Elbette her iddia sonuna kadar incelenmelidir. Fakat "tarihsel kökenine" baktığımızda ve bu hareketten daha sonra ayrılan ve geçmişte içinde bulundukları gruba savaş açan Cengiz Çandar,Hadi Uluengin,Oral Çalışlar bile böyle bir söylemi hiç dile getirmediler. Eğer böyle bir ihtimal olsaydı, sanırsam bu 3'lü yeri göğü inletirdi.
Perinçek çizgisi şu anda da Enver'i sevmez. Kemalistler de aynı ölçüde Enver Paşa'yı sevmezler. (Kendini Orducu Sosyalist ilan eden Yalçın Küçük hariç)
Milli İktisat anlayışına Türkiye'de uygulama alanı arayan Talat Paşa ise hem Perinçek'in çevresi tarafından hem de Kemalistler tarafından sevilmekte,özümsenmekte ve ilgi görmektedir. Elbette bunun Ermeni Soykırımı iddialarıyla da ilintisi vardır bu bağlantıya şimdilik konumuz dışı olduğu için girmiyorum.
Kemalistler de,Perinçek çevresi de İttihatçıların tümünü sevmez ve onları benimsemez. Bugün "Ergenekon davasından" yargılananların kökenlerini İttihatçılara dayamak da ne ölçüde doğru bir bakış açısıdır bilemiyorum. İkisi de "darbe yaparak" iktidarı ele geçirdi, o yüzden ikisi de birbirinin devamıdır söylemi bizi şuna götürür:
Prens Sabahattin liberaldi ve darbe yapmaya çalıştı, bugünkü tüm liberaller darbecidir,cuntacıdır. Haydi bunların arasındaki ilişkiyi tespit edelim. Bu mantalite Ergenekon-İttihat mantalitesinin tam tersidir ve ikiside yanlıştır.
İlber Ortaylı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfusu kitabı bu konuda aydınlatıcıdır.
Ergenekon örgütü ile Perinçek arasında ilişki olduğu iddiası ise bana çok uzak görünüyor. Nedeni ise şudur: Perinçek'in ideolojisi ile bağdaşmama rağmen bugüne kadar yazdığı tüm kitapları okudum. MİT Raporu'dan Çiller Özel Örgütü'ne, Çekiç Güç'ten Susurluk Tespitine kadar olayları afişe eden Doğu Perinçek'tir. Ergenekon'u yargılayacak bir savcı bul deseler ben şahsen Doğu Perinçek'i savcı olmasını isterdim. Halbuki Perinçek bugün sanık konumundadır.
Ergenekon dediğimiz olguyu da kısaca şöyle açıklayayım:
Ordu'da, Medyada ve Sermaye çevrelerindeki "Avrasyacı, ulusalcı (ülkücü değil), Kemalist ve Alevi kesimlerin tasfiye operasyonu. Zira ABD'nin think-thank kuruluşu ve CIA'nın bir kolu olan Rand Corporation bunu ayen beyan ilan ediyor.
Şefik Hüsnü ile ilgili tüm iddiları gerçek dışı buldum. Elbette herkesin bir iddiayı değerlendiriş tarzı farklıdır. Bu benim şahsi görüşüm.
Şefik Hüsnü ile ilgili şöyle bir alıntı yapayım:
Mayıs 1929'da cezasını tamamladıktan sonra resmi pasaportla tekrar yurtdışına çıktı ve Almanya'ya gitti. Berlin'de Komintern'in Batı Avrupa bürosunu yönetti. 27 Şubat 1933'te Naziler tarafından düzenlendiği düşünülen Reichstag yangını provokasyonu sonrasında Georgi Dimitrov ve Almanya'da bulunan diğer Komintern üyeleriyle birlikte tutuklandı. Altı ay sonra tahliye oldu ve bir banka kasasında bulunan Komintern arşivini Nazilerden kaçırmayı başardı.
1939 yılında Türkiye'ye dönmesine izin verildi ve I. Dünya Savaşı'ndaki rütbesiyle tabip yüzbaşı olarak 1941-1943 yılları arasında yedek askerlik yaptı. 1945 yılında Cemiyetler Kanunu'ndaki değişiklik sayesinde yasal Türkiye Emekçi Köylü Sosyalist Partisi'ni (TEKSP) kurabildi (1946). Kısa sürede 13 ilde örgütlenen ve yalnız İstanbul'da 10.000 işçiyi saflarında toplamayı başaran parti hükümet çevrelerinde rahatsızlığa yol açtı. Kuruluşundan atlı ay sonra, parti, sendika ve sol yayınların yasaklanması sürecinde TEKSP de kapatıldı. Şefik Hüsnü'nün de içinde bulunduğu 43 parti yöneticisi tutuklandı.
1950 affıyla serbest kaldı ancak 1951'de gizli TKP yöneticisi olarak yeniden tutuklandı. 5 yıl 10 ay hüküm giydi. 65 yaşını bitirmiş. olduğundan, cezası 4 yıl 2 ay ağır hapis, 1 yıl 4 ay 20 gün müddetle Manisa'da sürgün cezasına çevrildi. 1957'de tahliye edildi. 8 Nisan 1959'da Manisa'da sürgünde öldü.
