Bilindiği gibi Ramazan ayına girdik ya, başlıktaki gibi sorular duymamız da sıklaştı. İstanbul Fatih semtinin labirent gibi sokaklarından birinden geçerken, camii kapsında oturmuş bir grup genç insandan biri soruyordu Hoca’ya bu soruyu. Hoca’nın yanıtı ne oldu, bilmiyorum çünkü dinlemeden geçip gittim.
Türkiye insanının dinle daha doğrusu İslam’la ilgili sorabileceği sorular, yukarıdaki soru ve mantık çerçevesini aşmıyor/aşamıyor. Hatta bu soru sorma kabızlığından dolayı bir yığın komiklikler bile çıkıyor ortaya. Domuz gribi vakıası ve söylentisinin yaygın olduğu dönemde olduğu gibi. Dini bütün bir vatandaş, domuz gribi aşısıyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı’na, “Bu aşının adında domuz kelimesi geçiyor, aşıyı yaptırmamız caiz midir?” diye sormuştu.
İslam’ın siyasal ve toplumsal yapıyı yoğun olarak etkilediği, politikanın dine, dinin politikaya alet edildiği, günlük yaşamımızda İslamcı temaların ve pratiklerin öne çıktığı, tarikat örgütlenmelerinin pıtrak gibi çoğaldığı, dini referanslarla hareket eden bir hükümetin iş başında olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Bizce çok da matah olmayan Burjuva Cumhuriyeti, daha da geriye sürüklenerek dinci bir Cumhuriyete dönüştürülmek isteniyor. Hükümetin başı olan başbakan, çok rahat bir şekilde “referansımız İslamiyet”tir diyebiliyor.
İşte böylesi bir dönemde Türkiye toplumunun İslamiyet ve Müslümanlıkla olan tarihsel ilişkisini tekrardan gözden geçirmesi, sorgulaması ve doğru yanıtlar bulması gerekiyor. Bunu başarabilmek için de Türklerin nasıl Müslüman olduklarına dair egemen görüşlerin ve İslamcıların çarpık görüşleri dışında, Türklerin kılıç ve hançer zoruyla zorla Müslüman yapıldıklarının bilinmesi, öğrenilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin Milli Eğitim müfredatına, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşlerine ve Tarikat şeyhlerinin anlatımlarına bakılırsa Türkler severek ve isteyerek Müslüman olmuşlardır. Hidayete ererek İslam dinini hiçbir zorlamayla karşılaşmadan kendi iradeleri doğrultusunda kabul etmişlerdir. Bunun nedeni ise, Türklerin dini olan Şamanizimle İslamiyet’in benzerlikleridir. Her iki dinde de Tanrı fikri aynıydı. İslamiyet’te Allah fikri, Şamanizimde Gök Tanrıydı.
Türkiye toplumu, her koşulda dilimize pelesenk olan “yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır” ön kabulüyle Müslümanlığı “tescil” edilmiş bir toplumdur ve nasıl zorla Müslüman yapıldıklarına dair çok fazla bir şey bilmemektedir. Bunun nedeni, ne eğitim kurumlarında ne de tarih kitaplarında Türklerin savaş ve baskılarla nasıl zorla Müslüman yapıldıkları bilgilerinin doğru bir şekilde yer verilmemesidir. Bize öğretilen, Türklerin severek ve isteyerek Müslüman oldukları ve akın akın İslam dinine geçtikleridir.
Liselerde okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kitabında da aynı minvalde yalan bilgiler verilmekte, Türklerin kendi isteklerine bağlı olarak Müslüman oldukları söylenmektedir. “(…)Türklerin inanç ve ahlak anlayışlarıyla İslam dininin temel ilkeleri arasında büyük benzerlikler vardı. Bu gibi benzerlikler de Türklerin İslam dinini kabul etmelerini kolaylaştırmıştır.”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konuyla ilgili görüşü de bu doğrultudadır:
“Türklerin İslam dinine girmesi, Türk milleti tarihinde bir dönüm noktası olmuş, Müslümanlık için hayırlı sonuçlar doğurmuştur. Türkler, İslam dinini hiç bir zorlama olmadan kendi istekleri ile kabul etmiştir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:
1) İslam dini ve İslam medeniyetinin üstünlüğü,
2) İslam’a girmeden önce Türklerin eski dini inançlarının İslam inancına yakın olması ve İslam’ın getirdiği üstün prensiplerin Türk milletinin ruhuna ve manevi yapısına uygun düşmesi.”(Alıntı, İnternet, İslamiyet Gerçekleri Sitesi).
