Uludere; Bir Siyasi Ulu Bilmece!

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Mehmet ÇAĞIRICI
Yazının Yazıldığı Tarih: 
30.05.2012

28 Aralık 2011 günü TSK hava kuvvetlerine bağlı F-16 uçaklarının sınır ötesinde Şırnak'ın Uludere kasabasına yakın Irak topraklarında yaptığı bombardımanda 34 T.C. yurttaşı öldü. Bombardımanda sadece bir vatandaş yaralı olarak kurtuldu. Ölenlerin sonradan sigara ve mazot kaçakçılığı yapan bir grup olduğu anlaşıldı.

Genel Kurmay Başkanlığı olayla ilgili olarak yaptığı ilk açıklamada istihbaratın milli kaynaklardan elde edildiğini ve kaçakçıların kullandığı yolun PKK tarafından da kullanılmasından dolayı bombardımana karar verildiğini söyledi. Genel Kurmayın bu açıklamasına milli istihbarat teşkilatı MİT'ten gelen yanıt ise "istihbarat bizden değil" oldu.

Başbakan Erdoğan "Olaydan sonradan haberim oldu" dedi. Aslında bu operasyonun; bir sınır ötesi, işgal altındaki Irak'ta ABD hava kuvvetlerinin denetimindeki bir alanda yapıldığı için hukuken, meclisten tezkere izni alan hükümetin izni alınmadan yapılması normal değildi. Zaten bazı iddialara göre de Hava kuvvetleri de bombardıman emrinin yazılı olmadan yerine getirilemeyeceğini yetkili makamlara bildirmişlerdi.

Uludere olayı kamuoyunda büyük bir tepkiyle karşılandı. Olayın olduğu bölgede BDP ve PKK açıkça olayın kurbanlarını sahiplendiler. Bombardımanda ölenlerin tabutları PKK bayrağını çağrıştıran renklerde bezlere sararak, büyük kalabalıklarla cenaze törenleri düzenlendiler. Niyetleri olayı siyasi olarak istismar etmekti. Cenaze töreninde Uludere kaymakamını neredeyse linç edeceklerdi!

Hükümetin tepkisi ise; olayın bir hata olduğunu, ölenlerin yakınlarına tazminat ödeneceğini ve olayın idari ve hukuki soruşturulması için yargıya intikal ettirildiğini bildirerek, olayı alel acele geçiştirmeye çalışmak oldu. Ta ki ABD’li Wall Street Journal gazetesinin 16 Mayıs tarihli bir makalesinde bombalanan kaçakçılar kafilesinin ilk görüntülerinin ABD’ye ait insansız hava araçlarından olan Predator’dan olduğu haberi çıkana kadar. Bu haberden sonra Uludere olayı birden yeniden kamuoyunun gündemine oturdu.

Hükümet önce bu WSJ'ın bu haberini resmen teyit edilmedi gerekçesiyle geçersiz ve önemsiz kılmaya çalıştı. Fakat WSJ ısrar edince Erdoğan da Predator’un olaydaki istihbarat rolünü itiraf etmek zorunda kaldı.

Tartışmanın devamında AKP hükümetinin İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin, isim vermeyerek "Vur emrini" “Hava Kuvvetleri’nde görüntüleri analiz eden komutanlardan” diye hedef gösterdi;  AKP milletvekili Ş. Tayyar ise öyleyse Hava Kuvvetlerinden Tuğgeneral Ali Rıza Kuğu'dur diye isim verdi. İdris Naim Şahin Uludere'de bombardımanda ölenler için “Sağ yakalansalar kaçakçılıktan yargılanacaklardı. O bölge KCK’nın kontrolünde. Bölücü terör örgütünün sıktığı kurşun, giydiği giysi, ayakkabı parayla alınıyor. Bu gençler figüranlardır. O insanlara kaçak malı veren PKK terör örgütüdür. Kaçakçılığın rantını elde eden KCK terör örgütüdür. Filmin bütününe bakılınca özür dilenecek bir şey yoktur." Diye bir anlamda ölenlerin de masum olmadığını anlatmaya çalıştı.

