Bağlantılar:
[1] https://politikadergisi.com/pd-uye/vedat-kocal
[2] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/bilimkuramsal
[3] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/eko-politik
[4] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/guncel
[5] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/ic-siyasa
[6] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/tarih
[7] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/teror
[8] https://politikadergisi.com/category/icerik-kategorileri/toplumsal
Yorumlar
Saygın Vedat Koçal'a yöntem üzerine eleştiri
Saygıdeğer Vedat Koçal,
"Kürt Sorunu Üzerine: "Savaşın Diyalektiği"" ile ilgili yazınızı yeni okudum. Sonuçta "Kürt siyaseti" ile ilgili "sınıfsal" analizinizi tanıyorum. Bu konudaki savınız, Kürtlerin kendi bölgelerinde kapitalistleşme sürecine dayanmaktadır. Bu analizin sonucunda da ulaştığınız nokta, yazınızın son paragrafında yazılı:
“Adına ister “bölücülük-terörizm” denilsin, isterse “özgürlük savaşı”, bakılan pencereden görünen ve diyalektiğin getirip önümüze bıraktığı gerçek tek ve yalındır: Türkiye’nin de bir bölümünü kapsayacak bir Kürt devleti, yakın geleceğin kaçınılmaz gündemidir; yani sorun, iç içe geçmiş karşılıklı uluslaşma süreçlerinin, birbirinden ayrılığının olup olmayacağı değil, nasıl olacağıdır.”
Özet olarak sizce bağımsız bir Kürt devletinin kurulması artık kaçınılmazdır; bunun gerçekleşmesi sadece bir zaman meselesidir.
Yazılarınızda sık sık diyalektikten bahsediyorsunuz. Ama diyalektiğin bazı yasalarını, ilke ve kurallarını bazen kullanıyor, bazen kullanmıyorsunuz. Örneğin Kürtlerin kapitalistleşmesinin kaçınılmaz sonucu olarak kesin bir dille Kürt devletinin kurulacağından bahsediyorsunuz. Bu mantığınız, diyalektiğin “olasılık-gerçeklik” kuralına biraz ters düşüyor gibi geliyor bana. Siz “ayrılığın” veya “bölünmenin” MUTLAK olduğuna karar vermişsiniz bile. Oysa “olasılık-gerçeklik” diyalektik ilkesine göre nesnel ve öznel koşulların doğurduğu ihtimaller birer olasılık olarak gerçekleşebilirler. Bunun anlamı bu olasılık gerçekleşmeyebilir de! Yani süreç mutlak değil görelidir. Ben burada konuya nesnel koşullar açısından, içerik açısından değil, sadece konun incelenmesinde kullanılmayan diyalektik yöntem açısından bir örnek verdim.
Madem söz diyalektikten açıldı, isterseniz bu konuya biraz daha devam edelim. Örneğin diyalektiğin “İçerik-Biçim” kuralını ele alalım. Bu kurala göre biçim-içerik ilişkisinde öz olan, belirleyici olan biçim karşısında içeriktir. Biçim içeriğe hizmet ettiği ölçüde o içerikle birlikte anlam ve önem kazanır.
Şimdi bu ilke açısından sizin yazılarınızı bir değerlendirelim. Yazılarınızın ana amacı, içeriğini okuyucuya anlatmak. Bu amaca yazılarınızın yazılış biçimi, üslubu da yardım etmelidir; değil mi? Yani onlar öyle bir üslup ve biçimde yazılmalı ki ana fikirleriniz, görüş ve düşünceleriniz okuyucu tarafından kolaylıkla anlaşılsın. Oysa sizin yazılarınız çok uzun ve belli bir sistemden, hiyerarşik bir tasniften yoksunlar. Belki siz bunu yazılarınızın konusunun kapsamına bağlayacaksınız, ama bence değil. Çünkü iddianız bilimsel araştırma olduğuna göre, bilimsel yazılar kavramlarla ve kategorilerle sınıflandırılırlar. Bu kavram, kategori, deyim vs. belli bir hiyerarşi içinde ana başlık, başlık ve alt başlık vb. konulara ayrılır, daha sonra bu biçimde başlıklara ayrılan konuların ayrıntıları da paragraf ve cümlelerle açıklanır. Böylece ortaya işlediğiniz konu veya sav bir bilimsel sistem içinde okuyucuya sunulmuş olur. Bu biçimde yazılan bir yazı aynı zamanda okuyucu için de büyük kolaylıktır. Çünkü o da sonuçta o yazıyı okuyup algılamak durumundadır.
Ben bu yorumumda asıl konunun, yani “Kürt Sorunu” konusunun içeriğine girmeyeceğim. Size yöneltmek istediğim bir başka eleştirinin konusu ise, yazılarınızda seçtiğiniz, kavram, deyim ve kategorilerle ilgili. Örneğin Siz kamuoyunda yaygın olan “Kürt Sorunu” yerine, “Kürt Siyaseti” kavramını kullanıyorsunuz gibi geliyor bana. Gördüğünüz gibi bu tespitten bile emin değilim. Çünkü “Kürt Siyaseti” kavramını çok geniş bir spektrumda kullanıyorsunuz.