Erdoğan Aydın gibi İslam Tarihi araştırmacıları, Türklerin “hiç bir zorlama olmadan” Müslüman oldukları tezinin doğru olamadığını söylemektedirler. Bunu ise, Türklerin kılıç zoruyla zorla Müslümanlaştırmalarının tarihi olan 670–740 yılları arasındaki 70 yılın, tarih kitaplarında atlanılarak verilmemesine, bu dönemde yaşananların anlatılmamasına bağlamaktadırlar.
Gerçektende bu 70 yılda Müslüman Arapların Türklere yaptıklarını (ki, bu saldırı ve katliamlar bütünüyle dinsel temalı değildi; işgal, talan ve yağma da vardı) öğrenmek insanın tüylerini ürpertmektedir.
İşte bu 70 yılda yaşanan Türk-Arap savaşlarının madde madde özeti:
“1) 100.000’in üzerinde Türk katledilmiştir.
2) 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3) Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
4) Tüm zenginlikler, tarihi eserler yakılmış, yıkılmış, yok edilmiştir.
5) Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan ‘Talkan Katliamında’ 40.000 Türkün kesilerek 24 km. boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
6) Aynı şekilde ‘Curcan Katliamında’da esir alınan 40.000 Türkün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehirin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7) “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiçbir zaman yerine getirilmemiş, ‘Şeriat söz tanımaz’ denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8) Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan büyük servet elde etmişlerdir.
9) Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10) Bu tarihi gerçekler ‘İslam etkilenmesin’ düşüncesiyle gizlenmekte, bahsedilmemektedir.” (Alıntı, İslamiyet Gerçekleri Sitesi.)
Türkiye toplumuna İslamiyet’in girmesi ve kökleşmesi tarihi kısaca budur ve bugün bu ülkeyi yönetenlerin referans olarak gösterdikleri İslam diniyle toplumsal yapının bütün alanlarını kuşatma istekleri de sorgulanmalıdır. Çünkü Türklerin Müslümanlaştırılmaları meşru bir zeminde olmamıştır ve tarihsel olarak bu ilişki sorgulanmalıdır.
İslamiyet üzerine yaygın bir düşünce de, “bu dinin en son din olduğu ve bütün insanlığa indiği” üzerinedir. Bu tez de doğru değildir. İslam Peygamberi Muhammed’in söylediklerine (hadislere) bakılırsa Türkler hep aşağılanmış ve asla Müslüman olamayacakları savunulmuştur. Araplara sürekli Türklerden uzak durulması telkinleri yapılmıştır.
“Peygamber’e göre Türklerle Arapların savaşı bir ‘kıyamet alameti’ sayılacak denli önemlidir. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin sorular özgülünde Peygamber; ‘Kıyamet kopmadan (az) önce siz kıldan çarıklar giymiş bir milletle muharebe edeceksiniz. Onların yüzleri sanki (çekiçle dövülmüş) derilerle kılıflı kalkan gibidir. Çehreleri kırmızı, gözleri çekiktir.’ der.”(Nasıl Müslüman Olduk? Erdoğan Aydın, sayfa:76–77)” Bir başka yerde ise, “Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin; çünkü sizi severlerse yerler, sevmezlerse öldürürler.”(Age. Sayfa 81)
İslam Peygamberinin buna benzer birçok sahih hadisi bulunmaktadır. Şeriat yanlısı belirli çevreler bu hadisleri görmezlikten gelirken, Türk-İslam Sentezciler ise çarpıtarak yorumlamakta, Türklerle ilgili bu hadislerin aslında İslam’ın Türkler sayesinde yükseleceğinin işaretleri olarak görmektedirler. Oysaki İslam Peygamberinin Türk düşmanlığı birçok hadiste açık bir şekilde yer almakta, Müslüman olamayacakları ve Müslüman sayılmayacakları savunulmaktadır.
