Politika Dergisi - Erdal Sarızeybek Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Emrah ÖZDEMİR
Yardımcı Ekip: 
Atilla DEMİR

 

 

   Erdal SARIZEYBEK Kimdir?

 

   Kırşehir- Kaman doğumlu olan Erdal SARIZEYBEK 1976 yılında Kara Harp Okulu'ndan jandarma teğmen rütbesiyle mezun oldu. 1978–1996 yılları arasında jandarma teşkilatının sınır, eğitim ve iç güvenlik birliklerinde komutanlık yaptı.

   1990 yılında Fransız Jandarma Subay Okulundaki öğrenimini müteakip 92-94 yılında Şemdinli Hudut Tabur Komutanlığı görevinde bulundu.

   1996-98 yılında Paris Askeri Ataşe Yardımcılığına atanan SARIZEYBEK, 2002 yılında Türkiye'de Adli Kolluk konusunda, master yaptı. 1999-2003 arasında Van, Manisa ve Şanlıurfa'da İl Jandarma Komutanlığı görevlerinde bulundu. Sarızeybek, 2005 yılında Ankara atandığı Uzman Jandarma Öğrenci Alay Komutanlığı görevinde iken albay rütbesinde, kendi isteğiyle emekliye ayrıldı.

   Türk Silahlı Kuvvetleri Birinci Derece Gümüş Liyakat Madalyası sahibi Emekli Albay Sarızeybek, evli, iki çocuk babası olup çok iyi derecede Fransızca bilmektedir.

 

   Not: erdalsarizeybek.com.tr adresinden alınmıştır.

 

   MEDYANIN ÇARPITMALARI ve BASIN AMBARGOSU

 

   Emrah ÖZDEMİR (E.Ö): Size karşı basının uyguladığı bir ambargo olduğunu söylemiştiniz. Bunu açabilir misiniz?

Erdal SARIZEYBEK: Hepimizin medyayı iyice analiz etmesi gerekiyor. Ben kendi başıma gelenleri söyleyeyim, bu medya tarafsız mıdır, değil midir; halk kendisi karar versin. İlk olarak, biz “Ya Gazi Paşa Duyarsa” diye bir kitap yazdık. Onun içerisinde iki önemli husus vardı. Birincisi; hak etmediğime inandığım bir soruşturmaya maruz kaldım. O soruşturmayı yapan kişiler E. Org. Şener Eruygur, Levent Ersöz ve Atilla Uğur idi. Kendileri bu soruşturmayı yaptılar ve biz de yasal hakkımızı kullandık; mahkemelik olduk, mahkemeler sürdü ve ben sonunda beraat ettim. Ama devletim bana çok iyi bir eğitim verdiği, çok önemli görevlerde yer alamı sağladığı için yarın, bir gün çocuklarımız; babam neden emekliye ayrıldı diye sorarsa çocuklarımıza, torunlarımıza bir miras kalsın, başımızdan neler geçtiğini hepsi öğrensin diye yazdık. İkincisi; o dönemin TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın annesinin Manisa’daki evi bir tarikatın eline geçmişti. Ev, dershane şeklinde örgütlenmişti ve Türkiye, hatta dünya çapında rol alan insanların evleri, adresleri, kimlikleri vardı. Biz o evde arama yapmaya kalkmıştık. Mahkeme önce arama kararı verdi, sonra Arınç’ın evi olduğu öğrenilince karar iptal edildi. Dolayısı ile biz evi arayamadık, soruşturmayı da tamamlayamadık. Tabii bu beni çok etkiledi. Biz o eve Bülent Arınç’ın evi diyerek gitmedik ki… Biz bir suç soruşturması yapıyorduk; suç soruşturmasında elde ettiğimiz deliller bizi oraya götürmüştü. Sonradan müdahaleler oldu, soruşturma tamamlanamadı. Ben kitapta bunu da yazdım. Şimdi buradan medyaya geleceğim. Önce Hürriyet gazetesi… Şehriban Ogan adında bir muhabir aradı bizi, dedi ki “Efendim, biz sizin kitabınızı okuduk; bundan tefrika yapacağız.” Ben de mutlu oldum, bir emekli albay olarak bir kitap yazmışız, gazetede böyle dizi gibi yayınlanacak olması hoşumuza gitti. Ertesi sabah Hürriyet gazetesini bir aldım, manşet şu; “Emekli Albay: Telekulaklık yaptım!” (http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/haber.aspx?id=6208432&tarih=2007-03-27)  Yasadışı telefon dinlenilmesi vs. yapmışım. Benim kitabımda öyle bir şey yok ki… Ben, kitabımda bir soruşturmadan bahsediyorum, bir de Arınç’tan bahsediyorum. Bunları görmezden gelip, ‘telekulaklık yaptım’ diye manşet atıyorlar. Aradık Ogan’ı, “Hanımefendi, kitapta böyle bir şey yok, biz de telekulaklık yapmadık; yapmayız da. Biz kanunlara saygılı insanlarız. Neden böyle yaptınız?” dedik. “Efendim, ben haberimi yazdım ama manşeti İstanbul attı. Biz bir şey yapamadık.” O Hürriyet gazetesinin yetkililerine söyledim, hepsine söyledim. En son Güzin Abla’ya bile söyledim ya! Yapmayın bunu, böyle bizim gibi onurlu, şerefli insanların haysiyetiyle oynamayın; bizim gibi bir insan telekulaklık yapar mı? Niye böyle manşet atıyorsunuz? filan dedik, düzeltemedik. Arınç’tan da kimse bahsetmedi. Arkasından ben, “İhaneti Gördüm” diye bir kitap yazdım. Cumhuriyet gazetesinden Aykut Bey, kitabı okumuş, beğenmiş. Kitabın içerisinde PKK ile mücadelede yakın Türk tarihinin hem askeri, hem siyasi tarafı var. Ne tür iç ve dış politikalar, ne tür askeri stratejiler başarılı veya başarısız olmuş; bunun analizi yapıldı. Amerika’nın faaliyetleri; 1. ve 2. Körfez Savaşı yazıldı. Özal’la ilgili anılarımız vardı. Bu… Aykut Bey güzelce yazmış. Özal siyaseti, koalisyonlar siyaseti, Erdoğan siyaseti; ABD’nin uyuşturucuyla mücadele adına ajan toplaması hepsi kitapta vardı; hepsinden parça parça koymuş. Ertesi gün Sabah gazetesinde bir manşet: “Emekli Albay Şemdinli’yi Bombalamış”. Ardından Zaman, Vakit, Yeni Şafak gibi belli bir kesimdeki medya grubu “bombacı komutan” diye manşet atmış. Aradık hepsini “Biz kimseye bomba atmadık.” dedik.  Kaldı ki bizim Şemdinli’yle gönül bağımız var. Bizim o zaman 2.000 askerimiz varken, bize 5.000 terörist saldırdı. Halkla beraber; el ele, omuz omuza mücadele ettik, başardık. Onların ‘bombacı komutan’ dedikleri olay, teröristlerin Şemdinli merkezini ele geçirmek için yaptıkları eylemi durdurmak maksadıyla Şemdinli’ye geliş yollarına attığımız havanlardır ki bugün de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadelesine bakın, gerek yurtiçinde PKK’nın var olduğu yerler, gerekse yurtdışında havanlar, roketler atılıyor. Bu, askeri bir taktiktir. Teröristlerin geliş yollarına havan, roket atıp, şehre girmelerini önlüyorsunuz. Bunu yazmak yerine; Sarızeybek Şemdinli’yi bombalamış diye manşet attılar. Tabii aradık onları da. Onların hiçbirisi ne tekzip yaptı, ne düzeltme yaptı.