Ertesi gün AKP hükümetinde olmayan fakat AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik, İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin'in Uludere açıklamalarını "Sayın Bakanın bu yaklaşımını ve üslubunu insani bulmuyoruz" diye eleştirdi. Bu tartışmaya Başbakan Erdoğan "AK Parti'nin Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'dır. …Burada bir hatanın olmuş olabileceğini daha başta söyledik... İdari inceleme yapılıyor. Adli incelemeler devam ediyor. Yapacağımız herhangi bir şey yok." diyerek ve olayı istismar etmek isteyenleri de eleştirerek tartışmaya son noktayı koydu. Açıkcası hükümet bu olayın daha fazla kaşınmasını istemiyor!

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ise olayı "Özrün de ötesinde bir olay" olarak değerlendirmiştir.

***

Politikadergisi'nin şiarı olan "apolitik kalmamak" adına biz şimdi de olayın bir siyasi yorumunu yapmaya çalışalım. Önce olaya kadar olayla bağlantısı olacak siyasi gelişmelere kronolojik çerçevede kısa bir göz atmak ta yarar var; sanırım.

1999 yılı itibariyle TSK dan ağır bir darbe yiyen PKK; lideri Abdullah Öcalan'ın yakalanarak Türkiye teslim edilmesiyle de çöküşün eşine gelmişti. Fakat ABD emperyalizminin Irak işgali ile PKK, kendisine yeniden Kuzey Irak'ın Kandil ve Cudi dağlarında kamp ve üs sağlaya bildi. PKK Irak'ın kuzeyindeki bölgeye egemen olan Barzani ve ABD güçlerinin Silah ve Lojistik destekleriyle yeniden canlandı. Türkiye'nin AB üyelik bahanesi kullanılarak idam cezasından kurtulan Öcalan emrine tahsis edile avukatları aracılığı ile yeniden örgütünü yönetmeye başladı. Kısaca PKK ve Terörü yeniden hortlatıldı.

2007 yılında gittikçe yükselen teröre karşı kamuoyunun tepkisi de büyümeye başlamıştı. Kamuoyu ordunun Irak'a girip terör yuvalarını temizlemesini talep ediyordu. Zamanın ABD Başkanı Bush ve onun Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice bu durumda telaşa kapıldılar. Korkuları, kendi kontrolleri dışında Türkiye'nin sınır ötesi kara harakatıyla PKK'yı yok etmesiydi. Rice alel acele Türkiye'ye geldi. Meclisten Irak’a kara operasyonları için tezkere geçmesine rağmen, ABD sadece bir haftalık  bir kış kara operasyonuna razı olduğu için, operasyonda göstermelik bir biçimde bir hafta sürdü. 

5 Kasım 2007 tarihinde Başbakan Erdoğan ile Bush ile görüşmek üzere ABD'ye gitti. Orada gizli tutulan, hala kamuoyuna açıklanmayan bazı önemli kararlar alındı.

Bu gizli karaların belirtileri ortadaydı: 5 Kasım 2007 tarihten sonra Türkiye'de siyasi durum ve iklim büyük ölçüde değişmeye başladı. Bir yandan Özel Yetkili Mahkemeler aracılığı ile hukuka ve yasaya aykırı olarak yurtsever demokratlara ve cumhuriyetçi Kemalistlere ve ordunun subaylarına karşı büyük bir cadı avı başlatılırken, diğer taraftan Türkiye'nin Irak'a askeri kara operasyonlarını hepten önleyecek tedbirler alındı. Bu bağlamda ABD Türkiye'ye TSK'nın Irak'a girmemesi koşuluyla istihbaratta işbirliği yapacağını açıkladı. Şartı, Türk Hava Kuvvetlerinin Terör yuvalarını sadece havadan bombalamasıydı. Kısaca, Türk ulusal istihbaratı terörle mücadele gibi çok önemli bir ulusal konuda ABD'nin inisiyatifine BAĞIMLI bırakılmıştı!

Aynı tarihlerde Türkiye içinde büyük borsacı finans kapitalist Soros tarafından mali destekli TESEV bir "Kürt Sorunu" raporunu tartışmaya açtı. Türkiye’de "Demokrasi" ve "İnsan Hakları" nı genişletme palavrasıyla Kürtlere etnik kimliklerinin resmen tanınması, Anadilde eğitim ve Demokratik Özerklik konuları verilmesi gereği üzerinde kamuoyu hazırlandı.

AKP 2009 yılı yazında yeni bir "Kürt Açılımı" politikasını tartışmaya açtı. İçeriği belli olmayan bu tartışma aslında ayrılıkçı, bölücü güçlere, PKK ve etnik milliyetçilere cesaret ve ümit vermekten başka hiç bir işe yaramadı. Açılım politikası Habur'da fiyasko ile sonuçlandı.