Türkiye’nin toplumsal ve siyasal alanında İslamiyet’in ağırlık kazandığı bir dönemde, Türklerin Nasıl Müslüman yapıldıklarına dair tartışmaların mutlaka yapılması ve tarihsel gerçeklerin üzerini kapatan örtünün çekilip alınması gerekiyor.
Kendi iktidarları, siyasal hırsları ve çıkarları için, Arap Milliyetçiliğinden başka bir şey olmayan İslamiyet’i bir atlama tahtası haline getiren Fetullah Gülen gibi tarikat şeyhleri, Recep Tayyib Erdoğan gibi siyasi parti liderleri ve dini referanslarla hareket eden tüm kesimler bu tartışmanın içinde olmalıdırlar. Türklerin nasıl (zorla) Müslüman yapıldıklarını, tarihsel gerçeklerin ışığında kendi taraftarlarına mutlaka anlatmalıdırlar. Eğer cesaretleri varsa tabi… Ancak bu tartışmanın kendiliğinden başlamayacağı da kesindir. Bu sorgulamanın, yoğun din sömürüsü altında olan kesimlerin, yazının başlığı olan “Parfüm Orucu Bozar mı Hocam?” soru şeklinin ötesine geçerek sorulacak sorularla yapılacağı da bir gerçektir.
Yorumlar
yazıya yorum
Türklerin İslam’la buluşması 'ilahi' mi?
Bilindiği gibi Ramazan ayına girdik ya, başlıktaki gibi sorular duymamız da sıklaştı. İstanbul Fatih semtinin labirent gibi sokaklarından birinden geçerken, camii kapsında oturmuş bir grup genç insandan biri soruyordu Hoca’ya bu soruyu. Hoca’nın yanıtı ne oldu, bilmiyorum çünkü dinlemeden geçip gittim.
Türkiye insanının dinle daha doğrusu İslam’la ilgili sorabileceği sorular, yukarıdaki soru ve mantık çerçevesini aşmıyor/aşamıyor. Hatta bu soru sorma kabızlığından dolayı bir yığın komiklikler bile çıkıyor ortaya. Domuz gribi vakıası ve söylentisinin yaygın olduğu dönemde olduğu gibi. Dini bütün bir vatandaş, domuz gribi aşısıyla ilgili Diyanet İşleri Başkanlığı’na, “Bu aşının adında domuz kelimesi geçiyor, aşıyı yaptırmamız caiz midir?” diye sormuştu.
İslam’ın siyasal ve toplumsal yapıyı yoğun olarak etkilediği, politikanın dine, dinin politikaya alet edildiği, günlük yaşamımızda İslamcı temaların ve pratiklerin öne çıktığı, tarikat örgütlenmelerinin pıtrak gibi çoğaldığı, dini referanslarla hareket eden bir hükümetin iş başında olduğu bir dönemden geçmekteyiz. Bizce çok da matah olmayan Burjuva Cumhuriyeti, daha da geriye sürüklenerek dinci bir Cumhuriyete dönüştürülmek isteniyor. Hükümetin başı olan başbakan, çok rahat bir şekilde “referansımız İslamiyet”tir diyebiliyor.
İşte böylesi bir dönemde Türkiye toplumunun İslamiyet ve Müslümanlıkla olan tarihsel ilişkisini tekrardan gözden geçirmesi, sorgulaması ve doğru yanıtlar bulması gerekiyor. Bunu başarabilmek için de Türklerin nasıl Müslüman olduklarına dair egemen görüşlerin ve İslamcıların çarpık görüşleri dışında, Türklerin kılıç ve hançer zoruyla zorla Müslüman yapıldıklarının bilinmesi, öğrenilmesi gerekiyor.
