Muhalefetin Zaafiyeti, Asıl Sorumluları Görememesidir.
İçeriği Yazan: Mehmet ÇAĞIRICI Zaman: Cum, 05/12/2014 - 13:59
Sevgili Erhan,
Çağdaş ileri demokrasilerinin temel özellikleri; katılımcılık, karar ve yetkilerin tabana yayılması, yasama ve yürütmenin tekelde toplanmaması, saydamlık, denetlene bilirlik ve hesap verebilirliktir.
Ülkemizde % 10 seçim barajı ile birlikte uygulanan D'Hondt seçim sistemi (nisbi temsil sistemi) iktidar olan büyük siyasi partilere mecliste hak etmediklerinden çok büyük bir çoğunluk sağlayarak;
Katılımcılığı yok ediyor,
Siyasi karar alma, yasama ve yürütme yetkilerinin tek elde toplanmasına neden oluyor,
Muhalefetin iktidarı denetlemesini de hemen hemen imkânsızlaştırıyor,
Dolayısı ile tekelleşen siyasette "Saydamlık" ta artık anlamsızlaşıyor.
Demokrasilerde yasama ve yürütmeyi siyasi olarak denetleyen muhalefet partilerinin dışında ayrıca hukuken ve kamu adına denetleyen iki önemli kurum daha vardır:
Özgür Basın ve
Yüksek Yargı
Basın konusunda AKP iktidarı, bilindiği gibi ülkede “havuz medyası” oluşturarak neredeyse basının % 90’nını kontrol altına almış durumdadır. Bırakalım bu basının iktidarı denetlemesini; yandaş veya yalaka basım, hükümetin ve AKP’nin icraatlarını tek yönlü öven, ülkenin çeşitli biçimlerde bölünmesine çanak tutan vs. bir basın olmaktan öteye gidemiyor.
Yüksek yargıya gelince; AKP iktidarı, bir zamanlar iktidar ortağı olduğu F. Gülen cemaati ile birlikte 12 Eylül 2010 referandumuyla halka kabul ettirdiği anayasa değişiklikleriyle yüksek mahkemeleri de büyük ölçüde iktidarının kontrolü altına alarak yüksek yargı denetiminden de kurtulmuştu.
Fakat son iki yıldır bu alanda güçler dengesi değişti. Çünkü “Paralel Yapı” olarak adlandırılan F. Gülen hareketi ile AKP’nin arası açıldı. Ortaklığın bozulması şimdi özellikle Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın AKP’nin aleyhine olan kararlarında yansımaktadır. Bu bağlamda AYM'nin % 10 seçim barajı ile ilgili "Hak İhlal" kararı merakla bekleniyor. %10 seçim barajı aleyhine alınacak bir karar, taşları yerinden oynatabilir!
Öte yandan AKP iktidarı, muhteşem “Gezi” hareketiyle birlikte son iki yıldır uluslararası ve ulusal olarak giderek yalnızlaşmakta, buna paralel olarak ta AKP iktidarı politikasını sertleştirmekte, adeta polis devleti inşa etmektedir. Çünkü onun için artık iktidarını ayakta tutacak başka bir çıkış yolu yoktur.
Bütün bu siyasi koşullar altında muhalif siyasi partilerin yetersizliği de ortada. Bunun da nedeni; muhalif siyasi partilerin ülkenin getirildiği bu duruma hangi sosyal güçlerin neden olduğu, AKP’nin arkasında kimlerin ve niçin durduğunu doğru teşhis edememesidir. Bunun sonucunda halka somut bir seçenek sunamayan muhalefet partiler, ya AKP’nin siyasi başarılarını yüzeysel olarak taklit etmekte ya da sadece onu eleştirmektedirler.
Türkiye’nin demokrasi konusunda giderek diktatörleşmesinden, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik, sosyal güvensizlik vs. gibi toplumsal sorunların birikmesinden ve keskinleşmesinden ana sorumlu olan asıl sosyal güç; emperyalizmle, onun ekonomik alt yapısı olan küresel finans sermaye ile sıkı işbirliği yapan yerli büyük holdingci sermayedir. Ülkemizin geldiği bu durumdan en çok kar ve çıkar sağlayan güç, bu sosyal güçtür.
Program ve politikalarını bu toplumsal teşhise ve gerçeklere dayandırmayan, buna göre seçenek bir program ve politika geliştirmeyen hiçbir siyasi partinin ülkemizde başarı şansı yoktur. Bunun dışında iktidar veya muhalif partileri; siyasetlerini, kemikleşmiş seçmen tercihleri üzerinden sürdürmeye devam edeceklerdir.
