Bağlantılar:
[1] https://politikadergisi.com/pd-uye/selvihan-cigdem
[2] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/bilimkuramsal
[3] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/yazi-dizisi
[4] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/e-dergi-yazilari
[5] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/tarih
[6] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/toplumsal
Yorumlar
Siyasi İktidar, Bilim ve Din İlişkileri Üzerine
İktidar ile bilim ve din arasındaki ilişkiyi değerlendiren ilginç bir yazı.
Fakat yazıda, bazı kavram kargaşaları ve ön yargılarla yapılmış kimi değerlendirmeler de yer yer dikkat çekiyor.
Kavram kargaşasına örnek olarak Bilim ile Bilinç kavramının birbirine karıştırılmasını gösterebiliriz.
Sayın Selvihan Çiğdem yazısındaki “ ..çünkü insanın insan olarak kendi farkına varması da yine bilim sayesinde olmuştur" ifadesi bunun açık kanıtı.
Bilimin bilince katkısı var şüphesiz. Bilim nedir? Bilinç nedir?
Bilim; toplumsal pratikle oluşan, sürekli gelişen, doğa, toplum ve insan düşüncelerinin temel özelliklerini, niteliklerini, nedensel bağlantılarını ve yasallıklarını kavramlar, kategoriler, yasalar, teoriler ve tezlerle ifade edilen, sistemleştirilmiş bilgilerin toplamıdır.
Bilimde esas olan “yaratıcılık” değildir. Bilimin esası, bilgidir. Yaratıcılık, bilimde bilgi birikiminin gelişimin ve ilerlemenin motivasyonudur.
Yazıda geçen; bilimin temeli, "deney ve gözleme" dayanmaktadır saptaması, yanlıştır. Bunlar bilimin birer yöntemleridir. Bilimin en önemli yöntemi; soyutlama, kıyaslama, yargılama ve çıkarımlama, eleştirme yeteneğine sahip olan AKIL'dır.
Bilimin temeli veya hareket noktası, objektif verilerdir.
İnsandaki merak duygusu sadece insanı araştırmaya yönelten bir motivasyondur.
Bilinç ise toplum içinde yaşayan bireyin, toplumsal bütünlük içinde kendi varlığının ve çıkarlarının farkına varmasıdır.
İnsanın doğaya egemen olma ihtiyacı, onun içinde yatan "yaratma” isteğinden kaynaklanmaz! İnsan, doğaya; toplumsal varlığını koruma ve geliştirme nedeniyle hükmetmek zorundadır. Bunun açık anlamı; insan yaşamak için bütün ihtiyaçlarını, kendi akıl ve fiziki gücü, geliştirdiği araç ve yöntemlerle doğayı değiştirerek bizzat üretme durumunda olmasıdır. Üretim, toplumsal bir pratiktir ve insan üretimi, iş bölümü ve işbirliği içinde toplum olarak örgütlü bir biçimde uygular.
Üretimde temel sorun, nasıl bir üretim biçimidir?
Doğanın dengesini bozan, kâr ve zenginleşme hırsıyla hoyratça; toplumda eşitsiz ve adaletsiz bir paylaşımla organize edilmiş bir üretim mi yoksa doğayı koruyan, hak ve adaletçe üretimin yükünü ve üretilen ürünlerin ve değerlerin paylaşıldığı bir üretim mi? Temel soru budur!
***
İktidar kavramı, güç anlamını taşır. Bu yazıda söz konusu olan siyasi iktidar veya siyasi güçtür. Toplumsal güç, örgütlü güç demektir. Devlet ise toplumsal siyasi bir örgüttür. Dolayısı ile devlete egemen olan, siyasi iktidar olur.
Fakat bir toplumda siyasi iktidardan daha önemli olan iktisadi iktidardır. Yani toplumun ekonomik ve finans gücü, siyasi güçten daha çok toplumun ve insanların kaderlerinde belirleyici rol oynar.
Bir toplumda üretim, ulaşım, iletişim ve finans araçlarının özel sahipleri ve onların oluşturdukları şirket ve diğer kuruluşlar, ekonomik iktidara sahiptirler.
Kapitalizmde ekonomik ve finans iktidarı, toplum içinde ayrıcalıklı konumda olan sermayedar veya Fransızca burjuvazi denen toplumsal kesimlerin elindedir. Dolayısı ile her toplumda genel olarak ekonomik iktidar ile siyasi iktidar ayrı ayrı güç odaklarıdır. Çoğu zaman ekonomik iktidar, büyük ekonomik ve finans gücüyle siyasi iktidarı da belirler.
***
Her "siyasi" iktidar, dini araç olarak kullanmaz. Bu genelleme yanlıştır. Örneğin M. Kemal Atatürk asla dini siyasi bir araç olarak kullanmamıştır.
Yineleyelim; bilimin en temel aracı, insan aklıdır; düşüncesidir. Fakat insan düşüncesi de biçimsel olarak farklı farklıdır. Örneğin "Bilimsel düşünce tarzı" başkadır; "Dini Düşünce tarzı" "başkadır.
Bilimsel akıl veya bilimsel düşüncenin kendine özgü olan bir takım özellikleri vardır. Bilimsel düşüncenin özellikleri; Sayın Selvihan Çiğdem'in de yazısında da belirttiği gibi, yaratıcı, sorgulayıcı, kuşkucu, eleştirici olmasıdır.
Buna karşılık "Dini düşünce tarzı" nın ana özellikleri ise inanca dayalı, dogmatik, eleştirici olmayan, ön yargılı, itaatkâr ve biatçı olmasıdır.
Din ile siyasi iktidar arasındaki ilişki ile bilim ile siyasi iktidar arasındaki ilişki aynı temel üzerinde yani insan akıl ve düşüncesi üzerinde gelişmiştir. Siyasi iktidarlar; kendi güçlerini korumak ve güçlendirmek için yaptıkları politikalarda akıl ve düşüncelerini, kimi zaman dini, kimi zaman da bilimi kullanmaya harcamışlardır. Dolayısı ile her iki durumda da din veya bilim siyasi iktidarın siyasi malzemeleri olmuştur.
Burada önemli olan; siyasi iktidar, hangi koşullarda dini, hangi koşullarda bilimi kullanmaktadır? Sorusudur.
Bu sorunun doğru yanıtı, ancak somut olarak, siyasi iktidarların temsil ettiği toplumsal çıkarlara göre değişmektedir.
Eğer bir siyasi iktidar, toplumda ayrıcalıklı, egoist fakat toplumda azınlık olan bir grubun çıkarlarını savunuyorsa, bu durumda siyaset dini kullanacaktır. Çünkü siyasi iktidar, toplumun çoğunluğunu; düşünmeyen, sorgulamayan, eleştirmeyen, biatçı bir kitle haline getirebilirse o zaman ancak azınlık çıkarını savunan kendi iktidarını koruyabilir.
Bunun tam tersi durumunda ise eğer siyasi iktidar, toplumun büyük çoğunluğunun (örneğin, işçi, köylü, memur, esnaf vs. gibi halkın) çıkarını savunan gerçek bir halk iktidarı ise o zaman bu iktidar bilimi kullanacaktır; çünkü halkın büyük çoğunluğunun sorgulayıcı, eleştirici düşünmesi, gerçekleri çok daha iyi görmesine neden olacaktır ve bu bilinçli kitle de kendi halk iktidarını daha kararlı bir biçimde destekleyecektir.
Özetle sömürücü azınlık egemenlerin siyasi iktidarları, dini kullanırlar; halk iktidarları ise sadece bilimsel siyaset yaparlar!