 

   ZEKERİYA ÖZ MESELESİ

 

   Ya Gazi Paşa Duyarsa kitabımda geçen, bir askeri soruşturma olayında benim hakkımda soruşturma yapanlar, şu anda yürütülen o büyük soruşturmayla ilgili kimisi tutuklu, kimisi aranıyor. Tabii Savcı Öz’e kim ne söylemişse -herhalde bunlar sürtüştüler, size bilgi verir dediler- Savcı Öz bizi çağırdı. Allah var; herhalde bizi de bunun içine çekecekler dedim. Öz’le konuştum. ‘Albayım sizi general yapmamışlar, haksızlık yapmışlar; bildikleriniz varsa biz hesabını sorarız’ dedi. ‘Savcı Bey, bunun davası görüleli yıllar oldu. Biz bunun kitabını yazdık. Biz beraat ettik, bütün mahkeme kararları sabit.’ dedik. ‘Bunların örgütle ilgisi var mı’ filan dedi. Dedim ki: “Ne örgütü; bir tane adam geldi. Adam dolandırıcıymış, tahsilât yapmış; yakaladık. 10 yıl hapis aldı. Bizi şikâyet etti. Bu ekip soruşturma yaptı; biz de ondan soruşturma geçirdik.”  Ama burada ne örgüt meselesi, ne bir telekulak meselesi; hiçbir şey yok. Tabii savcı ifademi almadı. Benim üzüntüm orada. Olabilir; insanlar tanık olarak çağırılabilir. Yemin eder, ne biliyorsanız anlatırsınız. Anlattırdı; fakat ifade almadı. İfade almayınca ben başıma gelecekleri anladım. Bana sorulan kişiler kim? E. Org. Şener Eruygur, E. General Levent Ersöz ve E. Albay Atilla Uğur… Ben o zaman Savcının bunlarla ilgili soruşturma yürüttüğünü ve bunları gözaltına alacağını anladım. Ama şimdi benim ifadem geçmediği, oradaki polisler de beni tanıdığı için; dedim ki, biz buradan çıkacağız, ertesi gün bunlar gözaltına alınacak, bu medya manşet atacak: Sarızeybek gitti, darbe planlarını anlattı ve bunlar da gözaltına alındı. Beni işin içine çekip, onurumuzla, şerefimizle oynayacaklar. Bütün medyaya mektup yazdık, telefon ettik. Dedik ki başımızda böyle bir iş var. Savcı Öz bizi çağırdı, ifade almadı. Yazın bunu da en azından olay duyulsun ki yarın bizi tekrar aldatmasınlar. Hiç kimse yazmadı! Ondan sonra Aydınlık dergisini aradık, onlara söyledim, sonra hemen çıktı dergide. Sonra televizyonda da bütün halkımıza açıkladım. Savcı bizden ifade almadı ve bize TSK aleyhinde ifade vermemiz için psikolojik baskı yaptı, dedim. Sanki biz bunları hiç söylemedik, sanki Aydınlık’ta bu yayımlanmadı; 3 gün sonra yine bu Vakit, Yeni Şafak, Samanyolu’nda haber: “Hilmi Özkök’ü bile dinlemişler.”* Haberde benim resmim var. Sarızeybek gitti, her şeyi Savcı Öz’e anlattı diye yazıyor. Başımıza geleceğini bildiğimiz, tedbir de aldığımız halde hiç dinlemediler. Arkasından Hürriyet gazetesinde yine Özkök’ü dinlemişler diye manşet atılmış. Yok böyle bir şey, ama medya ne yapıyor; manşeti atıyor, bu medyayı okuyan milyonlarca insanın aklında istedikleri algıyı yaratıyorlar. Ondan sonra da manşeti siliyorlar internetten. Olup, bitiyor.

 

*  Örnek haberler:

Zaman: http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=709785

Radikal: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=Detay&ArticleID=886426&Date=03.07.2008&CategoryID=78

   E.Ö: Büyük bir dezenformasyon var yani.

Erdal SARIZEYBEK: Sadece Hürriyet’in ‘Özkök’ü dinlemişler’ manşeti ve benim resmimin olduğu haberi 150.000 kişi okumuş. Ondan sonra kaldırdılar ama o saatten sonra ne yapayım? Tabii sonraki TV programlarında filan ben bu gerçekleri halkımıza anlattım. Basın ahlakı şunu gerektiriyor; doğru haber verilmeli. Sonra yazılmış kitaplar var; bu kitaplar benim. Bana hiç kimse bir şey sormuyor, kitabımdan istedikleri şekilde cümleleri çarpıtıyorlar, istediği manşeti atıyorlar. Halkı bilgilendirmek istiyorsan, o kitapları yazan benim; gel bana sor. Sormuyorlar; kendileri ne gibi bir propaganda izliyorlarsa, TSK’ye ne tür bir karalama kampanyası yürütmek istiyorlarsa o manşeti atıp geçiyorlar. Olay budur.

 

   ORGENERALE KONUŞMA YASAĞI, PKK LİDERİNE ÖRGÜTÜ İDARE ETME İMKÂNI

 

   E.Ö: Büyük resme baktığınızda Ergenekon soruşturmasını nasıl görüyorsunuz? Bu soruşturma içinde neler barındırıyor?

Erdal SARIZEYBEK: Öncelikle şunu söyleyeyim; biz bir milletiz, Türk milletinin arkasında, Atatürk’ün deyimiyle, en az 5.000 yıllık bir deneyim var. Bu tarih bizim ve bu tarihin başlangıcı Ergenekon’dur. Bu tarihi bir destan. Suç örgütü olabilir; asker de suç işleyebilir, sivil de işleyebilir, başbakan da suç işleyebilir. Ama tutup da bunu bir milletin şanlı tarihiyle özdeşleştirmek yanlıştır. Bir kere; bu tür hazırlık soruşturmalarına Ergenekon gibi bir ad verilmesi yasal değil; çünkü hazırlık soruşturmaları yıl ve sayı ile başlar. 2007 yılı 1536 numaralı soruşturma denilmesi gerekiyor. Medya bunu yazarken “İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca yürütülmekte olan 2007-1536 sayılı soruşturmada…” diye yazması gerekiyor. Ondan sonra yaz kim tutuklandıysa, ne olduysa; ama bu soruşturmanın adı Ergenekon değil. Ergenekon diye başlanılmaz. Her şeyden önce ilkokula giden çocuklarımıza saygısızlık. Ergenekon’u Türk tarih destanı diye öğreniyorlar; akşam televizyonu açıp, suç örgütü olarak görüyorlar. Çocuklarımızın aklını karıştırmaya kimsenin hakkı yok. Hem Adalet, hem Milli Eğitim Bakanlığı’nın derhal bu işe el atması lazım. Ben de düşüneceğim; gerekirse dava açacağım.

