığında koskoca bir hiç almak zorunda olanlarız. Bir de reklamdan kendimize pay çıkarıyoruz. Bize ne yahu koskoca ekonomiden, bir de bize verilen üç kuruşu değerli bilip kızıyoruz adamlara, ilahi biz. Reklamın mesajı yeni köle adaylarınadır. Orta gelirli, çoğunlukla eski memur, öğretmen, yeni AKP zengini hacılarımız-hocalarımız, yıllardır pintilik yapan statükocularımız, orta sınıf esnaflarımız, fabrikatörlerimiz, özellikle de parasız liberallerimiz…
Onlar harcadıkça bu çark döner ama, gün gelince bu mesajı dinleyen kafasızlarımıza onlar da katılınca, vay ben duymadım demesinler. Gururlu bir biçimde yaşama çalışan halkımız da üzülmesin, onlara değil bu reklam. Biz 1980’den sonra insan bile sayılmıyoruz nasıl olsa.
Hani Eflatun’un bir Dünya’sı vardı ya, 50000 tane uzun boylu, yakışıklı, güzel, zarif insan şehirde yaşayıp, gerisi köle olacak. Eşek gibi çalışacak. Neo-liberaller de bizi ona hazırlıyor işte, altı üstü sözde insan olmaktan çıkıp, köle olmuşuz. Sıkmayın canınızı… Ve son söz… Paramız yok belki ama mutlaka isyanımız, itirazlarımız vardır. Onları da bu şaklabanlığı yapanlara “almayıp-veririz, insanlığa can veririz”.
 
Bu yazı, Tepki ve Değişim Dergisi'nin 25. sayısında 12. Sayfada yer almıştır.
Yazarın mail adresi:ogulsoy@tepkivedegisim.org

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.