Politika Dergisi - Mehmet Cevdet Selvi Mülakatı

Yazıcı-dostu sürümSend by emailPDF
PD Roportaj Ekibi: 
Emrah ÖZDEMİR
PD Roportaj Ekibi: 
Gökhan DAĞ

    Mehmet Cevdet Selvi Kimdir?

   20 Mart 1943 ‘de Eskişehir’de doğdu.

   Yüksek Tekniker Okulu Makine Bölümünü bitirdi.

   Eskişehir Hava İkmal Merkezi Tayyare fabrikasında ve Türkiye Gübre Sanayi Kütahya fabrikasında çalıştı.

   1963 Harp-İş Sendikası Yönetim Kurulu Üyeliği,

   1971 Petrol-İş Kütahya Şube Başkanlığı,

   1972 Petrol-İş Genel Teşkilatlanma Sekreterliği,

   1978 Petrol-İş Genel Başkanlığı görevlerine seçildi.

   CHP’de Genel Sekreter Yardımcılığı, Genel Sekreterlik, Genel Başkan Yardımcılığı görevlerinde bulundu.

18. Dönem Eskişehir Milletvekilliği,

20. Dönem İstanbul Milletvekilliği

22. Dönem Eskişehir Milletvekilliği

23. Dönem Kocaeli Milletvekilliği

   Halen CHP Genel Başkan Yardımcılığı görevini yürüten Selvi evli ve 3 çocuk babası.

(Not:http://www.tbmm.info/mehmetcevdetselvi adresinden alınmıştır.)

 

   Mehmet Cevdet Selvi Mülakatı

 

   AKP, KENDİSİNE OY VERENLERE SIRTINI DÖNÜP; GLOBAL EMPERYALİZMİN EMRİNE GİRDİ

   Gökhan DAĞ (G.D): Uzun yıllar siyasetin içerisinde olan bir insansınız. Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içerisinde de önemli mevkilere geldiniz. Bu siyasi tecrübelerinize dayanarak, son yıllarda gözden kaçmayan AK Parti ve yargı arasındaki uyuşmazlığı nasıl yorumluyorsunuz? Bu uyuşmazlığın Türkiye genel siyasetine etkileri neler olabilir?

   M. Cevdet SELVİ: AK Parti’yle, daha doğrusu AKP ile, özellikle başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve yakın çevresiyle yargının sürtüşmesi ve kavgası Türkiye için büyük bir talihsizlik olmuştur. Türkiye'nin kamu kurumlarına güvenini sarsar hale gelmiştir. Zaten bunalım içinde bulunan halk, bu kavgalar nedeniyle daha fazla kaygıya ve karamsarlığa sürüklenmiştir. Bu, sadece yargıyla AKP’nin ve Tayyip Erdoğan’ın kavgası olarak görülemez. Altı yıldan beri Cumhuriyetin tüm kurumlarına, Cumhuriyetin kazanımlarına karşı bir mücadele vardı. Hatta Türkiye için bir şans sayılan tek parti iktidarı, Türkiye’de ona oy veren emekçilerin, emeğiyle geçinen esnafın, çiftçinin, işçinin, memurun, emeklinin ve özellikle okumuş 500.000’i aşkın üniversite mezunu gencin ve işsizlerimizin umutla oy verdiği ve bir çözüm beklediği dönemi o elindeki 2/3 Meclis çoğunluğuyla her istediğini yasal ve anayasal çerçeve içinde yapabilme imkânına rağmen, onları olduğu gibi bıraktı. AB’ye, IMF’ye, Dünya Bankası’na, Dünya Ticaret Örgütü’ne; daha doğrusu global emperyalizmin emrine kendini teslim etti, işbirlikçileriyle beraber oldu. Bu çarpık düzenden nemalananlarla beraber oldu. Kendisine umutla oy verenlere arkasını döndü. Bu son olay ise artık bardağı taşıran son damla olmuştur. Ekonomide çöküntü belli. İsterseniz birkaç rakam vereyim: 2002 yılında, yani AKP iktidara geldiği zaman dış ticaret açığı 14,5 milyon dolardı. Bu altı yılda 50 milyar doları aştı dış ticaret açığı. Cari işlemler açığı 1,5 milyar dolardı, AKP iktidara geldiği dönemde. Bugün 40 milyar dolara yaklaştı. Borçlar Cumhuriyet tarihinde alınan borçları 6 yılda ikiye katladı, 500 milyar dolar düzeyine ulaştı. Bu arada varolan kamu kaynaklarını, KİT’leri, üretim tesislerini, yeraltı kaynaklarını hatta arazileri satıp milyarlarca doları buradan sağlandı.

 

   G.D: Buna rağmen açık var.

   M. Cevdet SELVİ: Bir şey daha ilave edeceğim. Çok önemli; gözden kaçıyor. Bütün bunlar böyle devam ederken daha söylenecek çok şey var, ekonominin çöktüğüne dair. Eğitimi paralı hale getirdi ve eğitimi perişan etti. Bu kadar borca, paraya rağmen sağlığı mahvetti; halkın sağlığını anayasal görev olmasına rağmen kendi sorumluluğuna bağlı hale getirdi. Şimdi devlet borçlu, özel sektör borçlu, vatandaş borçlu. Vatandaşın kredi kartı ve kredi borcu 6 yılda 134 katrilyon lira oldu. Bugün herkes borçlu. Altı yıl önce iyi niyetle, umutla, hakikaten büyük ölçüde oy veren yurttaşlarımız artık birbirine sormaya başladı. Bu altı yıl büyük bedel ödedi bu insanlar. Yani takdir edilmesi lazım. Çiftçisinden işçisine, işsizinden esnafına, memuruna kadar sabırla, umutla bekledi. Çok büyük fedakârlık yaptı. Şimdi ekmeğe, kömüre ve ihtiyacını gidermeye imkânı kalmadı. Bu sadece ekonomik yönden böyle değil. Sosyal toplumsal yaşamımıza da çok olumsuz yansıdı.

 

   TOPLUMSAL BUNALIM HAD SAFHAYA ULAŞTI

   G.D: Toplumsal yaşama ne gibi yansımalar oldu?

   M. Cevdet SELVİ: Eğer iktidarın rakamlarına samimiyetle bakılırsa şöyle yansıdı: Cinnetler ve cinayetler çoğaldı. Toplumsal bunalım had safhaya ulaştı. Soygun, vurgun, gasp, kapkaç devlet rakamlarına göre patlama gibi birden bire arttı. İşsizlik ve yoksulluk toplumsal ahlakı erozyona uğrattı. Yokluk, yoksulluk, işsizlik; kendi kültürümüzü, geleneklerimizi, kendi karşılıklı güven ve saygı değerlerimizi alt üst etti. Affedersiniz söylemek bile istemiyorum; sokaklara düştü kadınlar, kızlar. İstanbul’da, büyük şehirlerde elinizi cebinize koyup geç saatte gezemezsiniz. Hiçbir günahı, suçu olmayan insanlar soyuluyor, gasp ediliyor vs. Buna şöyle diyelim: Ekonomik yönden büyük bir çöküntü oldu; çünkü üretimden vazgeçildi. Borç parayla, ithalatla faiz dünyanın en yüksek oranına yüzde 22’ye çıkarıldı. Borç alacaksınız, her şeyi ithal edeceksiniz; kaç gün dayanabilirsiniz üretmeden? Sosyal yaşamda bu noktaya geldik.