Türkiye’nin Milli Eğitim müfredatına, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın görüşlerine ve Tarikat şeyhlerinin anlatımlarına bakılırsa Türkler severek ve isteyerek Müslüman olmuşlardır. Hidayete ererek İslam dinini hiçbir zorlamayla karşılaşmadan kendi iradeleri doğrultusunda kabul etmişlerdir. Bunun nedeni ise, Türklerin dini olan Şamanizimle İslamiyet’in benzerlikleridir. Her iki dinde de Tanrı fikri aynıydı. İslamiyet’te Allah fikri, Şamanizimde Gök Tanrıydı.
Türkiye toplumu, her koşulda dilimize pelesenk olan “yüzde doksan dokuzu Müslüman’dır” ön kabulüyle Müslümanlığı “tescil” edilmiş bir toplumdur ve nasıl zorla Müslüman yapıldıklarına dair çok fazla bir şey bilmemektedir. Bunun nedeni, ne eğitim kurumlarında ne de tarih kitaplarında Türklerin savaş ve baskılarla nasıl zorla Müslüman yapıldıkları bilgilerinin doğru bir şekilde yer verilmemesidir. Bize öğretilen, Türklerin severek ve isteyerek Müslüman oldukları ve akın akın İslam dinine geçtikleridir.
Liselerde okutulan Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi kitabında da aynı minvalde yalan bilgiler verilmekte, Türklerin kendi isteklerine bağlı olarak Müslüman oldukları söylenmektedir. “(…)Türklerin inanç ve ahlak anlayışlarıyla İslam dininin temel ilkeleri arasında büyük benzerlikler vardı. Bu gibi benzerlikler de Türklerin İslam dinini kabul etmelerini kolaylaştırmıştır.”
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın konuyla ilgili görüşü de bu doğrultudadır:
“Türklerin İslam dinine girmesi, Türk milleti tarihinde bir dönüm noktası olmuş, Müslümanlık için hayırlı sonuçlar doğurmuştur. Türkler, İslam dinini hiç bir zorlama olmadan kendi istekleri ile kabul etmiştir. Bunun başlıca sebepleri şunlardır:
1) İslam dini ve İslam medeniyetinin üstünlüğü,
2) İslam’a girmeden önce Türklerin eski dini inançlarının İslam inancına yakın olması ve İslam’ın getirdiği üstün prensiplerin Türk milletinin ruhuna ve manevi yapısına uygun düşmesi.”(Alıntı, İnternet, İslamiyet Gerçekleri Sitesi).
Erdoğan Aydın gibi İslam Tarihi araştırmacıları, Türklerin “hiç bir zorlama olmadan” Müslüman oldukları tezinin doğru olamadığını söylemektedirler. Bunu ise, Türklerin kılıç zoruyla zorla Müslümanlaştırmalarının tarihi olan 670–740 yılları arasındaki 70 yılın, tarih kitaplarında atlanılarak verilmemesine, bu dönemde yaşananların anlatılmamasına bağlamaktadırlar.
Gerçektende bu 70 yılda Müslüman Arapların Türklere yaptıklarını (ki, bu saldırı ve katliamlar bütünüyle dinsel temalı değildi; işgal, talan ve yağma da vardı) öğrenmek insanın tüylerini ürpertmektedir.
İşte bu 70 yılda yaşanan Türk-Arap savaşlarının madde madde özeti:
“1) 100.000’in üzerinde Türk katledilmiştir.
2) 50.000’in üstünde Türk genci köle ve cariye yapılmıştır.
3) Şehirler yağmalanmış, ganimet diye halkın her şeyi talan edilmiştir.
4) Tüm zenginlikler, tarihi eserler yakılmış, yıkılmış, yok edilmiştir.
5) Dünyanın en büyük katliamlarından biri olan ‘Talkan Katliamında’ 40.000 Türkün kesilerek 24 km. boyunca ağaçlarda sallandırılmıştır.
6) Aynı şekilde ‘Curcan Katliamında’da esir alınan 40.000 Türkün nehir kenarında kafaları kesilmiş, nehirin suyu kıpkızıl olmuş, cesetler yine ağaçlarda sallandırılmıştır.
7) “Teslim olursanız canınız bağışlanacak” sözü hiçbir zaman yerine getirilmemiş, ‘Şeriat söz tanımaz’ denilerek kadın-erkek kılıçtan geçirilmiştir.
