Ya Devlet Başa, Ya Kuzgun Leşe

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
Yazar: 
Burhan İŞCAN
Yazının Yazıldığı Tarih: 
14.02.2012

“Devlet işlerine karışmayanlara; kendi iş ve sorunlarının güçlüğü ile uğraşan sessiz yurttaş değil, hiçbir işe yaramayan gözü ile bakıyoruz. Bir politikayı ancak birkaç kişi ortaya koyabilir; ama hepimiz, onu yargılayacak yeteneklere sahip olmalıyız. Biz tartışmaya siyasal eylemin önüne dikilen bir engel değil, bilgece davranmanın ön hazırlığı olarak bakarız”-Perikles

Çoğunlukların azınlıklara tahakkümü normal görülebilir, ancak azınlıkların çoğunluğa tahakkümü anormaldir. Bunun da ötesi, bu anormalin normal karşılanması anormalliğidir..

Küresel yeni düzen; lobilerin parlamentolara ve dolayısıyla çoğunluklara tahakkümü sonuçları ile oluşmaktadır. Bu lobilerin en üstünü de şüphesiz; Emperyalist Siyonizmin politikalarına hizmet eden lobilerdir. “Demokrat Emperyalistler”, oksimoron sözcüğü ile tanımlayacağımız gayretli mümessillerdir onlar.

Atalarımız, 'Ya devlet başa, ya kuzgun leşe' demişler. Devlet başa geçmezse leş kargaları ortaya çıkar. Devlet, milletimizin  bütünlüğünü, güvenliğini,  ülke asayişini ve vatan bütünlüğünü  sağlamak zorundadır.  Aksi takdirde, müstemleke devletler oluşturmak azmindeki  emperyalizmin; parçala böl ve yönet politikası ile karşı karşıya kalınılmışlığı gerçektir.. Bunun sürmemesi  için de devlet politikası şarttır.

Devlet politikası, parti politikaları olan günlük politikaların, kısır tartışmaların çok ötesindeki yol, yöntem ve uygulamalardır. Devlet Politikası yoksa eğer, devletcilik şuuru olmamasındandır ki; devlet yok demektir diyebiliriz.

Bir politikayı ancak birkaç kişi oluşturabilir. Fakat hepimiz, oluşan bu politikaları yargılayabilme yeteneklerine sahip olmalıyız. Siyasal tartışmalar, siyasal eylemin önünde dikilen bir engel değil; bilgece davranmanın ön hazırlıklarıdır. Bu yüzden devlet politikaları denetlenebilir ve yargılanabilir olmalıdır. Ülkemizde devlet politikasının son kalesi olan senato, darbecilerin ilk hedefi olarak fesih edilmiştir. Sebep dayatmacı lobilerin çıkarlarına uygun yasaların uzun süreçli tartışmalar nedeniyle geç çıkması idi. Bu anlamda bakıldığında, 1980 darbesi sonrası ülkemiz Dayatmalar Cumhuriyeti  haline gelmiş, darbeciler asıl maksatlarına ulaşmıştır. Ülkemizdeki son siyasal gelişmelere, Wikileaks Belgeleri ışığında bakıldığında; Dayatmalar Cumhuriyetinin panoraması açıkca görülebilir.      

Kontrolsüz güç güç değildir. Aksine felaketin öncülüdür. Ülkemiz uzun yıllar askerin vesayeti altında yaşamıştır. O dönemlerde genel beklenti demokrasiye, sivil vesayete geçme arzusu idi. Sivil iktidarlar dönemlerinde ise; koalisyonlar genellikle istikrarsızlığı davet eder ve koalisyon dönemlerinde tek parti yönetimlerini özlerdik. Ancak, tepeden tırnağa demokrasiyi genlerine indirememiş ülkemizde tek parti iktidarı dönemlerinde de sivil vesayet arayışı başlar. Güçlü iktidar dönemleri hep bu arayışın peşinden koşmuştur. Ülkemizde uygulanan demokrasi sisteminde; yürütme, yasama ve yargı erklerinin birbirinden bağımsız hareket etmesi gerekir. Böylece, mutlak çoğunluğu ele geçirenin sivil vesayetini önleyecek temel garantör denetleme ve dengeleme görevinin oluşumu arzu edilir. Ancak, ülkemizde parlamenter demokrasi en azından şeklen var olduğu için, seçimi tek başına Hükümet'i kurabilecek güçte kazanan parti genellikle yasamaya da hakim olur. Bu durum hemen hemen tüm tek parti iktidarı dönemlerinde yaşanır. Ülkemizde tek parti dönemlerinde yasamanın yürütmeden bağımsızlığını tartışmak abestir. Tek parti yönetimleri yargıyı ele geçirme noktasına geldiklerinde ise zorlanma başlar. İçinde bulunduğumuz dönemde yasamayı ele geçirmiş yönetim ile yargının çekişmesi şahikasına çıkmış;  nihayeti yargının zaptı ile sonuçlanmıştır.