 

   ÇOK KORKUNÇ BİR ŞEKİLDE TÜKETİM TOPLUMU OLDUK

   Dış politika ve dış ilişkilerimizdeki zafiyet olağanüstü bir noktaya geldi. Türkiye şamar oğlanına çevrildi. Şimdi Türkiye'yi tanımayan, bilmeyen, kendi çıkarı için Türkiye'yi sömürü haline getirmek isteyen odaklar meydanı boş buldu. Taşeronluğunu da Tayyip Erdoğan yapıyor ve dolayısıyla Türkiye’de kendi gerçeklerine, ihtiyaçlarına uygun bir ulusal politika hiç uygulanmadı. Parmakla gösterilecek bir yatırım, bir üretim yoktur. Çiftçi üretemez hale getirildi; şimdi buğdayı dışarıdan almak zorundayız, hayvansal ürünü dışarıdan almak durumundayız. Yabancı üretimi kendi üretimimizin üstünde tutup, çok korkunç denebilecek bir şekilde tüketim toplumu olduk. Bu, yaratıldı. Üretmekten vazgeçildiği için bu hale geldik.

 

   KAPANIŞ, TABİİ Kİ KURTULUŞ DEĞİLDİR

   G.D: Bu bahsettiğiniz ekonomik ve sosyal durum AKP’yi kapatma davası sürecine kadar götürdü. Laikliğe karşı yapılan eylemlerin odağı haline geldiği iddia ediliyor bu partinin. Kapatılma davası sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz? Siyasete ve Türkiye’ye nasıl etkileri olabilir? Kapanış bu parti için bir kurtuluş mudur?

   M. Cevdet SELVİ: Kapanış, tabii ki kurtuluş değildir. Demokratik denilen bir ülkede bir siyasi partinin, bir kısım sivil toplum örgütünün kapatılmasını memnuniyetle karşılamak mümkün değildir. Bu, gerçekten üzüntü verici bir olaydır. En çok da bizi üzmüştür. Neden derseniz, CHP de kapatılmıştır geçmişte. CHP’yi oluşturan bireyler de geçmişte o kapatma ve askeri ihtilaller nedeniyle ceza almıştır. Bu ceza alanlardan biri de benim. Benim sendikam kapatıldı, üç ay. Ben gereken yerlerde kaldım. Ve çıkar çıkmaz da demokrasinin biran önce gerçekleşmesi için SODEP kurucusu oldum, İsmail Cem ile beraber. Hiçbir suçum yokken veto ettiler beni. O nedenle bunları yaşayan, demokrasiyi kavramış bir insan olarak parti kapanmasından mutlu olmam mümkün değildir. Yaşadıklarımızın ötesinde hayat felsefemize ters olur. Halktan yüzde 46 oy almış, Mecliste 2/3 çoğunluğa sahip; ancak elindeki bütün olanaklarla sorunları çözmek yerine ‘ben yüksek oy aldım’ diyerek, demokrasinin tam kurallarına uymamak suretiyle Türkiye’yi bir kaosa sürükleyip hukukun üstünlüğünü ikinci plana atan, Cumhuriyetin tüm kurumlarıyla kavga eden bir anlayış Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Bizi de üzdü, kötü bir şeydir ve bir gerginlik politikasıyla geldi. İşine gelmeyen herkesle kavga etti. Cumhuriyetin kurumlarıyla, kendine oy veren köylüyle yani çiftçiyle kavga etti. Üniversitelerle, yargıyla kavga etti. Düşünenlerle, işine gelmeyen yazarlarla kavga etti. Baskıyı arttırdı. Ajan kullanır gibi halkı dinleyerek şantajını getirdi ve baskısını arttırdı. Şimdi hal böyle olunca elbette demokrasinin kuvvetler ayrımı var. Yasama, yürütme ve yargı. Bunlara uymazsanız elbette bunlar sorulacak. Hukukun üstünlüğü kabul edilmek zorunda. O bakımdan çok kötü bir örnek oldu. Ama şu bir gerçek ki Türkiye’yi bir rejim bunalımına sürüklediler. Bunu görmezden gelmek, bunu yok saymak çok ciddi bir haksızlık olur. Türkiye’de ayrımcılık yaptılar. Dini istismar ettiler. Halkın birbirini dahi farklı algılamasına neden olacak yanlışlar yaptı. Neydi o, alt kimlik, üst kimlik, şu bu filan... Son derece yanlış ve devlet kadrolarında alabildiğine kendi ideolojisine uygun insanları getirdi. Bugün YÖK başkanı temel ve önemli bir örnektir. Bakarsanız kimi nereye getirdiğini görürsünüz. İkinci çok tehlikeli örneklerden bir tanesi de; başbakanlık danışmanlığına Ömer Dinçer getirilmesidir. Ömer Dinçer “Laikliğin sonu gelmiştir.” diye açıklamalarda bulunmuştur. Ilımlı İslam yani dünyadaki global sömürünün göz göre göre alıcısı oldular ve bundan çıkar ummaya başladılar. İslam’ı istismar ettiği gibi, başka ülkelerin çıkarına yorumlamaya başladılar; çünkü İslam’ın ılımlısı, ılımsızı yoktur. Eski ‘yeşil kuşak’ şimdi ‘ılımlı İslam’ adında sömürüye alet edilmiştir. Hukukun üstünlüğünü kabul eden herkes hukuka saygılı olması gerekir. Ve dayatmalarla bu noktaya gelinmiştir: “Benim oyum yüksek, ben yaparım.” Şu gün çektiğimiz sıkıntıların bir tanesi de Tayyip Erdoğan’ın her zaman olduğu gibi sözünde durmayan bir yaklaşımı olmuştur. Nedir, yüzde 46,5 oy alınca çıkmış, ‘Ben uzlaşmayla cumhurbaşkanı seçeceğim.’ demiştir. Sonra vazgeçmiştir, dayatma yapmıştır. Cumhurbaşkanlığı bu kaoslarda önemli bir makamdır. Noktayı koyabilirdi. Uzlaşmayı reddettiği için, orada o nokta konulmadığı için bu duruma gelinmiştir. Belirli bir şartlanmışlık içinde arkadaşlarımız. Geçmişleri belli; geçmişte Cumhuriyete, Atatürk’ ün ilkelerine bakışları bellidir. Laiklik yerine Ilımlı İslam Cumhuriyetini öngören bir yaklaşımla olaya başladılar. Tepkileri gördükçe kamufle etmeye çalıştılar. Ve ikiyüzlülük ortaya çıktı. Ve halk aç, susuz, işsizken ‘türban özgürlük’ demesine rağmen halkın özgürlüğü konusuna hiç ciddi bakmadılar. Demokrasi, insan hakları, özgürlükler demelerine rağmen gerçekten bu kavramları hayta geçirecek ciddi bir adım atmamışlardır. Lafta kalmıştır. Örgütlenme hakkını ortadan kaldırmışlardır. Sendikalaşma hakkını ortadan kaldırmışlardır. Yurttaşın özgürce düşüncesini yansıtma hakkını ortadan kaldırmışlardır. Baskı uygulamışlardır. Hele ikinci dönemde şantaj ve baskıları çok artmıştır. İkinci gelişlerinde oy oranlarının artmasından yararlanarak net baskı, şantaj yapmışlardır; yani her yolu mubah görmüşlerdir. Ve Türkiye’ye çok çelişkiler yaşatmışlardır. Başörtüsünün olumsuz bir şekle girmesine neden olmuş, türbanı sanki geçmiş kültürümüzde varmış gibi siyasi simge olarak ortaya çıkarmışlardır. Toplumda da büyük bir sıkıntı yaratmışlardır; çünkü bizim kültürümüzde, geçmişimizde başörtüsü vardır; ama siyasi simge değildir. Şimdi Türkiye’yi böyle bir çelişkiler içerisine sokmuşlardır. Ve son gelişmelerde de gerçek demokrasiye uygun olmayan eylemlerle laikliğe karşı çıkarak ve ülkenin ihtiyaçlarını kamufle edebilmek için gündemi değiştirmişlerdir. Ve halk bütün bunları yaşayarak görmüştür. Ve tabi ki uluslararası alanda Türkiye’nin saygınlığının yitirilmesine büyük ölçüde katkı yapmışlardır. Ülke yöneticileri, bakanlar diğer ülkelere gidip korumakla, geliştirmekle görevli olduğu ülkeyi, iktidarda olduğu halde diğer ülkelere gidip, şikâyet eder hale gelmişlerdir.