Kavramlar, deyimler, terimler ve kategoriler vs. düşünce yönteminin vaz geçilmez araçlarıdırlar. Herhangi bir olgu veya olayı analiz ederken veya senteze varırken hepimiz bu araçlar yardımıyla düşünür, algılar, kıyaslar ve bir yargıya varırız. Yani doğru algılaya bilmek, doğru yargılaya bilmek, kısaca doğru düşünebilmek için bu kavramları, terimleri, sözcükleri vs. ifadelerimizde yerli yerince kullanmak durumundayız. Yanlış kavramların, yanlış yerde kullanılmaları, ya yanlış anlaşılmalara veya hiç anlaşılmamalarına neden olabilir.
Örneğin sizin çalışmalarınızda kullandığınız “Kürt Siyaseti” kavramını ele alalım. Bu kavram gerçekten soyut olduğu kadar muğlak, çok esnek ve belirsizdir. “Kürt Siyaseti” bir tümcedir, ana sözcük burada siyasettir. Siyaset kavramı tarihsel maddeci dünya görüşü kategorisinde toplumsal bilincin özgül bir biçimidir. Siyaset toplumsal bilinci devlet kurumunun yönetimiyle ilgili her türlü söylem, eylem, kurum ve kuralları kapsar. Bir toplum ise tarihsel anlamda feodal, kapitalist, sosyalist vs. gibi somut belli bir biçimde varlığını sürdürür; bu somut biçime bağlı olarak çeşitli kişiler, gruplar, sınıflar vb. değişik alanlarda (siyasetini, hukuku, ahlakı vb.) toplumsal bilinçlerini farklı farklı oluşturur.
“Kürt” kavramı siyasal bir kavram değil, kültürel bir kavramdır. “Kürt” kavramı, “ulusal” bir topluluk olan Türkiye toplumu bağlamında “etnik” bir halk grubunu ifade eder. Tıpkı Araplar, Çerkesler, Türkler, Boşnaklar, Rumlar vs. diğer etnik gruplar gibi. “Kürt” etnik halk grubunun Ulus içinde diğer halk grubundan “nitelikçe” hiçbir farkı ve ayrıcalığı yoktur. Sadece nicelikçe (sayıca) daha fazladır o kadar. Sınıfsal açıdan Kürt kavramının hiçbir ekonomik ve sosyal önceliği olmadığı gibi siyasal olarak ta önceliği yoktur. Çünkü Kürt toprak ağası, Kürt sermayedarı sömürücü ve ezen sınıf olarak, Kürt işçileri ve köylüleri karşında gerici sınıflar kategorisinde Türk burjuvazisinden hiç farkı yoktur. Zaten Türk, Kürt burjuvazi ayrımı da yekvücut olmuş Türkiye ekonomisinde tamamen yok olmuştur. Daha doğrusu doğuştan, başlangıçtan beri böyle bir ayrım olmamıştır. Çıkar ve toplumsal konum açısından Kürt kökenli Halis Toprak’ın Türk kökenli Rahmi Koç veya Ali Sabancı’dan hiçbir farkı olmadığı gibi bunlar birbirlerinin en yakın ortaklarıdırlar. Dolayısı ile Türk ulusunun bir bölümünün tarihsel-kültürel özelliklerini ve kökenini ifade eden “Kürt” kavramına siyasal bir anlam yüklemek, “Kürt” kökenli yurttaşları görece bağımsız, kendi kendine yeterli bir siyasal birlik olarak değerlendirmek, bu nedenle onlara ayrıcalıklı siyasal haklar tanımak ulus içi siyasal eşitlik ilkesine aykırıdır.
“Kürt Siyaseti” kavramında “Kürt” etnik halk grubu ifade edildiğine göre, “Kürt Siyaseti” ifadesi Türkiye’deki bu halk grubu ile ilgili siyasi bilinci içermektedir. Ancak “Kürt Siyaseti” kavramı Türkiye toplumunda çok çeşitli anlama yorumlanabilir. Çünkü Türkiye toplumu kapitalist bir toplum olarak çeşitli sınıf ve tabakalardan oluşmakta, buna bağlı olarak, Türkiye’de amaç ve yöntemleri farklı çok çeşitli siyaset, siyasi parti, grup ve kişiler var. Bunların çıkarları, dünya görüşleri, siyaset deneyimleri vs. çok farklıdır. Öyle ki ülkemizde AKP’nin “Kürt Siyaseti” başka, CHP’nin ki yine başka sosyalist partilerin başka, İşçi partisinin “Kürt Siyaseti” çok daha başkadır. Bu nedenle bu kavramı seçerken hangi partinin veya kişinin “Kürt Siyaseti” olduğunu her zaman belirterek somutlamanız gerekir.
Türkiye gibi kapitalist bir ülkede somut bir konudaki siyasal bilinci genelleştirmek, “tek ve ortak bir duruş” elde etmeye çalışmak yine materyalist diyalektiğin “toplumsal bilinç toplumsal varlığın yansıması” ilkesine aykırı düşer. Çünkü toplumsal çıkarlar farklı olduğu gibi siyasi görüşler de farklıdır.
Bu durumda “Kürt Siyaseti” kavramı yerine “Kürt Sorunu” kavramını kullanmanız bu kavram kargaşasını veya belirsizliğini önleyebilir. Veya “Kürt Siyaseti” kavramını toplumca bilinen somut kişiler ve kurumlar bağlamında özgül olarak ele almanızda fayda var. Örneğin PKK’nın Kürt siyaseti, AKP’nin Kürt Siyaseti, CHP’nin Kürt Siyaseti veya TKP’nin Kürt Siyaseti vs. gibi.
Bu yorumum yöntem üzerine oldu. Konun içeriği ile ilgili yorumum gelecektir.
Saygılarımla