   İkinci mesele de şu. Yine bu soruşturmayla ilgili olarak, Emniyet Genel Müdürlüğü ‘ulusalcılık tehdittir’ diye kendi kayıtlarına geçti. Bu da yasal değil; çünkü devletin bekasına, Cumhuriyet rejimine, devletin bölünmez bütünlüğüne yönelik tehditleri kayda geçirilmesini yapacak Türkiye’de tek makam var: Milli Güvenlik Kurulu. MGK’nin de asker kanadı TSK’dir. Demek ki bizim ulusal güvenliğimize yönelik tehditleri belirlemek ve bunların ortadan kaldırılması için ne tür tedbirlerin alınması gerektiğini söyleme yetkisi MGK’ye ait bir yetkidir. Emniyet kendi başına ulusalcılık tehdit dedi; bunu da İstanbul’daki soruşturmaya dayanak gösterdiler. Büyük tablodan bakıyoruz ya; sırasıyla gidiyoruz, bu da yanlış.

   Şimdi gelelim siyasi otoriteye, yani hükümete. Hükümet bu soruşturmaya siyasi destek veriyor. Hükümet diyor ki; bu soruşturmanın sonuna kadar gidilecek, onların ne tür desteğe ihtiyaçları varsa hepsini karşılanacak ve bu şekilde işin sonuna kadar gidilecek. Bunun adı ne oluyor; terörle mücadele. Yani hükümet bu soruşturmaya verdiği desteği terörle mücadele adına yapıyor. Hükümetin bu soruşturmada ve terörle mücadelede tavrının ne olduğunu görebilmemiz için işte o büyük tabloya bakmamız gerekiyor. Ülkemizde 30 yıldır süregelen bir PKK terör örgütü sorunu var. 14.000 vatandaşımız şehit olmuş, 300 milyar dolarlık ulusal kaynağımız yok olmuş ve 30 yıldır Türk milleti bunun acısını çekiyor. Bir de İstanbul’da yürütülen, sözde bir terör örgütü soruşturması var. PKK terör örgütüne baktığınız zaman, bunun terör örgütü olduğuna dair mahkeme kararları var. Sözde lider hapiste. Öte yandan sözde terör örgütü dediklerinin de lideri, TSK’de kuvvet komutanlığı yapmış emekli bir orgeneral. O orgenerale konuşma yasağı var; ama İmralı’da yatan PKK’nın sözde lideri yattığı yerden örgütü idare ediyor. Üzerine kitaplar yazıldı; İmralı PKK’nın yeni karargâhı diye. Siyasi iradeye söylüyorum; siz, terör örgütünün sözde liderinin örgütü idare etmesine olanak tanıyorsunuz; öbür taraftaki emekli orgenerale sözde terör örgütü lideri diyorsunuz, onun konuşmasını yasaklıyorsunuz. PKK terör örgütüne; silah, cephane, para olanakları sağlayan bir Avrupa Birliği var. Bu örgütün bütün siyasi cephe teşkilatı; dernekleri, vakıfları, büroları orada. Oradan elde ettikleri gelirlerle silah alıyorlar, Aktütün’de gelip beni şehit ediyorlar. Bizi yöneten siyasi irade AB ile ilişkiler geliştiriyor, üye olacağız diyor; ama PKK’nın Avrupa’daki siyasi cephe teşkilatını görmezden geliyor. Öbür tarafta, bakıyorsunuz; İstanbul’da soruşturması süren sözde terör örgütünün mali kaynağı olarak, Kuddusi Okkır’a finansör diyorsunuz, adamcağız tedavi edilmediği için cezaevinde ölüyor ve parası olmadığı için bunun cenazesini belediye kaldırıyor. Bir de şunu söyleyeyim; PKK terör örgütünün Hakurk, Basyan, Avaşin, Zap kamplarında; Barzani bölgesinde silahlı olduğunu, ABD’nin buna göz yumduğunu, Barzani’nin destek verdiğini havadaki kuşlar biliyor. Siyasi irade terörle mücadele adına, bu kampları yok edecek ulusal bir harekât başlatmıyor. Öbür tarafta, sözde bir terör örgütü diyorlar; orgeneralleri, aydınları; yani adına ulusalcı dediğimiz milli davaya inanmış insanları, devletin ülkesiyle, milletiyle bölünmez bütünlüğüne inanmış insanları hapse atıyorlar. Ve siyasi irade olarak, çıkıyorlar; ben terörle mücadele ediyorum diyorlar. Buna kim inanır? Bir hükümet; ben terörle mücadele ediyorum deyip, orgeneralleri tutuklarsa, sonra PKK’yı da görmezden gelirse halk buna inanmaz. Ben inanmıyorum.

   Bir dava neden açılır; kamu vicdanını rahatlatmak için. Davada ülkenin generalleri terörist diye alınıyor; belki de teröristtiler, bilmiyorum. Bütün özel hayatları hem iddianameye girildi, hem medyada yayınlatıldı veya yayınlanmasına izin verildi. Yarın bu insanlar serbest kalırsa, kırılan onurlarını kim telafi edecek? Bunu telafi etmek mümkün mü? Kısacası; benim vicdanım rahatlamadı. Soruşturma gizli kalması gerekirken, bunun ihlali suçken, medyada her gün değişik haberler yer aldı. Gizliliği koruması gereken kim; soruşturmayı yürüten savcı. Gizlilik sağlanamıyor, suç işlenmeye devam ediliyorsa; o zaman savcının bu işte rolü nedir; ben onu sorgularım. Son olarak; terör örgütü diye dava yürütülüyor. Örgütün lideri, liderin sağ kolu vs. diye şemalar yayınlanıyor; fakat örgütün lideri denilen, şu an tutuklu bulunan iki orgeneral davanın içinde yok. Bunların üzerinden ikinci bir dava açılıyor; fakat generallerin ismi ek iddianamede yok. Yani bunu anlamak mümkün mü? Bu davaya nereden bakarsanız bakın; adil yargılanma hakkının ihlalleri ile her gün karşımıza çıkacak. Bu davadan ne karar çıkarsa çıksın; doğal olarak, Yargıtay bunu görecek. Tutuklu olanlar kendilerini savunamıyor. Yargıtay hem usülden, hem esastan bozacak. Kimse onlar yargılanmasın demiyor; fakat hem onlar üzerinden davayı sürdürüyorsunuz, hem ikinci bir soruşturma yapıyorsunuz, hem de onların yargılanma haklarını ellerinden alıyorsunuz. Samimi söylüyorum; bu büyük bir insanlık dramıdır.

 

   E.Ö: Efendim, bir takım medya belli bir siyasi kimlikte bulunanları darbeci, çeteci diye damgalıyor. Birçok insanı büyük bir korku psikolojisine büründürdüler. Bu saatten sonra toplum ve yargı nezdinde güvenli bir yargılama yapılması mümkün mü? Bu süreç sağlıklı işleyebilir mi?

Erdal SARIZEYBEK: Zaten başından beri sağlıklı işlemiyor. Hazırlık soruşturması bir bütündür. Bir suç iddiası vardı; el bombalarından yola çıkıldı, araştırıldı ve o bütünlük içerisinde soruşturma bitirilir ve yargıya teslim edilir. Daha baştan bu bütünlüğü parçaladılar. Nasıl parçaladılar; örgüt deniyor, örgütü şu an yargılıyorlar; ama örgütün lideri dediklerinize yargılanma hakkı vermiyorlar. Onlar üzerinden de soruşturmayı yürütüyorlar. Bu dava bitmez. Bunları Türk milleti olarak, nasıl telafi ederiz, bilemiyorum. Çok zor bir durum.