 

   AMERİKA’NIN IRAK’TA YAPTIĞINI TAYYİP ERDOĞAN DA TÜRKİYE’DE YAPIYOR

   Emrah ÖZDEMİR (E.Ö): Ali Babacan’ın son açıklamasından bahsediyorsunuz galiba.

   M. Cevdet SELVİ: Ali Babacan’a gelinceye kadar… Her şeyi adeta teslim etmiş, toplum ekonomik sıkıntının da ötesinde şunlarda da rahatsız etmişlerdir. Nelerdir? Mesela; AB’nin müfettişleri, komiserleri, masa sorumluları gelip Türkiye’nin yargısına, partilerine hakaret etmiş; buna da hak vermişlerdir. Hâlbuki Türkiye’ye sahip çıkmak onların görevidir. Yargısına, partilerine, kurumlarına sahip çıkmak onların görevidir. Ve varsa bir aksaklık, eksiklik;  dışarıdakilere hakaret ettirilmez, kendileri düzeltir. Bu yeni de değildir; geçmişte de hep dışarıya şikayet eder insanlar haline gelmişlerdir. Bundan tabii halk çok rahatsız; muhakkak halkın onuru kırılmaktadır.

   Şimdi bir şey daha söyleyelim: Bu sadece Tayip Erdoğan’ın değil; dünyada kullanılan değerleri Tayip Erdoğan da Türkiye’de uygulamıştır. Nedir dünyada kullanılan değerler? İnsan hakları, demokrasi, özgürlük gibi değerler global sömürüyü daha da kalıcı hale getirmek,  kurumsallaştırmak ve etkin hale getirmek için kullanılmıştır. Nedir örneği? Irak’a demokrasi götüreceklerdi, özgürlük götüreceklerdi, insan hakları götüreceklerdi; ama kadın, genç, yaşlı demeden cinayetler işlediler. Kan gölüne çevirdiler orayı. Ne demokrasi geldi, ne insan haklarından bahsedilebilir, ne de özgürlüklerden. Bu dünyada bu vazgeçilmez değerler nasıl içi boşaltılarak sömürüye alet edilmişse Tayip Erdoğan da Türkiye’de aynısını yaptı. İşte şimdi herkes görüyor ki oradaki petrol zenginliğine sahip olmanın mücadelesi, bu lafların arkasına sığınılarak yapılmıştır. Kızılay denmemiş, Kızılhaç denmemiş, savaş kuralları bile dikkate alınmadan yerle bir edilmiş. Bize uygarlığı öğretenler, dünyanın müşterek malı dediği; tarihi eserleri perişan etmişlerdir, yerle bir etmişleridir. Bize uygarlıktan bahsedenler, ne kilise ne cami; manevi değerlerin manevi simgelerini de ortadan kaldırmışlardır. Halkı birbirine sokarak... Mezhep ayrılıklarıyla, etnik ayrılıkları öne çıkararak, halkın birbirine girmesini sağlayarak o sömürülerini daha rahat sürdürebileceklerini bilerek Irak’ı ve o bölgeyi perişan etmişlerdir. Bütün dünya halkları bunun farkına artık varmıştır. Tayyip Erdoğan da onun doğrultusunda Türkiye’de bu ayrımcılığa önem vermiştir.

 

