TSK'nın Yıpranma Süreci

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Aziz Karayel

Ülkemizde özellikle son 2-3 yıldır TSK’nın toplum üzerindeki imajı, siyaset üzerindeki rolünde büyük bir kırılma olduğu artık bir varsayımdan fazlasıdır. En son ortaya çıkan darbe iddialarıyla TSK’ya güvenin kamuoyunda düştüğü anketlerle ortaya çıkıyor. Peki TSK’nın yıpratma sürecinde asıl suç kimde ve bu süreç nasıl başladı?

Şunu unutmamak gerekir ki 11 Eylülden sonraki yeni dünyada TSK’ya yeni bir rol biçildi. İç siyasetten çekilmek ve ABD’nin yeni politikasında kolluk kuvvetliğine soyunmak. Bunu Amerikalı bir yetkili Sabah gazetesine verdiği demeçte kısa bir süre önce “TSK’nın iç siyasetteki denetimine gerek kalmadı” diyerek açıkça doğruladı. Ancak TSK kendisine biçilen bu yeni gömleği giymek istemedi. Ne ABD’nin kolluk kuvvetliğine soyunmak istiyordu ne de siyaset üzerindeki belirleyici rolünü bir kenara bırakmak. Bu restleşmenin en açık bir şekilde tezahürü 1 Mart 2003’tü. Mehmetçiğin Irak’a gönderilmemesi kararı alındı. Ceza ise bütün çabalarına rağmen tezkereyi geçirmekte başarısız kalan hükümete değil, baştan beri isteksiz olan TSK’ ya kesildi. TSK’nın giymek istemediği gömlek kendisine zorla giydirilmeye başlandı. İşte bu süreçten sonra Temmuz 2003’te Mehmetçiğin kafasına çuval geçirildi. 1999’dan beri uykuda olan PKK 2004’te yeniden faal konuma geldi.

Peki ya TSK? Bu süreçte belki de en büyük hatayı onlar yaptı. TSK’ ya karşı bu organize hınç hareketi 1 Mart 2003 tezkeresinden sonra başlamıştır. Ama ivmelenmesi 2007 sonrasıdır. Biliyorsunuz 27 Nisan 2007’de Genelkurmayın sitesine ne amaçla yazıldığı hala belli olmayan garip bir bildiri konuldu. Kısaca bildiride şunu diyordu: “Mevcut cumhurbaşkanı adayı Abdullah Gül’e karşıyız, Cumhurbaşkanı olursa gerekeni yaparız.” Kabaca özet buydu. Tabii birkaç yan faktörle süslenmişti. TSK açık bir şekilde mevcut hükümete ve onun adayına karşı tavrını belli etmişti. Aslında bu bildiri TSK’nın 2002’den 2007’ye kadarki süreci okuyamadığının bariz bir göstergesiydi. Türkiye’de 5 yıl içinde medyada, ekonomik çıkar ilişkilerinde birçok değişim yaşanmıştı ve TSK hala bir sözüyle “hazır ol”a geçecek kamuoyu olduğunu zannediyordu ama yanıldı. Hükümet bu bildiriye açık tavır koydu. Daha sonra malumunuz Dolmabahçe görüşmeleri ve 22 Temmuz seçimleri. TSK’nın açıkça tavır koyduğu parti, oylarını 1/3 oranında artırıp yüzde 47 oyla yeniden tek başına iktidar oluyor, cumhurbaşkanı olamazsın dediği Gül ise birkaç gün sonra köşke çıkıyordu. Büyükanıt ise cumhurbaşkanı olursan gerekeni yaparım dediği Gül’e “ama selam çakmam ha” tarzı çocuksu bir iki hareketten sonra “başkomutan”ına paşa paşa selam çaktı. Emekli olunca da “Audi”siyle olay yerinden hızla uzaklaştı.

İşte süreç böyle başladı ve maalesef TSK bu fitili kendi ateşledi. Eğer bir sokak kavgasında adi bir blöf yapıyorsanız, bu normaldir, ancak Türkiye’nin önemli bir kurumunun başındaki kişi söyleyeceği sözün sonuçlarını iyi düşünmeden, alelade dostlar alışverişte görsün şeyler söyleyemez. Söylerse de sonucu budur. Bir barajda önce küçük bir çatlak açılır ancak o sonra hızla büyür ve sular barajı aşar. 27 Nisan bu çatlaktı ve TSK bu çatlağı maalesef kendi elleriyle açtı ve bu gün o çatlak büyüdü. Umarız ki TSK ve Türkiye bu suların altında kalmaz.

Aziz KARAYEL
iletisim@PolitikaDergisi.com

 

 

Yorumlar

Doğru bir analiz

Zaten Erdoğan'la Büyükanıt'ın Dolmabahçe'deki görüşmelerinden sonra (hani şu başbakanın mezara kadar sırrım dediği) birden kesiliverdi Büyükanıt'ın sesi.

Orada başbakanın, Büyükanıt'ı, karısının usülsüz harcamalarını kullanarak tehdit ettiği, büyük bir ihtimal. Pek çok aydın tarafından da dillendirildi zaten.

Velhasılıkelam, siyasete yahut devlet işlerine, bu tip kişisel çıkar ilişkileri girdi mi, fevkalade kirleniyor siyaset.

Atatürk'ün en büyük yanı, belki de dürüstlüğü idi.

Saygılarımla

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.