8) Araplar tarihte yaşadıkları bu en büyük yağma ve talandan büyük servet elde etmişlerdir.
9) Türkler böyle bir vahşet ve mezalimi Çinlilerden dahi görmemişlerdir.
10) Bu tarihi gerçekler ‘İslam etkilenmesin’ düşüncesiyle gizlenmekte, bahsedilmemektedir.” (Alıntı, İslamiyet Gerçekleri Sitesi.)
Türkiye toplumuna İslamiyet’in girmesi ve kökleşmesi tarihi kısaca budur ve bugün bu ülkeyi yönetenlerin referans olarak gösterdikleri İslam diniyle toplumsal yapının bütün alanlarını kuşatma istekleri de sorgulanmalıdır. Çünkü Türklerin Müslümanlaştırılmaları meşru bir zeminde olmamıştır ve tarihsel olarak bu ilişki sorgulanmalıdır.
İslamiyet üzerine yaygın bir düşünce de, “bu dinin en son din olduğu ve bütün insanlığa indiği” üzerinedir. Bu tez de doğru değildir. İslam Peygamberi Muhammed’in söylediklerine (hadislere) bakılırsa Türkler hep aşağılanmış ve asla Müslüman olamayacakları savunulmuştur. Araplara sürekli Türklerden uzak durulması telkinleri yapılmıştır.
“Peygamber’e göre Türklerle Arapların savaşı bir ‘kıyamet alameti’ sayılacak denli önemlidir. Kıyametin ne zaman kopacağına ilişkin sorular özgülünde Peygamber; ‘Kıyamet kopmadan (az) önce siz kıldan çarıklar giymiş bir milletle muharebe edeceksiniz. Onların yüzleri sanki (çekiçle dövülmüş) derilerle kılıflı kalkan gibidir. Çehreleri kırmızı, gözleri çekiktir.’ der.”(Nasıl Müslüman Olduk? Erdoğan Aydın, sayfa:76–77)” Bir başka yerde ise, “Türkler size ilişmedikçe siz de onlara ilişmeyin; çünkü sizi severlerse yerler, sevmezlerse öldürürler.”(Age. Sayfa 81)
İslam Peygamberinin buna benzer birçok sahih hadisi bulunmaktadır. Şeriat yanlısı belirli çevreler bu hadisleri görmezlikten gelirken, Türk-İslam Sentezciler ise çarpıtarak yorumlamakta, Türklerle ilgili bu hadislerin aslında İslam’ın Türkler sayesinde yükseleceğinin işaretleri olarak görmektedirler. Oysaki İslam Peygamberinin Türk düşmanlığı birçok hadiste açık bir şekilde yer almakta, Müslüman olamayacakları ve Müslüman sayılmayacakları savunulmaktadır.
Türkiye’nin toplumsal ve siyasal alanında İslamiyet’in ağırlık kazandığı bir dönemde, Türklerin Nasıl Müslüman yapıldıklarına dair tartışmaların mutlaka yapılması ve tarihsel gerçeklerin üzerini kapatan örtünün çekilip alınması gerekiyor.
Kendi iktidarları, siyasal hırsları ve çıkarları için, Arap Milliyetçiliğinden başka bir şey olmayan İslamiyet’i bir atlama tahtası haline getiren Fetullah Gülen gibi tarikat şeyhleri, Recep Tayyib Erdoğan gibi siyasi parti liderleri ve dini referanslarla hareket eden tüm kesimler bu tartışmanın içinde olmalıdırlar. Türklerin nasıl (zorla) Müslüman yapıldıklarını, tarihsel gerçeklerin ışığında kendi taraftarlarına mutlaka anlatmalıdırlar. Eğer cesaretleri varsa tabi… Ancak bu tartışmanın kendiliğinden başlamayacağı da kesindir. Bu sorgulamanın, yoğun din sömürüsü altında olan kesimlerin, yazının başlığı olan “Parfüm Orucu Bozar mı Hocam?” soru şeklinin ötesine geçerek sorulacak sorularla yapılacağı da bir gerçektir.
(2010)
Mehmet Ali Yazıcı