   SOSYAL DEVLET SADAKA VERMEK DEĞİLDİR

   Kendi ideolojik yapısına uygun bir sermaye oluşturmak için yağmayla devleti israf içerisinde zarara sokmuşlardır. Yakın çevresini, çocuklarından başlayarak zengin etmeyi ülke yönetmek zannetmiştir. ‘Tüccar siyaset’ adı altında ‘yağma siyaseti’ yapmışlardır. Bunlar belgelidir: İşte bu şehrin de bakanı vardı; çocuğunun iki gemisi var. 16 yaşında bu cumhurbaşkanının oğlu… Başbakan’ın damadı ortada, yani bunlar iftira, dedikodu değil; halkın da gözünden kaçmıyor. Ne yapıyor? Bir yurttaş hakkı ortadan kaldırılarak kömür dağıtıyor; devlet ve millet kesesinden siyasi rant elde ediyor. Yakınlarına dağıttırıyor. Bunların hesabını yapmak mümkün değildir. Siz bir pirinç, bir bulgur, bir yağ, bir bilmem ne götürdüğünüzde ölçmez ki kimse. Kendi tanıdıklarından alıp kendi yakınını zengin ediyor. Bir havuzda rüşvet toplanıyor, halkı kandırma yoluna gidiyor; bu çok tehlikeli. Sosyal devlet bu değil. Yani sadaka vermek değildir sosyal devlet. Yoksulunu korumak, iş bulmak, sağlığına sahip çıkmak, eğitimini en mükemmel şekle getirmek bu ülkeyi yönetenlerin, devletin görevidir. Geleceği teminat altına almak için sağlıklı bir toplum, eğitilmiş bir toplum, dünyada rekabet edebilecek uygarlık düzeyinin çok altına düşmeyecek bir toplum hazırlığı yapmak lazımdı; tam tersini yapılmıştır. Ev ev dolaşıp hurafeleri getirmiş, gerçek dini de istismar etmişlerdir. Yoksa başka toplumlar, ülkeler Katoliktir, Protestandır, Ortadokstur, başka inançların, başka dinlerin mensubudur. Hiç de rahatsız değildir. Benim toplumum da İslam toplumudur; bizde Müslümanız. Bizim bundan şikayet etmemiz söz konusu olamaz. Başka ülkeler dinleriyle, inançlarıyla gurur duyuyorsa, biz de kendi dinimizle gurur duyuyoruz; ama bu farklı bir şey. Bu toplumun yönetileceği bir biçim olmamalı. Çünkü laiklik olmadan demokrasi olamaz, kardeşim. O bakımdan çok kötü bir örnek oldu. Başbakan halkın güvenini, halkın desteğini iyi değerlendirerek ülke sorunlarını çözmedi, çözemedi ve bu tehlikeli noktaya getirdi.

  

   TAYYİP ERDOĞAN KENDİ KURTULUŞUNU DÜŞÜNMEKTEDİR

   İlk geldiği zaman nasıl geçmişi suçlayarak vakit geçirmişse bağıra çağıra, nasıl her olumsuzlukta başkalarını suçlamışsa; şimdi ‘oynayamayan gelin yerim dar der’ anlayışıyla yine bir mağduriyet havası yaratarak, bir kez daha başkalarını suçlayarak bütün imkanlarına rağmen, olumsuzlukları getirdiği bu noktayı başkalarına yıkarak sıyrılmaya çalışmaktadır. Ve bugün Türkiye’nin, hatta partisinin kurtuluşu değil, kendi kurtuluşu için her türlü gayreti göstermektedir. Kendi kurtuluşu ne? Kendi kurtuluşu; koltuğunun altındaki dosyalardır. Bu yalan değil, yanlış değil. Bakanlarının ve milletvekillerinin bir bölümünün, yakın çevresinin dosyaları var. Bu sorun çözülebilir de o kendisini düşünüyor. Partisini bile düşünmüyor, Türkiye’yi bile düşünecek halde değil; çünkü dokunulmazlık kalktığı zaman yargı seni nasıl yargılıyorsa onu da öyle yargılayacak. Onun için iş daha da çıkmaza giriyor. Cumhurbaşkanını o şekilde seçtirdi. Bir nokta koyacak, yeter diyecek bir güç bırakmadı. Ahmet Necdet Sezer zamanında da olabilirdi bu; ama o noktalıyordu, bir güven vardı orda. O hukuk adamıydı, bir devlet yönetiminin sorumluluğuyla hareket ediyordu. Şimdiki taraf olarak geldiği için ve beraber geldikleri için halkta da güven yok, diğer kurumlarda da güven yok. Zaten birbirleriyle anlaşmazlık noktasındalar. Partiden ayrılmaya çalışanlar var, onları da tehdit ediyor. Yani, parti rahat değil. AKP’nin içindeki bütün milletvekilleri bu kadar sorumsuz değil, bu kadar sorumsuz olamaz; ama bu sefer de onları baskıyla tutmaya çalışıyor. Yani istifa edeceklerdi, vazgeçtiler. O bakımdan Türkiye, maalesef göz göre göre, adım adım 6 yılda bu karanlık noktaya geldi. Bilinerek getirildi.

 

   DOKUNULMAZLIĞININ KALKMAMASI İÇİN ERKEN SEÇİM YAPABİLİR

   G.D: Bu nokta erken seçim iddialarını gündeme getirir mi?

   M. Cevdet SELVİ: Getirir. Tabii ki Mecliste her istediği kararı alma sayısına sahip oldukları için… Şimdi tabii kesin bir şey söylemek mümkün değil. Erken seçim de düşünülebilir. Erdoğan, dokunulmazlığının kalkmaması için o hesabı yapabilir. Erken seçim düşünürken, yerel seçimle genel seçimi birleştirebilir; çünkü anayasal bir engel yok. Tabii onların kararı; ama Türkiye büyük bir talihsizlik içerisinde kalmıştır. Bir yıl içinde iflas etmiş bir iktidara mahkûm olmuştur.

 

   EMPERYALİST ODAKLARIN DA HEDEFİ CHP OLMUŞTUR

 

   G.D: Peki, CHP bu olası erken genel seçime ne kadar hazır?