Bu durumun sonuçları ortadadır; yargılanmayan, denetimsiz, dayatılarak kabule mecbur bırakılan parti politikaları ve bu politikalarla müstemleke devlet olma yolunda atılan seri adımlarla yürütülen  BOP eşbaşkanlığı.

Parti politikaları devlet politikası yerine geçtiğinde, bu politikalarla devletin idamesinin çok zor şartlarda da olsa tek parti iktidarlarınca hasbel kader yürüyeceği gerçeği ortadadır. Olmayan devlet politikası yüzünden, koalisyon hükümetlerinin başarısızlıklarını hep beraber gördük ve yaşadık. Tek parti hükümetleri de bekasını, dış odaklı  baskıcı lobilerin dayatmalarına mecburiyette  bulmaktadır. Bunun sebebi emperyalizmin parçala böl ve yönet politikalarının amacını gerçekleştirecek; vahşi kapitalizmin kuralsızlıklarını oluşturmaya uygun, yolsuzluk ekonomisi politikalarının benimsenmesidir. Üretimin durdurulması, borcu borçla kapatma tuzağına düşürmek içindir. Borcu borçla kapatan ülke yöneticilerinin, bunun bedelini dayatmalara mecburiyetle ödedikleri gerçektir.

1. Dünya Savaşı, emperyalizmi bütün yönleriyle deşifre etmiştir. İşte bu şifreleri gören büyük önder Atatürk, gençliğe hitabesinde; “Cebren ve hile ile aziz vatanın, bütün kaleleri zaptedilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir. Bütün bu şerâitten daha elîm ve daha vahim olmak üzere, memleketin dahilinde, iktidara sahip olanlar gaflet ve dalâlet ve hattâ hıyanet içinde bulunabilirler. Hattâ bu iktidar sahipleri şahsî menfaatlerini, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler.” öngörüsünde bulunmuştur. Yani perşembenin gelişini, çarşambadaki durumu gözlemleyerek belirtmiştir.

Son günlerde yaşananlara bakıldığında, bu öngörünün ne kadar doğru olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Öyleki; gerçeğin bu kadar bariz ortaya çıkmasından, en çok rahatsızlık duyanlarda  iktidar partisi içindekiler olmuştur.

Darbe Sonrası iktidara gelen ilk sivil hükümete, serbest piyasa ekonomisi dayatması yapılmış; bu dayatmanın kabullenilmesi ile birlikte yolsuzluk ekonomisi politikaları dönemi başlamıştır. Bu politikalarla bu ülke insanı;  dayatmaları kabullenmeye mecbur, sessiz köleler şekline gelecek borçlanma tuzağına çekilmiştir. Şeytan bazen doğruları da söyler. Bunu yaparken, “bu fikir şeytandan geldi, mutlaka yanlıştır” ön yargısı ile tutulmayacağına güvenir. Zira insanoğlu tabiatı gereği acelecidir, bir çok şeyi yargılamadan doğru diye benimser. Ön yargı ve peşin hükümler sonuçta sabit fikre de dönüşür. Yetmiş Sente muhtaç olunan günleri aşmak için, Turgut Özal dünya para dilenmek için açıldığında; İsmet İnönü gibi devlet adamlığı anlayışından çok uzaktı. İnönü ülkeyi ikinci cihan savaşına sokmadığı gibi, borçlanma tuzağına da düşürmemişti. Onun deyimiyle, unsuz, ekmeksiz, şekersiz kalınılmıştı ama babasız da kalınılmamıştı. Bu ülkeyi müstemleke ülke yapacak bu tuzağa uzak durdu. Ya sonrası; ülkem insanını borçlanma tuzağına düşürenler, askerimizin emperyalizmin emrinde Kore’de  şehit olmasına göz yummadılar mı? Turgut Özal’a ise tuzak, şeytanın doğruları söylemesi şeklinde nasihatlerle sunuldu. Bu nasihatlerin tutulunulmayacağı bilincindeydi, nasihatleri yapanlar. Türkiye Dinamiklerini ateşleme nasihatleriydi bunlar. “E-devlet olgusu, şeffaflık, e-ticaret için telekomünikasyonu en ileri seviyeye yükselt.”, “(başta yolsuzluk ve rüşveti yok edecek)uygar uyum yasaları çıkart.”, nasihatleriydi bunlar. Tabiî ki beklenen oldu, iş gösterişte kaldı. Telekomünikasyonun ileri dereceye yükseltilmesi, sebebi algılanmadan ne anlam ifade ederdi. Bilinçlenme ve bilgi toplumu olma yolunda adımlar nedense çok az atıldı. Bilgi toplumu olma yolunda, e-devletin öncülüğü yıllarca beyhude beklenildi. Enteraktifliği ise bankalarda tanıdı ve böyle algıladı bu millet. Ya ülke dinamikleri? Hepsi birer birer özelleştirmelerin  kurbanı oldu .