 

   E.Ö: Soruşturması süren davanın muhatabı bir terör örgütü müdür, değil midir bilmiyoruz; ama hâlihazırda bir terör örgütü var.

Erdal SARIZEYBEK: Dediğiniz gibi; bunu bilmiyoruz şu an. Mahkeme kararı yok çünkü. Kararın ne zaman çıkacağı belli değil. Ama bildiğimiz bir terör örgütü var. Hükümet sözcüsü çıkmış, diyor ki; “Teröristler Avrupa’da cirit atıyor.” Kardeşim, terörle mücadele ediyorsan git, yakala. Doğudaki olayları görüyorsunuz; devlet otoritesi yok. Başbakan Diyarbakır’a gidiyor; kepenkler kapalı. Halk örgütün tehdidi altında. Ve bunları görmüyorsunuz. Bu bir trajedidir.

 

   ORDUYA SALDIRMAK, DÜŞMANLA İŞBİRLİĞİ YAPMAK DEMEKTİR

 

   E.Ö:  Tersten soralım; askerimizin içinde bahsedildiği gibi bir çeteleşme var mı? Siz de Ordu’nun içinde bulundunuz.

Erdal SARIZEYBEK: Ordu, Türk milletinin ordusudur. Bunun temelinde Mehmetçik vardır, Mehmetçik Türk milletinin evladıdır. Ordu milletindir. Ordu içinde hata yapmış olan olabilir; ama bu hiçbir zaman ordu çete anlamına gelmez, gelemez. Bunu söylemek Türk tarihine ihanet etmek demektir. Türk ordusu, asla ve asla çete gözüyle görünemez. Türk ordusu, milletin ordusudur. Ve sayı olarak baktığınız zaman, Mehmetçiğin sayısı muvazzaf subay-astsubaydan fazladır. Onun için hepsi, bu vatanın evladıdır, hepsi bir bütündür. Neden bir takım medya ordumuzu böyle göstermeye çalışıyor? Bugün Türkiye’nin devleti, milleti ve ülkesiyle bölünmez bir bütün olmasına; laik, demokratik, sosyal bir hukuk devleti kimliğimize yönelik tehditleri engelleyecek en büyük güç Ordu’dur. Bu direnci yok etmek istiyorlar. Bugün Türk Ordusuna saldırmak demek, düşmanla işbirliği yapmak demektir. Düşmanla işbirliği yapmak demek de vatan hainliği demektir; olaya böyle bakmak lazım.

 

   ORDUNUN ELİNİ, KOLUNU BAĞLAYAN KİM?

 

   E.Ö: Yani eleştiri yaparken lafın nereye gideceğini de bilmeleri gerekiyor.

Erdal SARIZEYBEK: Tabii bileceksin. Sen, bir gazete olarak Dağlıca baskının taktik yönü üzerinden Türk ordusuna saldırmaya kalkarken; ama hükümetin stratejik hatalarını görmezden gelirsen senin taraflı bir gazete olduğunu herkes söyler; çünkü Dağlıca ya da Aktütün’deki stratejik yanlışlık, hükümetin uyguladığı politikadan meydana gelmektedir. Basit bir örnek vereyim; 17 Ekim’de TBMM Irak’a harekat yapılması için hükümete yetki verdi. Hükümet, Dağlıca’nın da Aktütün’ün de diğer karakollarımızın da hemen güneyindeki PKK kamplarında sayıları 3.000’i bulan teröristin olduğunu biliyordu. Eğer ki 17 Ekim günü, kapsamlı bir sınır ötesi harekâta destek verseydi 21 Ekim’de Dağlıca basılmayacaktı. Mesele bu kadar basit. Baskın oldu, yetkiyi yine Orduya vermedi. Bunun hesabını kimse sormuyor siyasete; ama Dağlıca’da şehit verdiğimiz zaman, gazeteler Orduya saldırıyor. Niye saldırıyorsun kardeşim? Ordunun elini, kolunu bağlayan kim; sen ona bak. Hükümet olarak, tehdidin orada olduğunu bilmene rağmen, yetkiyi neden orduna vermiyorsun, neden harekâtı desteklemiyorsun? Neden terör örgütünün Avrupa’daki kollarını çökertmiyorsun, neden DTP’nin yaptığı örgütsel faaliyetlere göz yumuyorsun ve bunları gazetelerde yazmıyorsun? Dolayısıyla bu açıdan bakarsak, bir takım medya ulusal güvenliğimizi tehdit eder hale gelmiştir; tıpkı teröristler gibi. Günü geldiğinde, bu medyanın yaptığı da devlet tarafından sorulacaktır.

 

   İŞBİRLİKÇİ MEDYA

 

   E.Ö: Hükümetle bir takım medyanın eşzamanlı çalıştığına yönelik izlenimler var. Türkiye’nin ulusal çıkarına aykırı bir durum oluyor, aynı anda Ergenekon’la ilgili bir haber yayınlanıyor. Katılır mısınız?

Erdal SARIZEYBEK: Evet, gündem değiştiriliyor. Vallahi, ulusal medyanın büyük bir kısmı, ulusal niteliğini yitirdi. Ben onlara ‘işbirlikçi medya’ diyorum. Kendi yaşantımdan örneklerini de röportajın başında verdim. Bütün sözlerimin de arkasındayım. Orgeneralimizi eli kelepçeli haliyle, terörist diye manşetine taşıyan bir medya, 74 askerimin katili ve PKK’nın 2 numaralı ismi Osman Öcalan’ı ‘peşmerge damadı’ olarak gazeteye taşıyorsa ben o medyaya güvenmem. Ulusal medya da demem; ancak ‘işbirlikçi medya’ derim.

 

   TERÖRE KÜRT SORUNU DEDİLER, OLAYLAR ALEVLENDİ

 

   E.Ö: Biraz önce Başbakan’ın Diyarbakır gezisine vurgu yaptınız. Hükümet de terörle mücadele ettiğini ifade ediyor.

Erdal SARIZEYBEK: Bakın, bu hükümet 3 Kasım 2002’de seçildi, tek başına iktidar oldu. 2002’ye kadar örgütün kuruluşu üzerinden 24 yıl geçmiş. Yani, 24 yıllık süregelen terörle mücadele olayı var. Diyelim ki biz, 1984-1992 arası örgütü tanımıyorduk. Teröristlerin kim olduğunu, silahların nereden alındığını bilmiyorduk. 1992’den 2002’ye gelen süreçte, ummadığımız anda, sayıca büyük bir terörist grubuyla karşılaştık ki bu teröristleri etkisiz hale getirmek birkaç yılı aldı. Çok şiddetli çatışmalar oldu o bölgelerde. Dolayısı ile 1992’de sayıları 20.000’i aşkın terörist grubunun 2002’ye geldiğimizde sayıları 1.500-2.000 arasındaydı. 2002 yılında örgütün sözde lideri hapisteydi. Avrupa’daki siyasi cephe ortaya çıkarılmıştı. Irak’taki kampları ortaya çıkarılmıştı. Silahları, arşivleri, para kasaları; hepsi ortaya çıkarılmıştı. Hükümetin yapacağı bir tek şey vardı; bir terörle mücadele stratejisini ortaya koyup, bu örgütü tarihten silecekti yani. 1 yılda! Yapmadı. Siyasi çözüm dedi, teröre Kürt sorunu dedi; olayların daha çok alevlenmesine yol açtı.