   M. Cevdet SELVİ: Bunu çok ciddi konuşmamız lazım. Eğer dikkat ettiyseniz; ben partiden ziyade Türkiye’nin içindeki sıkıntıları ve neden bu noktaya geldiğini anlatmaya çalıştım. Taşları yerine koyduğumuz zaman daha iyi tahlil etme şansımız olacak. AKP kimdir, nasıl bir partidir; ona bakmak lazım. Test etmek gerekir. Kimdir AKP? 2002 yılındaki seçimlerden 16 ay önce alelacele kurulmuş, derleme toplama bir partidir. 16 aylıkken iktidara gelmiş bir partidir. Bir tür yerel çeşitlilikten, değişik cemaatlerden ve belirli yerlerden alınan insanlarla kurulmuştur. 16 aylık partide tecrübe yoktur. Tabii onların da kabahati değil; konjonktür ve Türkiye şartları onları oraya getirmiştir. Devlet yönetme deneyimleri yoktur. AKP, kurumsallaşmamıştır. Ve sorunlar yumağı haline gelmiş bir Türkiye’ye böylesine hem acemi, hem de ideolojik açıdan son derece ters bir parti gelmiştir ve geçmiş şartlanmışlıklarını iktidara taşımışlardır. Şimdi 16 aylık bir parti alternatif oluyorsa, işte nasıl oluyor; sonuç bu. Türkiye’nin gerçekleriyle haşir neşir olmuş 84 yıllık partinin alternatif olmadığını söylemek en azından haksızlıktır, mantığı da yoktur. CHP şudur, budur da en köklü partidir; arkasından da Demokrat Parti gelir. O nedenle burada olay şudur: 16 aylık parti, derleme toplama bir partinin, kurumsallaşmamış; sadece kâğıt üzerinde kalmış ilkeleri var. Hiç sınanmamış. İşte Türkiye’yi bu hale getirdi. CHP yılların deneyimi ve birikimidir. Türkiye’nin gerçekleri doğrultusunda her konuda hazırdır. Bu haksızlıktır. Uygulanabilir, sürdürülebilir tarım politikası vardır CHP’nin. Yıllarca vardır ve her geçen ay, yıl güncelleştirilmektedir. Dünyadan kopuk değildir, tarım politikası. Üretime dayalıdır, teşvike dayalıdır. Üreteni, üretimi teşvik eder. Sadece üretmek yetmiyor çağımızda; kaliteyi, verimi artırmak gerekir. Buna göre de hazırdır. Çünkü Türkiye’nin bir tarım politikası olmamıştır. IMF, Dünya Bankası ne derse o yapılmış ve üretimden vazgeçirilmiştir. Ve yazık olmuştur bu potansiyele. İkincisi, kim ne derse desin, şu hızla gelişen teknoloji çağında Türkiye’nin gerçeklerine uygun sanayi politikası yoktur. Gelmişlerdir, bir teşvik uygulamışlardır. Hiç kimse memnun olmamış. Bu sanayileşmedeki teşvik tam tersine olumsuz sonuçlar vermiştir. Bütün bunlar gelişerek yaşanırken, uygulanırken CHP ve sadece CHP değil; düşününler, diğer sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları uyarmıştır. Dikkatini çekmiştir, AKP dinlememiştir. Şimdi kendileri de söylüyor; teşviki yanlış verdik, diye. Çünkü herkese teşvik vermiş. Hâlbuki sektörel bazda, ‘benim Türkiyem’de neyi teşvik edersem ekonomimize katkıda bulunur, neler olur’ diye bakması lazımken bu yapılmamıştır. Tütün üreticilerini mahvedilmiştir. Artık başka yerlerde tütün üretilir hale gelmiştir. Fındığa sahip çıkılmamıştır. Dünyanın yüzde 70 dolayında en mükemmel fındık üretimi bizdedir. Piyasayı başkaları yapar. Buna sahip çıkmamıştır. Zeytine de sahip çıkılmamıştır; İtalya’ya gider zeytinler, tankerlerle oradan... Yani yeraltı, yerüstü kaynaklarımızı değerlendirme ihtiyacı bile duymamış, elden çıkarmıştır. Stratejik önemi olan konularda hiç sorumluluk duymamış, elden çıkarmış. Ekonomimize destek olan çok büyük kâr eden müesseseleri adeta peşkeş çekmiştir. Nedir bunlar? Petrol Ofisidir, rafinerilerdir, Telekomdur, Tekeldir. Biliyorsunuz bunu. 299 milyon dolara sattı tekel alkol fabrikasını, yani rakı fabrikasını; bir buçuk ay sonra 950 milyon dolara Amerikalılar satın aldı. Aradaki 500 milyon dolar gitti. Günah değil mi bu? Niye Türkiye’ye girmesin bu para? Neden benim hazineme girip, insanlarımın geçimini artıracak, yaşam standardını yükseltecek para gelmesin? Rafineriyi 1 milyar 200 milyona sattılar. Bu bölgede yani TÜPRAŞ’ı… Ondan sonra bunu sendika, mahkemeye verdi. Sonra da 4 milyara Ofer’e satıldı. Yani ülkenin ekonomisine katkıda bulunan bütün müesseseler elden alelacele çıkarıldı. Sonuç bu: İşsizlik, yoksulluk, borç… Paralar nereye gitti, diye arıyor millet. O nedenle kurtulmak lazım. CHP kim ne söylerse söylesin, bütün konularda hazırlıklıdır. Bu 6 yılı yaşayarak gören tüm yurttaşlarımız da günlük sıkıntıların giderilmesini beklemektedir. Tabii bu yaşananlar CHP’nin sorumluluğunu artıran gelişmelerdir; ama iyi ki CHP var. Kendi eksik ve yanlışlarını kendi bünyesinde demokratik biçimde çözebilecek durumdadır. CHP, büyük baskı altındadır. Sadece AKP ve yandaşlarının değil; Ilımlı İslam projesini ve teorisini, global sömürüyü hayata geçirmek isteyen emperyalist odakların da hedefi CHP olmuştur. Eski sivil toplum örgütleri, eski sendikalar kalmadığı için… Yazık; işsizlik, çalışanları köle gibi çalışır hale getirmiş. Çiftçinin eli, kolu bağlanmış. Bu durumda tabii ki tek odak CHP olduğu için saldırılar artmaktadır; ama bunu aşacağız; çünkü başka Türkiye yok ve biz bu sorumluluğu, görevi yerine getirmek mecburiyetindeyiz. Bizden sonra gelecek kuşaklara güven içinde, özgürce, kardeşçe yaşayacağı bir Türkiye bırakmak mecburiyetindeyiz. Yaşanabilir bir ülke bırakmak zorundayız. Bakınız, Tayyip Erdoğan her fırsatta CHP’yi suçluyor. Bu bunalım içinde Türkiye’yi dolaştı; kapatma davası sonrasında. Halkı tahrik etmeye çalıştı. Hep CHP’yi konuşuyor. Akılda kalan ne var bu bunalımda; üç çocuk yapın, CHP ve Baykal suçlu... Yani Başbakan bu bunalımda bunu mu söylemeliydi? Çelişkiler içerisinde tabiî ki. Toplumu daha da germek, kendi taraftarını kemikleştirmek için hedef gösteriyor CHP’yi. İşine gelmeyen herkesi hedef gösteriyor. Bu artık tutmaz. Başta da söyledim gibi, mağduru oynamak istiyor. Ama milyonlarca insanı, ona güvenip oy veren insanları mağdur etti. Hâlâ mağdur oynanacak bir senaryo yok!

 

   AKP ‘HALKIN İÇİNDEYİM’ DİYE GELDİ; BİR AVUÇ ULUSLARARASI SERMAYEYLE BERABER OLDU

   E.Ö: Efendim CHP genel siyasette tercihini soldan yana yapmış bir parti; fakat bazı kesimler CHP’nin halktan uzak olduğunu iddia ediyor. Sn. Deniz Baykal‘ın Tarım Kurultayı açılımı var. CHP halka daha yakın duracak mı, adımlar bu yönde mi?

   M. Cevdet SELVİ: Şimdi bu konu bizi çok üzüyor. Bakın, AKP halkın içindeyim, diye geldi; Halka arkasını döndü. Bir avuç elitle, uluslararası sermayeyle beraber oldu. CHP zaten halkın içinde. Ve her geçen gün bu olumsuzluğu aşmak için gece gündüz dolaşırız biz. Tabiî ki medyanın büyük bölümüne el koydu.

   E.Ö: Propaganda etkisi olduğunu mu düşünüyorsunuz?