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.” İlkesini benimsediği için, ülkenin en üstün irade-karar organı  sayılan, en üstün erk kabul edilen TBMM de; baskıcı lobilerin,  çıkarlarına uygun yasalar çıkması için parti başkanlarına, parti başkanlarının da partililere  tahakkümü milli irade olarak kabul edilmektedir. Bu kandırmaca ezberinde şimdi de yeni anayasa çalışmaları başlatılmıştır.

Zor oyun bozar. Küresel Ekonomik Kriz  zorunun oluşturduğu bu fırsatı iyi değerlendirmek gerekir. Zorluk varsa ezberleri bozma zamanı gelmiş demektir.  Yeni Anayasa çalışmalarına, zorluğun varlığı dolayısıyla gerek duyulmuştur. Bu çalışmalar sonucunda ezberleri bir tarafa bırakıp; bir devlet politikası ve onun bekasını sağlayacak akil adamlar meclisi- senatonun oluşturulması, halkın ülke yönetimine daha etkin katılmasını sağlayan yarı doğrudan demokrasi sistemine geçilmesi de mümkündür.

Özgürlüklerin olmadığı yerde beyinler ölü demektir. Ölü beyinlerden de, yapıcılık beklemek beyhude beklentidir. Özgür iradelerine, parti disiplini adına parti başkanlarınca ipotek konulmuş parlamentoda; parlamenterlerden ne kadar yapıcılık beklenebilir? Hiçbir zaman iki yanlıştan bir doğru ortaya çıkmaz. Azınlıkların çoğunluğa tahakkümünün kaynağı olan parlamenter sistemimiz yanlışların kaynağıdır. Bu bozuk düzen parlamentoyu oluşturan parlamenterler siyaset anlayışından ve partizanlık ezberinden bir an önce sıyrılmak gerekir. Bu da e-devlet şeffaflık yapısında, yarı doğrudan hükümet şekli uygulaması ve bunu denetleyecek senatonun(akil adamlar meclisi) varlığı ile mümkündür.

Tabiatıyla ezberlerin bozulması toplumun bilinçlenmesine bağlıdır. Bunu sağlayacak olan ve dördüncü kuvvet olarak bilinen medya, partizanlık anlayışının mahkumu olmuştur. Yani medyada da özgürlükler ipotek altındadır. İpotek altında olmayan, özgür sosyal medyadır.

İktidar olmak demek muktedir de olmak demek değildir. Muktedirlik çoğulcu katılımcı demokrasinin efkarından üretilir. Siyasete katılmayan aydınlar, cahiller tarafından yönetilmeye mahkumdur. Bu gerçekler ışığında, sosyal medyada bilinçlenmeye katkı verenler; geleceğin ön adımlarını atmaktadır. Şair Murathan Mungan’ın “Herkes ve birkaç kişi” adlı şiirinden şu dizelerle bitiriyorum yazımı..

Her Şey, Herkes İçin Değildir Oysa

Kimi Hiçbirşey Ögrenmez Karanlıktan

Yalnızlığı Kullanmayı Bilmez Kimi

Kimi Ayrılamaz Karanlıktan

 

Yağmur Herkese Yağar

Ama Çok Az İnsan Tutar Yağmurun Ellerini

Onca Şarkı Onca Film Onca Roman

Ama Sevmeye Yetmez Herkesin Kalbi

 

Çığ Altında Kalan Sele Kapılan

Aşktan Ve Acıdan Ölen

Birkaç Kişi Dünyayı Başka Bir Yer Yapmaya Yeter.

Aslında Onların Hikayesidir Anlatılan

Diğerleri Dinler, Seyreder, Geçer Gider

Geçer Gider Herkes

Hikayelerdir Geriye Kalan.

 

Burhan İŞCAN

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.