 

   IRAK’TA ÖLDÜRÜLEN 1,5 MİLYON İNSAN MÜSLÜMAN DEĞİL MİYDİ?

 

   E.Ö: Sayın Başbakan ve hükümet, özellikle bu sıralar, teröre karşı sert mesajlar veriyor. Geçmişe biraz döndüğümüzde ise Başbakanımız Büyük Ortadoğu Projesi’nin eşbaşkanı olduğunu söylemişti. BOP’un  Türkiye’nin de dâhil edildiği büyük bir sınır değişikliği operasyonunu içine aldığı daha önceden bildirilmişti. Sayın Başbakan ikili mi davranıyor, yoksa bilmediğimiz bir şeyler mi var?

Erdal SARIZEYBEK: Biz devletiz; eğer başımızda bir Türk hükümeti varsa, onun çıkıp önce bize şu Büyük Ortadoğu Projesi nedir, söylemesi lazım. Bakın, aradan yıllar geçti. Kendileri televizyona çıktı, dedi ki “Biz bu projenin eşbaşkanlarından biriyiz.” Bu sözlerden sonra haritalar yayınlandı. Oralara baktığımızda, karşımıza vatan topraklarımızı parçalayan büyük bir Ermenistan, büyük bir Kürdistan haritaları çıktı. Ve bu haritalara karşı da hükümetten sert bir tepki görmedik. Ondan sonra, terör Kürt sorunudur demekle, PKK terör örgütünü siyasete çekti. Halen de bu, ülkemizde devam ediyor. Bu politikayla bu hükümetin terörle mücadele etmesi mümkün değil; çünkü PKK terör örgütü Türkiye için bir tehdit değil. Önemli olan PKK’nın arkasındaki küresel politikayı görmektir. O da BOP. Onun yanında, ABD Başkanı diyor ki “Haçlı seferi başlamıştır.” Haçlı seferinin 1.000 yıl önceki amacı neydi? İşte bu Avrupalılar Haçlı seferini kurmuştu; birinci görevleri Türkleri Anadolu’dan kovmak, ikinci görevleri kutsal toprakları ele geçirmekti. Kutsal toprakları İsrail devletini kurarak ele geçirdiler. Kudüs’ü işgal ettiler, Mescid-i Aksa’yı da ele geçirdiler. Altında da şimdi kazı yapıyorlar; Allah bilir, orası da yıkılır. Peki, o cami, bizim kutsal camimiz değil mi? O topraklar bizim için de kutsal değil mi? Niye karşı tepki göstermiyoruz? Ön planda tutulması gereken Müslümanlıksa, Irak’ta öldürülen 1,5 milyon insan Müslüman değil miydi? Filistin’de öldürülen çocuklar Müslüman değil miydi; niye hükümet tepki koymuyor? O zaman bu tabloya baktığımız zaman, şu anda Türkiye’nin ulusal güvenliğinin tehlike altında olduğunu görüyorsunuz. Devletin; ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünün tehlike altında olduğunu görüyorsunuz. Eğer ki bu hükümet Türk hükümetiyse, bu gerçeği şimdiye kadar görmediyse işte biz söylüyoruz. Hepsini yaşadık biz. Adım atacak, adım! Öyle koordinasyon, işbirliği, Barzani’yle görüşme, ABD ile görüşme; bunları yıllar önce yaptık biz. Görüşmelerden bir sonuç çıkmıyor artık. Ve her geçen gün güvenliğimiz tehlikeye düşüyor. Adım da nedir; o adım, Diyarbakır’a gidip ben devletim demekten geçer. Irak’a kapsamlı harekât yapmaktan, PKK’nın siyasi kanadını çökertmekten ve siyasi kanadı DTP’ye yasaları uygulamaktan geçer. Bunları yapmadıktan sonra kimse size inanmaz.

 

   SEVR ANLAŞMASI’NIN OLDUĞU DÖNEMDEYİZ

 

   Büyük Ortadoğu Projesi; Türkiye’yi yükseltmek, yüceltmek mi demek; yoksa Türkiye’yi parçalamak mı demek? Açıklayın Başbakanım diyorum, söylemiyor; ama öbür yanda Barzani, ABD Kürdistan haritaları yayınlıyor. Buna da kimsenin sesi çıkmıyor. Ne iş bu ya? Aynı Sevr Anlaşması’nın olduğu dönemdeyiz. Amerikalılar, Avrupalılar, Barzani haritaya oturmuş Türkiye’yi paylaşıyor. Şu anki durumumuz bu. Bankaların yüzde 60’ı, finans yatırımlarının 1/3’ü yabancılara gitmiş. Halkın, yani bizim, bu hükümet geldiğinde 4 milyar dolar kredi kartı borcumuz varken, şimdi 74 milyar dolar borçluyuz. Kendi durumunuza bakın; hepimiz borçluyuz, işsizlik almış başını gidiyor. Eğitimin kalitesi düşmüş; artık üniversite mezunu lise mezunu duruma geldi. Bu sorunları çözmek varken, siyaseten kendi kendimizi yiyoruz. Bir millet kendi kendini ancak bu şekilde yok edebilir. Başka türlü yok edilmeyiz.

 

   DSP-MHP-ANAP HÜKÜMETİ DE YETERİNCE MÜCADELE ETMEDİ

 

   E.Ö: 1999-2002 yılları arasında görev yapan DSP-MHP-ANAP hükümetinin de hataları var mı bu sorunda?

Erdal SARIZEYBEK: 1999’da örgüt başı yakalandığı zaman, bu örgütün çözülmesi gerekiyordu; fakat onlar da bir strateji belirleyip, örgüt başının ifadelerinden yola çıkarak bir terörle mücadele olayını başlatmadılar. Yani, Bölücübaşı, örgütün İsviçre’deki kasasını söyledi; o kasayı ele geçirmediler. Örgütün arşivini söyledi; arşivleri bulamadılar. Örgütün Irak’taki kamplarını, örgüte diğer yabancı ülkelerden verilen destekleri söyledi; o ülkelere karşı dış politika geliştirilemedi. Ne yaptı bu koalisyon hükümeti; AB’ye uyum süreci adı altında, bir anayasa değişikliğine gitti ve günler bölücübaşının yargılanmasıyla geçildi. Hâlbuki biz devletiz; mademki karşımızda ağır bir tehdit var, tehdidi de yok olma noktasına getirdik; bir yandan yargılama sürecini devam ettirirken, bir yandan da örgütün Avrupa’daki, Türkiye’deki ve Irak’taki altyapısını çökertmeliydik. O açıdan yeterince mücadele olmadı işte.

 

   E.Ö: Bir gaflet var diyebiliriz o zaman.