   M. Cevdet SELVİ: Bunun da etkisi var; ama halktan kopuk değiliz, halkın içinden çıktık biz. CHP halkla beraberdir. Daha etkin çalışma söz konusu ise bunu da yerine getirmektedir, getiririz. Dün mesela burada (Kocaeli) bir toplantı oldu. Bütün Türkiye’de de var bu. Genel başkanımız, tüm parti örgütleri ve bu ülkeyi seven bütün iyi niyetli insanlar seferber halindeler. Bu tür söylemleri kasıtlı yaparak CHP’yi yıpratmaya çalışıyorlar. Medya ellerinde, TMSF’den aldıkları her şey ellerinde. İşlerine geldiği gibi kullanıyorlar.

 

   AKP NANKÖRLÜK YAPTI

   Tüm bunlarla yıpratmaya çalışıyorlar; ama halk yaşadığını, bu çelişkileri; Tayip Erdoğan’ın çelişkilerini görerek, yoksulluğunun süratle gittiğini, onarılmaz yaraların açıldığını görerek elbette CHP’den yana tavır almaya başladı. Bundan korktukları için genelde CHP’ye iftira atıyorlar, yükleniyorlar; ama korkunun ecele faydası yok. Ve CHP nin sorunları çözecek politikasının olmadığını söylemek haksızlıktır.  Bunlara bakın; 16 aylıkken iktidar oldular, birbirlerini daha yeni tanımaya başladılar. CHP ise kurumsallaşmış, köklü bir parti ve büyük bir misyonu var ve bunu yerine getirecek. O kadar büyük nankörlük yaptılar ki… Tayyip Erdoğan parti başkanıydı; ama milletvekili olamıyordu. Baykal ve biz “bu antidemokratiktir” diyerek, Siirt’teki milletvekilimizi dahi tehlikeye atarak onun Başbakan olmasını sağladık. Bu, halkın teveccühüne ve kararına uygun, demokratik bir anlayıştır. ‘Avrupa Birliği’ dediler, destek verdik; ama hiçbir sonuç alınamadı. Yine CHP Türkiye için ne gerekiyorsa yapmaya hazırdır. Cumhuriyet Halk Partisi Türkiye’nin sigortasıdır; geçmişte de öyle olmuştur. İktidara gelmemesi için her şey yapılmasına rağmen varlığını koymuştur, Türkiye’nin pusulası olmuştur. Türkiye’nin çağdaş, özgür ve bağımsız bir yapıda olması için çalışıyoruz. ‘Bağımsızlık’ derken bunu istismar ediyorlar. Biz ‘Türkiye’nin sınırlarını Çin Seddi gibi örelim’ demiyoruz; Atatürk de öyle dememiş zaten. Onuruyla, katkısıyla oralarda iş yapmak istiyoruz. “E, onlar eski çağda kaldı” diyorlar. Niye eski çağda kalsın? Biz teknolojiyi, bilimi görmüyor muyuz? Ayıp oluyor ve bu eleştirileri hoş karşılamıyoruz.

 

   DAĞA MI GİDECEĞİZ; ELBETTE HUKUK DEVLETLERİNDE HUKUKA GİDİLİR

   Diyorlar ki “CHP sürekli Anayasa Mahkemesine gidiyor.” TBMM’de 2/3 çoğunluğa sahipsen, komisyonlarda ve genel kurulda CHP’li milletvekilleri elinde belgelerle yanlışı önlemeye çalıştığı halde hiç düşünmeden parmak kaldırarak reddediyorsan, ana muhalefet partisi olarak CHP’nin gideceği yer yargıdır, hukuktur, Anayasa Mahkemesidir. ‘Kardeşim, şunu yapmayın, yanlıştır’ diyoruz; ‘yüzde 47’yiz, biz’ diyorlar. Kaç olursan ol! Hayır, biz yaparız, diyorlar. Sonradan kendilerinin de pişman olduğu yanlış yasalar çıkarıyorlar. Ana muhalefet partisi olarak biz dağa mı gideceğiz, ormana mı gideceğiz; elbette hukuk devletlerinde hukuka gidilir.

 

   İŞÇİLERE ÇİFTE STANDART UYGULANIYOR

   E.Ö: Sayın Selvi, siz de eski bir sendikacısınız. Buradan hareketle günümüzü değerlendirir misiniz? Tuzla tersanesinde işçi ölümleri var. 1 Mayısta üzücü olaylar oldu. Bu gibi konular hakkında neler söylemek istersiniz? Genel görünüşü nasıl değerlendiriyorsunuz?

   M. Cevdet SELVİ: Gebze’de şimdi Eczacıbaşı’nın bir grevi var. Yasalar çiğnenmiş; orada ve Ankara’da sendikacılarla da görüştüm. İsterseniz, size birazcık övüneyim: Ben bu yola Eskişehir’de Talebe Cemiyeti’nde başladım. Talebe Cemiyeti başkanıydım. Gündüz çalışıp, gece okurdum. Türkiye’de 1966 yılında açlık grevine yatan ilk kişi benim. Bunlar Tercüman, Sabah, Cumhuriyet gibi bütün gazetelerde var. Tabii o zaman bunlar çok önemliydi; dergiler, gazeteler baş sayfadan veriyordu bu tür olayları. Şimdi açlık grevi, ölüm orucu ya yazılmıyor ya da arka sayfada bir satır... Sonrasında askere gidip geldikten sonra Kütahya’da Azot Sanayi’nin gübre fabrikasında çalıştım. İşimi yaparken, amatör olarak da sendikayla ilgilendim. Genel merkezimizde, İstanbul’da ‘genel örgütlenme sekreteri’ oldum, sonrasında ‘genel başkan’ oldum. Ben bu olayların en iyi şekilde içinde yer aldım. Mesela şimdi, ILO’nun toplantısından yeni geldim. Bülent Ecevit’in çıkardığı 274 ve 275 sayılı Sendikalaşma, Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunlarını yaşamış ve uygulamış bir insanım. En etkili eylemlerde yer aldım.