AKP ve lideri Erdoğan yargıyı yürütmenin etkisine alacak anayasa değişikliklerini 12 Eylül 2010 referandumuyla yaşama geçirmek ve 11 Haziran 2011 genel seçimlerde oy kaybına uğramamak için MİT üzerinden PKK ile müzakerelere girişti. Bu müzakerelerde PKK'ya taleplerinde vaatler vererek eylemsizlik sonucu çıkaran AKP, Referandumda % 58; Haziran 2011 genel seçimlerde de% 50 oranlarında oy sağlayarak başarıyla çıktı. AKP PKK'yı kendi siyasi partisinin başarısı için kullanmış ve seçim sonunda da onunla işi bitmişti.

AKP tarafından aldatıldığını, oyuna geldiğini anlayan PKK ve yandaşları yeniden terör ve diğer bölücü eylemlerini yoğunlaştırdılar. AKP iktidarı da buna karşılık geniş çaplı KCK operasyonları yürüterek yanıt verdi.

AKP artık PKK’ya sert davranmaya başlamıştı. Bu bağlamda TSK’nın hava ve kara operasyonları PKK’ya büyük zayiatlar veriyordu. Eylül 2011 ile 28 Aralık 2011 tarihinde cereyan eden Uludere olayına kadar olan sürede 150'si kendisi teslim olmak üzere 800 yakın PKK militanı mücadeleden saf dışı edilmiştir. Ve Uludere olayı ile bu başarılı operasyonları bıçak gibi kesmiştir.

O halde Uludere olayı ile ilgili olarak aydınlığa kavuşmamış birçok soru var:

Bu olay acaba TSK'nin bu başarılı operasyonlarını sabote etmek için mi yapılmıştı?

TSK kendi eylemini sabote etmeyeceğine göre, o zaman bu sabotaj kim tarafından organize edilmiştir?

Hükümet neden istihbaratın kaynağını başlangıçta gizlemek ihtiyacını duymuştur?

ABD, neden olayın oluşundan beş ay sonra kendi Predatör’ lerinin bu olay içindeki rolüne dikkat çekmek istemiştir?

ABD kasıtlı olarak mı yanlış istihbarat vermiştir?

ABD'nin rolü kasıtlıysa; acaba AKP hükümeti ABD'nin Uludere’deki olaya neden olan rolünü ve bunun kasıtlı olduğunu biliyor mu? Biliyorsa, bunu kendi kamuoyundan sakladığına göre, onu neden korumak ihtiyacını duymaktadır?

Görüldüğü gibi Uludere olayı henüz açıklanmamış birçok soruyu içinde barındıran bir ulu bilmece gibi! Uludere olayının 34 yurttaşımızın yaşamına mal olan çok trajik bir hata sonucu olay olduğu ortada.  Burada bu hatayı yapandan çok hataya neden olan unsurların aydınlanması çok daha büyük bir önem ve anlam taşımaktadır.

Türkiye’nin bir sorununda, 34 insanının yaşamını yitirdiği trajik bir olayda AKP hükümetinin uyguladığı hiçte SAYDAM olmayan bu enformasyon politikası, onun anladığı ileri demokrasi anlayışını da yansıtması bakımından ilginç bir örnektir. Diğer taraftan eğer 34 yurttaşın can verdiği Uludere trajedisi istihbarat kaynağının ABD’den gelmesiyle olduysa bu Türkiye’nin emperyalizme olan bağımlılığının ne denli felaketlere yol açabileceğini göstermesi bakımından ibretlik bir olaydır. Bağımlılığı artıran ve ona sadık kalan hükümettir. Yok, eğer bu olay TSK’nın kendi öz hatasının bir sonucu ise o zaman da bu olaydan sorumlu olan yegâne merci siyasettir ve bu da yine hükümettir. Gerçekleri halktan gizleyen de yine hükümettir!

Özetle Uludere olayı sadece yanlışlıkla 34 insanın yaşamına mal olan bir trajedi değildir. Emperyalizme bağımlı bir hükümetin terörle mücadelesinde acizliğini göstermesi ve ileri demokratik yönetimde de saydam ve samimi olmayan duruşu bakımından da Türkiye için çok daha büyük bir trajedidir!

 

Mehmet ÇAĞIRICI

iletisim@politikadergisi.com

 

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.