Erdal SARIZEYBEK: Vallahi, bu gafleti ve ihaneti anlatmak zor. Devlet adamının hata yapmaya şansı yok bence; çünkü bir milletin kaderini yönetiyorlar. O halde bizi yönetecek insanları seçerken, bundan böyle, hata yapmayacak insanlar seçeceğiz.

 

   DAĞA ÇIKIŞ SÜRECİNİ DURDURMALIYIZ

 

   E.Ö: Albayım, bir TV programında terörle ilgili bir şema çizdiniz. Örgütün kasasından, siyasi ve askeri güç aldığı yerlerden bahsettiniz. Bir de örgütün halk içinde nasıl güç kazandığını belirttiniz. Türkiye’nin izlemesi gereken öncelikli strateji hangisi olmalıdır?

Erdal SARIZEYBEK: Terörle mücadele bir bütündür. Biz 30 yıldır dağda teröristle mücadele ediyoruz. Biz terörizmin Avrupa’daki, Irak’taki ve diğer ülkelerdeki yapılanmasını hiç gündeme taşımadık. Para kasası, arşiv, yabancı istihbaratlardan gelen desteklere karşı hiç dış politika ortaya koyamadık. Yani, Türkiye’nin  PKK terör örgütünü yok etmek için ulusal bir politikası, bana sorarsanız hiç olmadı; çünkü her hükümet döneminde bu örgüt yaşadı. Avrupa’da da, Irak’ta da, Yunanistan’da da, Rum Kesimi’nde de, Rusya’da da yaşadı. Her hükümet döneminde yaşadı; ama dağdaki teröristle mücadele hiç bitmedi. 32.000 tane teröristi etkisiz hale getirmişiz. Ama hiç kimse çıkıp sormadı; kimdir bu 32.000 terörist diye. Teröristlerin de bu vatan toprağında yaşadığının farkına hiç kimse varmadı. Yani ‘dağa çıkış süreci’ olarak adlandırdığımız bu süreci kesmek için, siyasiler hiç tedbir almadı. Bir yandan insanlar dağa çıktı, bir yandan diğerleri çatışmalarda etkisiz hale getirildi. Terörle mücadele Türkiye’nin ulusal bir davasıdır. Dağda teröristle mücadele edeceksiniz; ama dağa çıkış sürecini durduracak tedbir de alacaksınız.

 

   TERÖR-KAÇAK-AŞİRET

 

   O zaman akla şu soru geliyor; dağa insanlar neden çıkıyor? Tabii yıllardır süren, sınırlarda kaçakçılık sorunu var. Sınırlarımız sağlıklı olarak korunamıyor, asker gücüyle o dağlık arazinin korunması zaten mümkün değil. Sınırların korunamayışından kaçakçılar istifade ediyor. Kaçakçılığa baktığınız zaman; bölgedeki aşiret yapısının kaçakçılığı idare ettiğini görüyorsunuz. Sonradan terör çıkınca, kaçakçılıkla terörün buluştuğunu görüyorsunuz. Terörden kaçak, kaçaktan aşiret, aşiretten siyasete geliyor iş. Bir aşiret lideri diyor ki 30.000 oyum var. 30.000 oyum var diyen aşirete siyaset yanaşıyor. Aşiret üzerinden siyaset yaptığınız zaman, doğal olarak kaçakçılığa tedbir alamıyorsunuz. Onla da bağlantılı olarak, teröre karşı etkin tedbir alamıyorsunuz. Tabii aşiretin 30.000 oyum var demesiyle 30.000 özgür insanın tercihlerinin ipotek altına alınmış olduğunu görüyorsunuz. Hükümet çıkıyor; demokrasi, insan hakları diyor. O insanların hakları, iradesi nerede? Bu yapının üzerine; işsizlik, cehalet, yoksulluk, aşırı nüfus, göçleri koyduğunuz zaman, bizim ülkemizde kafası bozulan dağa çıkıyor artık. Bu yapının ortadan kaldırılması gerekiyor.

 

   AKP’DE KAÇAKÇILIK YAPAN AŞİRET TEMSİLCİSİ VAR

 

   E.Ö: Siyasiler buna sadece oy alabilmek için mi göz yumuyor?

Erdal SARIZEYBEK: Tabii, tabii iktidar olabilmek için. Şu anki Meclisin yapısına bakın; Zeydan aşiretinin temsilcisi AK Parti’dedir. Geylani aşiretinin temsilcisi de AK Parti’dedir. Bu iki aşiretin Şemdinli’de, Yüksekova’daki kaçakçılık ilişkisine bakın. Yine bu iki aşiretin terörle bağına bakın. Ben biliyorum, bir tanesinin oğlu PKK’da üst düzey yöneticiydi. Şimdi bunlar da milletvekili. Yani aşiret-kaçak-terör bağını çözmeden, en başında da devlet otoritesini sağlamadan bu işi çözmek mümkün değil. Her şey güvenlikten, devlet, otoritesinden geçiyor. Oradaki insanlar diyecek ki ‘benim devletim var’. Bir şey olduğu zaman devletim beni koruyacak diyecek. Başbakan Diyarbakır’daki halkı teröristten koruyamıyor. Tehditle PKK bütün kepenkleri kapattırdı ve Başbakanım açtıramadı. Otorite sağlanamazsa, PKK gibi örgütler de bu otoriteyi paylaşır.

 

   GOFRETLE OLACAK İŞ DEĞİL

 

   E.Ö: Efendim, devlet otoritesini gösteremiyoruz; ayrıca sanırım devletin sevgisini, halka yakınlığını da yansıtamıyoruz. Sizin ‘vasiyet’ olarak açıkladığınız, bizim de çok etkilendiğimiz duygusal bir konuşma vardı. Her hükümet çeşitli adlarla bir şeyler yapacağını bildirirken, bu yakınlaşma neden olmuyor?

Erdal SARIZEYBEK: Şimdi bakın, 30 sene önce karakola veya köye saldırı olduğu zaman bizim devletimizi yönetenler gider, köydeki çocuklara şeker dağıtırdı. Terörle mücadelede aradan 30 yıl geçmiş, Aktütün Karakolu basılıyor; ülkenin kaymakamı gidiyor, köydeki çocuklara gofret dağıtıyor. Artık bu, gofretle mofretle olacak iş değil. Devlet farklı bir şeydir; devlet sevgidir, güçtür, otoritedir, gerektiğinde cezadır. Türkiye’nin her tarafında ekonomi, eğitim, sağlık gibi sorunlar olduğu gibi, Doğuda da bu sorunlar var. Şeyh Edebali’nin çok güzel bir sözü var; “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın.” Ülkemizde insanlar ölüyor; insanlar ölürken devletin yaşaması da zor olur. Onun için, tehdit doğrudan doğruya devletin varlığına geliyor. Ama çaresiz miyiz; değiliz. Türkiye’nin bu sorunları aşacak gücü var. PKK terör örgütünü yok edecek gücü de var, Doğuda güvenliği sağlayacak gücü de var. Böylesine güçlü bir devleti yönetecek güçlü insanlar bulursak ve kendine “ne mutlu Türküm” diyen insanlar bulursak bu sorunların hepsinin üstesinden geliriz.