   Türkiye, başta iktidar tarafından yapılanlar ile çelişkilerle içinde yer alıyor. Siz Avrupa Birliği’ne girmek istiyor musunuz? Evet, diyorlar. Peki… Siz uluslararası bir takım kuruluşların, kurumların sözleşmelerini kabul ediyor musunuz? Evet, Meclisten geçiriyorlar. Tamam, uyguluyor musunuz? Yok! Anayasanın 51. maddesi, 90. maddesi, bugün geçerli olan 2821 sayılı Sendikalar Yasası, 2822 sayılı Toplu Sözleşme, Grev ve Lokavt Yasası ve TCK’de çalışanların örgütlenme hakkı vardır; buna müdahale etmenin cezası vardır. TCK’ye göre hapis cezası vardır; ama buna rağmen iktidar bu doğal, demokratik, anayasal, yasal ve uluslararası sözleşmelerde doğan hakkı kullananları aç bırakmıştır. 60.000’den fazla sadece çalışan sendikalı olduğu için aç bırakılan aileler var. Şimdi bu çifte standart değil mi? Sermayenin, işverenin her türlü örgütlenmesine tüm imkânlar seferber edilirken -ki edilsin demokrasinin gereğidir- emek kesiminin de örgütlenmesine müsaade etmeleri lazım. Türkiye’de her şey çifte standarttır. Alın teriyle geçimini sağlayan, namusluca, dürüstçe çalışıp insan gibi yaşamak isteyen ve üreten insanlar kenara itilmiştir. İstenilen fazla bir şey yoktur. Hani AB’ye girmek istiyordunuz? Hani, AB standartlarını Türkiye’de geçerli hale getirecektiniz? İç hukuk, dış hukuk ve sizin hedef olarak ele aldığınız yolda hiçbir engel yokken, siz emeği ile geçinen insanları haklarından mahrum bırakıyorsunuz. Buna kim inanır? Şu 6 yıllık AKP döneminde iş kazaları ve meslek hastalıkları nedeni ile yılda 20 katrilyon israf edilmektedir. İnsana önem vermeyen bir anlayışın hâkim olduğu bir dünyada ve Türkiye’de yaşıyoruz. O insanlar, sorumluluğunu ve görevini yerine getirmeyenler tarafından canından oluyor ve Türk ekonomisi de 20 katrilyon (Sakın rakama yanlış demeyin, bunlar resmi rakamlardır.) zarar ediyor.  Bunun yanında çalışanın karısı dul kalıyor, çocukları babasız kalıyor ve yıllarca sıkıntı çekiliyor. İş kazaları ve meslek hastalıkları yüzünden ölenlerin haricinde birçoğu da sakat kalıyor. Bunun sonucunda ilaçlar, sağlık harcamaları için kaynaklar gidiyor. Doğrudan parasal destek yapılıyor. Ne oluyor? Siz önlem almadığınız için büyük bir ekonomik kayıp oluyor. Hadi insan canına önem vermiyorsunuz; ekonomide söylediğim kayıplara da göz yumuyorsunuz. Siz 1 milyar Dolar için Dubai’de Kuzey Irak’a girmemeyi taahhüt edip, avuç açan adamlarsınız. Neden işçi sağlığı, iş güvenliğini sağlamıyorsunuz?

 

   G.D: 20 katrilyonun yanında 1 milyar Dolar….

   M. Cevdet SELVİ: Evet… Bu rakamlar Çalışma Bakanlığı’nın rakamlarıdır. Onun için, Türkiye’de insanlar fedakârlık yaptıkları yönetimler tarafından aç bırakıldı. Asgari ücret açlık sınırının altında, yoksulluk sınırının çok çok altında kaldı. Buna razı oldular, sosyal güvenceden yoksun bırakıldılar. Şimdi canı pahasına çalışıyorlar. Buna göz yumulabilir mi? Hangi demokrasi, hangi özgürlük, hangi insan hakkı? İnsanları kilitliyorlar, dışarı çıkarmıyorlar. Ne yapsın; ekmek parası için… Emekçiler ekmek parası için ancak bu kadar işkence edilebilir, ancak bu kadar horlanabilir bir ülkenin emekçileri. Bu son gelişmeler bardağı taşıran son damla oldu. İyi niyetle, fedakârlıkla beklediler; hiçbir olumlu gelişme olmadığı gibi, gelecek için de kaygı duymaya başladılar. Benim de çocuğum okudu; görüyoruz, iş yok! Beş yüz bin üniversite bitirmiş genç bugün işsiz; olabilir mi böyle bir şey? Son olarak şunu söyleyeyim: Türkiye her şeye rağmen yeraltı ve yerüstü kaynakları, insan ve beyin gücü ile var olan potansiyelini akıllıca, adaletli bir biçimde kullanabildiği an bu olumsuzluklardan en kısa sürede kurtulabilir. Verdiğimiz faize, yapılan yolsuzluklara bakın! Milyarlarca dolar gidiyor. Dediğim gibi akıllı ve sorumluca yönetildiği zaman kaynaklarımız bize yeter, hiç kimse umutsuz olmamalıdır.

 

   ONUN BUNUN SÖMÜRGESİ OLACAĞIMA, ÖLEYİM DAHA İYİ!

   G.D: Sayın Vekilim, biz Kemalizm’den ve Atatürk’ten de bahsetmek istiyoruz. TV’de Kemalizm kötüleniyor ya da Atatürk’ü sevmiyorum, Humeyni’yi seviyorum; keşke bizi İngiltere yönetseydi, diye söylemlerde bulunuluyor. Bunlar Türkiye’nin nereye geldiğini gösteriyor?

   M. Cevdet SELVİ: AKP’nin iktidara gelmesi ile Cumhuriyeti ve Cumhuriyeti önü açık ilkeleriyle bize bırakan Atatürk’ü hazmedemeyenler, dünyaya örnek olan bir mücadeleyi veren Atatürk’e de saldırılarını da alenen ortaya koymaya başlamışlardır. Büyük bir talihsizliktir, çok ciddi bir haksızlıktır, nankörlük ve yanlışlıktır. Kurtuluş Savaşı’nda da böyleydi. Manda olmaya, sömürge olmaya yatanlar ve ‘biz varız’ diye ayağa kalkanlar… Bu kadar süre geçmesine rağmen pırıl pırıl mazlum ülkelere örnek olmuş Türkiye’de maalesef yine manda olmayı dahi kabul eden bir zihniyet geliştirdiler. Humeyni’yi sevmek, ne demek? İran ve İran’ın yaşam tarzı ortada. Bu, sistemli bir biçimde Cumhuriyeti, Atatürk’ü yıpratarak ağa babalarının söylediği ‘Ilımlı İslam Cumhuriyeti’ kurmak hedefine ulaşmak için Türkiye’ye yapılan en büyük kötülük, haksızlıktır. Bunları kabul etmek mümkün değildir. Son derece üzülüyorum, o kızın sözleri sadece onların değildir. Tabanda da böyle anlayışlar var. İnsanlar, milletler, toplumlar belli değerlere sahip çıktığı sürece onur sahibi olurlar ve haklarını elde ederler. Allah aşkına, ben onun bunun sömürgesi olacağıma, öleyim daha iyi!.. Din, imansa sömürge olmadığımız için camiler açık. Koskoca Dışişleri Bakanı Avrupa’da, yüzde 99’u Müslüman olan bir ülkede Müslümanlar da sorun yaşıyor, diye şikayet ediyor. Gel, düzelt kardeşim! Arkadaşlar bizim kültürümüz bellidir, insan aklına aykırı şeyler söylemesinler.

 

   YEREL YÖNETİM SOSYAL DEMOKRATLARIN İŞİDİR

   E.Ö: Yaklaşan yerel seçimler hakkında ne düşünüyorsunuz, başarılı olacağınıza inanıyor musunuz?