Yorumlar
Muhalefetin Zaafiyeti, Asıl Sorumluları Görememesidir.
Sevgili Erhan,
Çağdaş ileri demokrasilerinin temel özellikleri; katılımcılık, karar ve yetkilerin tabana yayılması, yasama ve yürütmenin tekelde toplanmaması, saydamlık, denetlene bilirlik ve hesap verebilirliktir.
Ülkemizde % 10 seçim barajı ile birlikte uygulanan D'Hondt seçim sistemi (nisbi temsil sistemi) iktidar olan büyük siyasi partilere mecliste hak etmediklerinden çok büyük bir çoğunluk sağlayarak;
Demokrasilerde yasama ve yürütmeyi siyasi olarak denetleyen muhalefet partilerinin dışında ayrıca hukuken ve kamu adına denetleyen iki önemli kurum daha vardır:
Basın konusunda AKP iktidarı, bilindiği gibi ülkede “havuz medyası” oluşturarak neredeyse basının % 90’nını kontrol altına almış durumdadır. Bırakalım bu basının iktidarı denetlemesini; yandaş veya yalaka basım, hükümetin ve AKP’nin icraatlarını tek yönlü öven, ülkenin çeşitli biçimlerde bölünmesine çanak tutan vs. bir basın olmaktan öteye gidemiyor.
Yüksek yargıya gelince; AKP iktidarı, bir zamanlar iktidar ortağı olduğu F. Gülen cemaati ile birlikte 12 Eylül 2010 referandumuyla halka kabul ettirdiği anayasa değişiklikleriyle yüksek mahkemeleri de büyük ölçüde iktidarının kontrolü altına alarak yüksek yargı denetiminden de kurtulmuştu.
Fakat son iki yıldır bu alanda güçler dengesi değişti. Çünkü “Paralel Yapı” olarak adlandırılan F. Gülen hareketi ile AKP’nin arası açıldı. Ortaklığın bozulması şimdi özellikle Anayasa Mahkemesinin ve Danıştay’ın AKP’nin aleyhine olan kararlarında yansımaktadır. Bu bağlamda AYM'nin % 10 seçim barajı ile ilgili "Hak İhlal" kararı merakla bekleniyor. %10 seçim barajı aleyhine alınacak bir karar, taşları yerinden oynatabilir!
Öte yandan AKP iktidarı, muhteşem “Gezi” hareketiyle birlikte son iki yıldır uluslararası ve ulusal olarak giderek yalnızlaşmakta, buna paralel olarak ta AKP iktidarı politikasını sertleştirmekte, adeta polis devleti inşa etmektedir. Çünkü onun için artık iktidarını ayakta tutacak başka bir çıkış yolu yoktur.
Bütün bu siyasi koşullar altında muhalif siyasi partilerin yetersizliği de ortada. Bunun da nedeni; muhalif siyasi partilerin ülkenin getirildiği bu duruma hangi sosyal güçlerin neden olduğu, AKP’nin arkasında kimlerin ve niçin durduğunu doğru teşhis edememesidir. Bunun sonucunda halka somut bir seçenek sunamayan muhalefet partiler, ya AKP’nin siyasi başarılarını yüzeysel olarak taklit etmekte ya da sadece onu eleştirmektedirler.
Türkiye’nin demokrasi konusunda giderek diktatörleşmesinden, işsizlik, yoksulluk, yolsuzluk, adaletsizlik, sosyal güvensizlik vs. gibi toplumsal sorunların birikmesinden ve keskinleşmesinden ana sorumlu olan asıl sosyal güç; emperyalizmle, onun ekonomik alt yapısı olan küresel finans sermaye ile sıkı işbirliği yapan yerli büyük holdingci sermayedir. Ülkemizin geldiği bu durumdan en çok kar ve çıkar sağlayan güç, bu sosyal güçtür.
Program ve politikalarını bu toplumsal teşhise ve gerçeklere dayandırmayan, buna göre seçenek bir program ve politika geliştirmeyen hiçbir siyasi partinin ülkemizde başarı şansı yoktur. Bunun dışında iktidar veya muhalif partileri; siyasetlerini, kemikleşmiş seçmen tercihleri üzerinden sürdürmeye devam edeceklerdir.
Saygı ve selamlarımla.