 

   KAPSAMLI IRAK HAREKÂTI BAŞLASIN, SİYASİ CEPHE ÇÖKERTİLSİN; SORUNLARIN ÇOĞU HALLOLUR

 

   E.Ö: Şimdi biraz da yapılması gerekenlere bakalım. Devletin halka bir şekilde ulaşması gerekiyor; ama bu hangi yolla olacak? Bölgesel çözümler mi etkili olur?

 

Erdal SARIZEYBEK: Yok, yok. Ben bir programda da söylemiştim, beni Şemdinli’ye gömün diye. Halkın istediği tek şey; devleti görmek. Bu işin trajedisi şuarada yatıyor; o zamanlar vatandaşa biz devletiz, bizim çözmeyeceğimiz sorun yok demiştim. Devleti yönetenler, o zamanlar Özal siyaseti vardı. Özal siyaseti, özellikle dış politikada bu yolu izlemedi. Bizi hep tehlikelerle karşı karşıya bıraktı. Vatandaşın şu an devlete güveni zayıf. Devlet en azından beni koruyamıyor diyor. Zaten bu güven eksikliği olduğu içindir ki PKK terör örgütü, DTP siyasi kanadıyla Doğuda otorite olmaya çalışıyor. O halde yapılacak ilk iş; çıkacaksınız Doğuya ben devletim diyeceksiniz. Benim dışımda hiçbir güç, hiçbir otorite olamaz diyeceksiniz. Var olursa hepsinin ayağını kırarım diyeceksiniz. Öncelikle halk sizin devlet olduğunuzu görecek. Ardından, özellikle Doğu bölgemizde yaşayan halk, teröristlerin Irak’ta olduğunu biliyor. Eğer biz devletsek buna göz yummamalıyız. Bunun da anlamı, kapsamlı bir sınır ötesi harekâttan geçer. Halk Barzani’nin de PKK ile işbirliği yaptığını biliyor. Eğer siz, Diyarbakır’a gidip ben devletim diyorsanız, Barzani’ye karşı harekâtı da başlatmanız gerekiyor. Halk PKK’nın Avrupa’daki gurbetçilerden haraç aldığını da biliyor. Ben devletim diyorsanız, Avrupa’daki siyasi cepheyi de çökertmeniz gerekiyor. Bunları da yaparken 30 yıllık süreçte terörden doğan yaralarımızı da sarmamız gerekiyor. Ben devletim, yaralarınızı sarmaya geldim diyeceksiniz. Bunu deyin; sorunları yarı yarıya çözersiniz. Irak harekâtını başlatın, siyasi cephe teşkilatını çökertin; sorunların çoğunu halletmiş olursunuz. Ondan sonra, kendi içimizde yaralarımızı sararız.

 

   BARZANİ TEHDİTTİR

 

   E.Ö: Kapsamlı sınır ötesi operasyonu Barzani’yle çatışmayı da içine alıyor mu?

Erdal SARIZEYBEK: Tabii ki… Bir ilan edilmesi kalan, Barzani’nin kurduğu Kürt devleti Türkiye Cumhuriyeti’nin; devletiyle, milletiyle bölünmez bütünlüğüne bir tehditse ki, bir tehdit; Barzani’ye gereken dersi vereceksiniz. Bunu Genelkurmay Başkanı 2007’de açıkladı. Ders vermezseniz kendi ülkemiz tehlikeye girer. Biz Barzani yüzünden kendi ülkemizi niye tehlikeye atacağız? Sonra, Barzani kimdir? Barzani Iraklı bir vatandaştır, Irak Amerika’nın işgali altındadır. İşgal altındaki toprakta yaşayan bir vatandaş, işgalci güçlerle işbirliği yaparsa bunun adı hukuk dilinde ‘vatana ihanet’tir. Yani Barzani, Türk hukuku açısından, vatana ihanet suçunu işlemiş Iraklı bir vatandaştır. Biz onla ne görüşeceğiz? Barzani, eğer bu oluşumda Amerika’nın desteğiyle Türkiye’ye bir tehditse ki, tehdit; tehdit yok edilmeden Türk milleti huzur içinde yaşayamaz.

 

   KIŞ AYLARINDA HAREKÂT O KADAR YAPILABİLİRDİ

 

   E.Ö: Geçen yılki sınır ötesi operasyonun bitmesi üzerine, başta Sayın Deniz Baykal olmak üzere, muhalefet erken dönüldüğü gerekçesiyle hükümete ve orduya eleştiride bulundular. Ordunun geri dönmesinde, sizce kendi kararı mı, yoksa hükümetin veya başka etkenlerin baskısı mı etkili oldu?

Erdal SARIZEYBEK: Kış aylarında o harekât, ancak o kadar yapılabilir. Harekâtın resimlerini Genelkurmay’ın sitesinden gördünüz. Hedef olarak seçilmiş Zap bölgesi vardı, Zap’ta da yaklaşık 300 terörist vardı, zaten bunların 240 tanesi etkisiz hale getirildi, kalanları da Barzani’ye kaçtı. Yani TSK Zap’a yönelik bir harekâtı düzenledi ve o kış şartlarında harekâtı bitirdi. Bizim asıl sorgulamamız gereken; Zap harekâtından sonra Nisan ayına geldik; bütün teröristler o bölgedeydi. Neden kapsamlı bir sınır ötesi harekât yapılmadı; Amerika mı izin vermedi, hükümet mi destek vermedi; bunun sorgulanması ve açıklığa kavuşması lazım.

 

   E.Ö: Türkiye’nin Irak’ın kuzeyi ile silahlı mücadelenin yanında, kültürel bağları var. Oradaki Türkmen varlığını bile koruyamıyoruz.

Erdal SARIZEYBEK: Kerkük’ü işgal etti. 2002’deki koalisyon hükümeti zamanında Kerkük’ün durumu neydi; Barzani Kerkük’ü işgal ederse savaş sebebiydi. Aradan 6 ay geçti, Tayyip Erdoğan hükümeti geldi, Barzani Kerkük’ü işgal etti; Türkiye hiçbir tepki koymadı. Şu an Kerkük işgal altında. Hani milli menfaatlerimiz?

 

   PKK ÖRGÜTSEL BİR MESELE DEĞİL, KÜRESEL BİR TEHDİTTİR

 

   E.Ö: Bazı cepheler, PKK’yı Kürtler ile birlikte değerlendiriyor. PKK kendisine özgü bir olay mıdır? PKK’yı Kürtlerin ezilmesine bağlayan kesimler de var. Hangi doğrultuda değerlendirmeliyiz?