Yorumlar
Sayın Fatih Köroğlu; Elbette [2]
Sayın Fatih Köroğlu;
Elbette her iddia sonuna kadar incelenmelidir. Fakat "tarihsel kökenine" baktığımızda ve bu hareketten daha sonra ayrılan ve geçmişte içinde bulundukları gruba savaş açan Cengiz Çandar,Hadi Uluengin,Oral Çalışlar bile böyle bir söylemi hiç dile getirmediler. Eğer böyle bir ihtimal olsaydı, sanırsam bu 3'lü yeri göğü inletirdi.
Perinçek çizgisi şu anda da Enver'i sevmez. Kemalistler de aynı ölçüde Enver Paşa'yı sevmezler. (Kendini Orducu Sosyalist ilan eden Yalçın Küçük hariç)
Milli İktisat anlayışına Türkiye'de uygulama alanı arayan Talat Paşa ise hem Perinçek'in çevresi tarafından hem de Kemalistler tarafından sevilmekte,özümsenmekte ve ilgi görmektedir. Elbette bunun Ermeni Soykırımı iddialarıyla da ilintisi vardır bu bağlantıya şimdilik konumuz dışı olduğu için girmiyorum.
Kemalistler de,Perinçek çevresi de İttihatçıların tümünü sevmez ve onları benimsemez. Bugün "Ergenekon davasından" yargılananların kökenlerini İttihatçılara dayamak da ne ölçüde doğru bir bakış açısıdır bilemiyorum. İkisi de "darbe yaparak" iktidarı ele geçirdi, o yüzden ikisi de birbirinin devamıdır söylemi bizi şuna götürür:
Prens Sabahattin liberaldi ve darbe yapmaya çalıştı, bugünkü tüm liberaller darbecidir,cuntacıdır. Haydi bunların arasındaki ilişkiyi tespit edelim. Bu mantalite Ergenekon-İttihat mantalitesinin tam tersidir ve ikiside yanlıştır.
İlber Ortaylı'nın Osmanlı İmparatorluğu'nda Alman Nüfusu kitabı bu konuda aydınlatıcıdır.
Ergenekon örgütü ile Perinçek arasında ilişki olduğu iddiası ise bana çok uzak görünüyor. Nedeni ise şudur: Perinçek'in ideolojisi ile bağdaşmama rağmen bugüne kadar yazdığı tüm kitapları okudum. MİT Raporu'dan Çiller Özel Örgütü'ne, Çekiç Güç'ten Susurluk Tespitine kadar olayları afişe eden Doğu Perinçek'tir. Ergenekon'u yargılayacak bir savcı bul deseler ben şahsen Doğu Perinçek'i savcı olmasını isterdim. Halbuki Perinçek bugün sanık konumundadır.
Ergenekon dediğimiz olguyu da kısaca şöyle açıklayayım:
Ordu'da, Medyada ve Sermaye çevrelerindeki "Avrasyacı, ulusalcı (ülkücü değil), Kemalist ve Alevi kesimlerin tasfiye operasyonu. Zira ABD'nin think-thank kuruluşu ve CIA'nın bir kolu olan Rand Corporation bunu ayen beyan ilan ediyor.
Şefik Hüsnü ile ilgili tüm iddiları gerçek dışı buldum. Elbette herkesin bir iddiayı değerlendiriş tarzı farklıdır. Bu benim şahsi görüşüm.
Şefik Hüsnü ile ilgili şöyle bir alıntı yapayım:
Mayıs 1929'da cezasını tamamladıktan sonra resmi pasaportla tekrar yurtdışına çıktı ve Almanya'ya gitti. Berlin'de Komintern'in Batı Avrupa bürosunu yönetti. 27 Şubat 1933'te Naziler tarafından düzenlendiği düşünülen Reichstag yangını provokasyonu sonrasında Georgi Dimitrov ve Almanya'da bulunan diğer Komintern üyeleriyle birlikte tutuklandı. Altı ay sonra tahliye oldu ve bir banka kasasında bulunan Komintern arşivini Nazilerden kaçırmayı başardı.
1939 yılında Türkiye'ye dönmesine izin verildi ve I. Dünya Savaşı'ndaki rütbesiyle tabip yüzbaşı olarak 1941-1943 yılları arasında yedek askerlik yaptı. 1945 yılında Cemiyetler Kanunu'ndaki değişiklik sayesinde yasal Türkiye Emekçi Köylü Sosyalist Partisi'ni (TEKSP) kurabildi (1946). Kısa sürede 13 ilde örgütlenen ve yalnız İstanbul'da 10.000 işçiyi saflarında toplamayı başaran parti hükümet çevrelerinde rahatsızlığa yol açtı. Kuruluşundan atlı ay sonra, parti, sendika ve sol yayınların yasaklanması sürecinde TEKSP de kapatıldı. Şefik Hüsnü'nün de içinde bulunduğu 43 parti yöneticisi tutuklandı.
1950 affıyla serbest kaldı ancak 1951'de gizli TKP yöneticisi olarak yeniden tutuklandı. 5 yıl 10 ay hüküm giydi. 65 yaşını bitirmiş. olduğundan, cezası 4 yıl 2 ay ağır hapis, 1 yıl 4 ay 20 gün müddetle Manisa'da sürgün cezasına çevrildi. 1957'de tahliye edildi. 8 Nisan 1959'da Manisa'da sürgünde öldü.
Saygılar