   M. Cevdet SELVİ: Bütün Türkiye’de çalışıyoruz. 6 yıldan beri iyi niyetle bekleyen yurttaşlarımız olayları açıkça gördü; tüccar politikanın yağma politikasına döndüğünü gördü. Yolsuzlukların ne duruma geldiğini gördü. Demokratik bir şekilde ilk dersi sandık başında vereceklerdir. Çok umutluyuz, çok olumlu gelişmeler var. O gelişmeleri şuradan da tespit etmek mümkün: CHP’ye yöneliş fark edildikçe CHP’ye daha fazla saldırıyorlar; ama vatandaş bundan beş yıl önceki gibi bakmıyor olaya; çünkü yaşayarak gördü. Onun için demokratik çözüm elbette sandıktadır. Umarım yerel seçimlerde de, genel seçimlerde de Cumhuriyet Halk Partisi başarılı olacaktır. Yerelde bunların örneği var: Burasını (Kocaeli) CHP bu hale getirdi. Yerel yönetim sosyal demokratların işidir. Demokrasimiz açısından da bu, son derece olumlu bir örnek olacaktır.

 

   CHP’DE TOPLANILMASI GEREKTİĞİNE İNANIYORUM

   G.D: Partilerle birleşme faaliyetleri var mı?

   M. Cevdet SELVİ: O noktaya gelinmedi. İkircikli değil de daha kararlı olmanın yararlı olacağına inanıyoruz. Sosyal demokrasiyi özümsemiş, köklü bir parti olan CHP’de toplanılması gerektiğine inanıyorum. Hakkım var mı yok mu, bilmiyorum; ama gençlerimizin de çabası çok önemli. 500 tane en mükemmel insanı milletvekili yapın, arkasında gençler destek vermiyorsa, halk sahip çıkmıyorsa kıvranıp kalır. Gençlere çok iş düşüyor. Kavga ederek değil, karşındakine bağırarak değil; onu kazanarak, ona sıkıntılarının da beraberce çözülebileceğini anlatarak yapacağız. Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilkeleri, hedefi ve ne yapacağı açık seçik bellidir. CHP bunlar gibi ne yapacağı belli olmayan bir parti değildir; bilinen bir partidir. Bizden daha iyi partiler de çıkabilir; çıksın. Biz çok partili bir sistemi benimsemişiz; İsmet Paşa iktidarı bırakıp muhalefet olmuştur. Biz bundan rahatsız değiliz. Kaybedebiliriz de, kazanabiliriz de… Buradaki telaşımız rejimle oynanması, ülkenin karanlığa götürülmek istenmesidir. Özgürlük adına özgürlüğü sınırlamak istiyorlar. Sömürüyü arttırmak istiyorlar. Hak etmedik biz bunları! Yoksa o parti gider, bu parti gelir. Hilafeti istiyorum diyorlar hâlâ. Sömürüyü istiyorlar. Hedefleri emperyalistler tarafından bize biçilen kaftan, Ilımlı İslam’ı hayata geçirmektir. Milletin açlığıyla, yoksulluğuyla ilgilenmeden bir türban olayını getirip işi götürmeye çalıştılar; ama her imkân elindeyken kayalara çarptılar. Demokrasiyi zora soktular. ‘Ben oy aldım, istediğimi yaparım’ anlayışı dünyanın hiçbir yerinde yok! Demokrasilerin hukuksal, toplumsal, siyasal yönü vardır. “Ben yaptım, oldu” diye diye Türkiye’yi bu noktaya getirdiler.

 

   SİZİN GELECEĞİNİZ SİYASETTE YATAR

   G.D: Son olarak; biz, Politika Dergisi olarak, apolitik bir neslin yetişmesine tepki olarak doğduk. İnsanların apolitik kalmasını engellemek istiyoruz. Bize ve okurlarımıza söylemek istedikleriniz nelerdir?

   M. Cevdet SELVİ: Türkiye’de çok eskilerde, benim öğrenciliğim zamanında da flu, karmaşık bir ortam vardı. Sonra siyasetin hayat, ekmek, hak, özgürlük, insan haklarını kapsadığı dikkate alınarak, hele gençler kendi geleceklerini de çok yakından ilgilendirdiği için siyasete alabildiğine sorumluluk içinde girmeye başladılar. Gençlerin siyasete girmeye başlaması belli çevreleri korkuttuğu için; bu çevreler gençleri birbirine düşürdü. Ve 12 Eylül askeri müdahalesi Türkiye’ye hâlâ altından kalkamadığı bir darbe vurdu. Burada da en çok zararı gören o günün gençleri oldu. İnsan olmanın, kişilik sahibi olmanın gereği bulunduğun çevreye karşı sorumluluğunu yerine getirmektir. Yurttaş olmanın gereği de budur. Tabii ki 12 Eylül darbesi ve öncesindeki provokasyonlar herkesi korkuttuğu için böyle geri kaldı ve işler çarpıtıldı. Yarın, okulu bitirdiğiniz zaman siz, bu ülkenin eğitim görmüş, sorumlu birer insanı olacaksınız. Şimdiden olayın içine girmeniz, olaya sahip çıkmanız lazım. Sizin geleceğiniz siyasette yatar. Sırf okumak yetmiyor; görüyorsunuz. Okuyup da boş geziyorlar; okuyup, çalışıp da aç geziyorlar. Bunu önlemek için gençler şimdiden olayın içine girmeli ve işe bizden daha fazla sahip çıkmalıdır. Hem okumak, hem geleceği kurmak için mutlaka her gencin siyasetle ilgilenmesi geleceği, huzuru, özgürlüğü, güvenliği için zorunluluktur, insanlık ve yurttaşlık görevidir. Ben gençlerin, ülke yönetimindeki gelişmeleri takip etmesinde, mümkünse gelişmelere katkı vermesinde yarar görüyorum. Sırf ülke ve toplum için değil kendileri için de kaçınılmaz görüyorum. Yeter ki bilinçli, doğru, sağlıklı bir çalışma yapılsın. Üniversite çevrelerinde gençlerin bu sorumluluğu yerine getirmek için gayret gösterdiğini görüyorum. Daha öncede söylemiştim; Talebe Cemiyetinde başkanıydım; dergi, gazete çıkarıyordum ve sizi ve diğerlerini görünce son derece umutlanıyorum, mutlu oluyorum. Tabii sorumluluk içinde yapmak lazım. Sizi kutluyorum ve okuyucularınıza saygılar sunuyorum.

 

   Yazarlarımız: Çok teşekkür ediyoruz.

   M. Cevdet SELVİ: Ben teşekkür ediyorum.

 

iletisim@politikadergisi.com

Yorumlar

Yeni yorum gönder

Bu alanın içeriği gizli tutulacak ve açıkta gösterilmeyecektir.
Doğrulama
Dikkat: Sitemize üye olan takipçiler "Doğrulama" uygulamasından muaftır.