Erdal SARIZEYBEK: Atatürk’ün bir sözü var; “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk milleti denir.” Atatürk’ün bu sözünün içerisinde her şey açık ve net; fakat etnik köken ve dinsel mezhep temelinde yapılan siyaset kime yarıyor? Ona bakmak lazım. 1980’lerde İsrail, yaşam stratejisini açıkladı. Oded Yinon isimli bir Yahudi, Kivunim isimli dergide bu stratejiyi yazdı. Diyor ki ‘İsrail’in Körfez’de yaşayabilmesi için, bölge ülkelerini etnik köken ve dinî mezhep temelinde parçalayacaktır.’ Onlar parçalanmadan İsrail yaşayamaz diyor. İsrail’in bu stratejisine baktığınız zaman, Türkiye’de her kim, etnik köken ve dinî mezhep temelinde siyaset yapıyorsa İsrail’e hizmet ediyor demektir. Birinci anlamı bu. İkinci anlamı; PKK’ya baktığınız zaman, PKK’yı tek başına bir terör örgütü olarak düşünürseniz, baştan hataya düşmüş olursunuz. Neden? PKK’nın öncesi var; ASALA. 1974-84 arasında Ermeni terör örgütü ASALA birçok diplomatımızı öldürdü. Ve bir Ermeni meselesi olarak dünya siyasetine taşındı; fakat bu siyasetin arkasında Ermenistan devleti olduğu için, cinayetler durdu ve bu mesele Ermenistan tarafından, görüyorsunuz; Avrupa’da, Amerika’da kararlar çıkıyor, yasalar çıkıyor, anıtlar dikiliyor. Ermeni Soykırımı adı altında bir siyaset Türklere baskı altında yürütülüyor. ASALA bitiyor; PKK çıkıyor. PKK ne siyaseti güdüyor; PKK cinayetler üzerinden (PKK 14.000 insan öldürdü.) sözde bir Kürt meselesini varmış gibi, dünya siyasetine taşıdı. Ermeni ve Kürt meselesine baktığımız zaman, Ermeni meselesini takip eden bir Ermeni devleti var; fakat Kürt meselesini şu an takip edecek bir Kürt devleti yok. Sorun orada çıkıyor. Meseleyi yarattılar, dünya siyasetine çektiler; ama Kürt devleti olmayınca o siyaseti güdecek devlet yok. AB, ABD Barzani’ye destek veriyor, Kürt devletinin altyapısını da kurdular. Bir tek ilanı kaldı. Şu an yapılan kavga Öcalan’la Barzani arasındaki liderlik kavgasıdır. DTP’nin yaptığı iş, AB’nin Bizans oyununa alet olmaktır. AB, DTP üzerinden Öcalan çizgisindeki siyaseti destekliyor, ABD ve İsrail, hükümet üzerinden Barzani siyasetini destekliyor. Şu an bu iki siyaset çatışıyor. Yani masaya oturmuşlar, haritalarda ülkemizi paylaşmışlar; liderini yaratmaya çalışıyorlar. Eğer Barzani siyaseti kazanırsa hükümet ve İsrail tarafı güçlü çıkacak, Öcalan siyaseti kazanırsa Avrupalı dostlarımız yeni bir strateji daha ortaya koyacaklar. Bunu artık örgütsel bir mesele olarak değil; ulusal güvenliğimize yönelik küresel bir tehdit olarak görmemiz gerekiyor. Küresel tehditleri engelleyecek bir politika ortaya koyamazsak, PKK’yı yok etsek bile başka bir örgüt çıkar. Bu hiç bitmez!

 

   E.Ö: Kod Adı Yahuda kitabınızda da belirttiğiniz üzere, olayların arkasında İsrail gücü var. ABD zaten orada işgalci güç. AB ülkelerinden de teröre yapılan yardımlar biliniyor. Türkiye’nin böyle bir uluslararası mücadeleye girecek gücü var mı sizce?

Erdal SARIZEYBEK: Türkiye’nin gücü büyük. Bakın biz 70 milyon insanız. Yer altı kaynaklarımız, yer üstü kaynaklarımız, eğitilmiş insan gücümüz, çok güçlü bir ordumuz var. Alın bunu 1919’a getirin. Kurtuluş Savaşı’nda bu güçler yoktu, ordumuz bile dağıtılmıştı, halkımız fakirdi, nüfusumuz azdı. Dünyanın bütün devlerine karşı savaştık biz; İtalyanlara, İngilizlere, Fransızlara, Ruslara… Ve bu vatanı yarattık. Şimdi tehdit nedir; tehdit, siyasette. Türkiye’yi yönetenler, gücümüze uygun bir politika izlemediği için bu durumu düşüyoruz. Yoksa her türlü gücümüz var; ama siyaset bu gücü yönetemiyor, kullanamıyor. Yönetemediği için de tehditler her geçen gün artıyor. Mesele budur!

 

   HEPAR’I DESTEKLİYORUM; AMA ÜYE DEĞİLİM

 

   E.Ö: Pamukoğlu’nun lideri olduğu Hak ve Eşitlik Partisi’ne girmeyi düşünüyor musunuz?

Erdal SARIZEYBEK: Destekliyorum; ama üye değilim. Siyasetçi değilim ki… Halk beni şu anda kendinden görüyor, zaten onların bir evladıyım ve hiçbir siyasi parti adına değil, millet adına konuşuyorum.

 

   GENÇLERE BÜYÜK GÖREV DÜŞÜYOR

 

   E.Ö: Efendim, biz gençlerin kurduğu bir dergiyiz. Günümüz toplumunda gençlerin olaylara ilgisizliğini vs. görüyoruz. Son söz olarak, gençlere neler söylemek istersiniz?

Erdal SARIZEYBEK: Söyleyeceğim şu; bugün çok açıklıkla ifade ediyorum, Türk milletinin birliği ve beraberliği, Türk devletinin milletiyle bölünmez bütünlüğü tehlike altındadır. Mustafa Kemal’in Amasya’ya gittiği zaman, Amasya Tamimi’nden önce halkla yaptığı bir konuşma vardır, orada söylüyor; “Vatanın bütünlüğü ve milletin istiklali tehlikededir, mevcut hükümet görevini yerine getirememektedir; yabancıların güdümüne girmiştir.” Gençliğe Hitabe’de de Cumhuriyeti koruma görevi vermiştir. Daha sonra “Cumhuriyeti biz kurduk, onu koruyacak ve yükseltecek olan sizlersiniz” demiştir. Peki, ülkemiz böylesine büyük bir tehdit altındayken, gençliğin kendisine görev addedip yapacağı hiçbir şey yok mudur? En azından halkımızı bilinçlendirmek, tehlikenin varlığından haberdar etmek, diğer üniversitelerle işbirliğine giderek vatanın tehlikede olduğunu ve buna karşı ne gibi önlemler alınması gerektiği konusunda hükümeti uyarmak için mutlak suretle yapacağı bir şeyler olduğunu düşünüyorum. Millet, kendi kurtuluşunu yine, kendi azim ve iradesiyle ortaya koyacaktır. Millet ve gençlik tehlikeyi görüyorsa; bizi yönetenlere seslerini duyuracaklardır. Söyleyeceğim budur.

 

E.Ö: Teşekkür ederiz.

Erdal SARIZEYBEK: Sağ olun.

iletisim@politikadergisi.com

 

 

 

 

Bu röportaj, Politika Dergisi Sayı 9’da yer almıştır. Tüm fazladan özellikleri ile özgün sayıyı indirmenizi öneririz. Sayı 9’u indirmek için buraya tıklayınız. 

 

Yorumlar

Sarızeybek siyasete

Sarızeybek siyasete girmelidir.
Osman Pamukoğlu Paşa partiyi kapatıp, CHP'ye katılmalıdır. Türkiye'de ulusal birlik oluşturulmalıdır. Bu atılıtım yapılırsa karşısıda kimse duramaz.

CHP+MHP+İP+HEPAR+HYP+vd...

bu ortaklık genel başkanlık düzeyini aşıp Ulusalcı Halkçı bir birliğe gider...

olur mu? neden olmasın? bu gün olmassa yarın...

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.