Güncel

Fetullah Gülenin Askerleriyiz…

Son dönemde “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganını çok sık işitir olduk. Bu Fetullah Gülenin askerlerinin gemi azıya almasının bir sonucudur. Değilse durup dururken doğal olarak Mustafa Kemal’in askerleri olması gereken halk neden bu sloganları atsın?

1918-1923 Arası verilen bağımsızlık savaşı ile Türk halkı “Mustafa Kemal’in” askeri yazılmıştır. Tabii işbirlikçiler, vatan hainleri, din tüccarları, milletin sırtından geçinenler, arsızlar, yüzsüzler bu işe hiç de memnun olmadılar. Ama ne çare Türk bir kere daha uyanmış ve devletini kurmuştu. Onlara ise yeraltındaki karanlık dünyalarına çekilmek, uygun zamanı beklemek düşüyordu.

Adalet Yerini Buldu…

17 Aralık da kopan fırtınanın önüne katıp demir parmaklıkların arkasına sürüklediği son beş kişi de serbest bırakıldı. Hem de biz milletin….. böyle yaparız der misali 28 Şubat'ta... Böylece bir taşla iki kuş vurulmuş oldu. Öncelikle adalet yerini buldu. Beyefendilerin mahdumları ve de Türkiye aşkı ile yanıp tutuşan, bu ülkeye yararlı olmak için her türlü fedakarlığı esirgemeyen Sarraf efendi nihayet serbest bırakıldı. Basında çarşaf çarşaf dolaşan belgelere baktığımızda tutuklanacakların başının Bilal Efendi olduğu görülüyordu. Ancak babasının arabasına sığınan Bilal efendiyi tutuklamak ülkenin bağımsız yargısı için tabii ki mümkün değildi.

Bizde bağımsız yargı var ya, hani o “Vatan Sağolsun” diyenleri ömür boyu hapseden yargı, işte o yargının babam sağolsun diyenleri yargılaması tabii ki mümkün olmayacaktı. Bu itibarla Bilal efendi dışarıda iken onlarda tez olarak çıkacaklardı. Bu konuda CHP Gaziantep millet vekili “Tahliyelerin olacağı belliydi. Yabancı tutuklular, Dışişleri Bakanlığı’nın isteği doğrultusunda serbest kalabilecek ya da önerilen ülkeye gönderilebilecekti. Sarraf, ‘beni çıkartmazsanız konuşurum, konuşursam hepinizi yakarım’ dedi. HSYK yasası hemen faaliyete geçti ve bunlar serbest kaldı” diyor ama öyle olmasaydı da serbest kalacaktılar. Bilal dışarıda iken onların içerde olması adaletsizlikti ve şimdi adalet yerini buldu.

Paralel Rezalet!..

Bilindiği üzere bu ülkede gündemi başbakan belirler. O ortaya bir laf atar, herkes de sazan gibi üzerine atlar. Bu gündem başbakan ve çevresinin istediği sürece sıcak kalır. Sonra unutulur gider. Bir süredir gündemin sıcak konusu “Paralel devlet”. Tabii AKP yi ve başbakanı onbir yıldır takip edip tanımış olanlar bu sıcak gündemlerin bir şeyleri örtmek amacı ile oluşturulduğunu bilirler. Nitekim bu paralel devlet feryatları da bir şeyler için örtüdür. Bunların kesin olarak tamamını bilemesekte bazı örtülmeye çalışılan konuların bu örtünün altına sığmadıklarını görüyoruz.

Ben buradayım diye sırıtan konuların başında başbakan ailesinden olanların karıştığı iddia edilen yolsuzluklar gelmektedir.  Başbakan, “kriptolu telefonu bile dinlenişler” diye feryat edip yasa dışı dinlemelerin yapıldığını haklı olarak haykırıyor ve bu dinlemeleri yapanların ortaya çıkarılacağını söylüyor. Tabii ki çok haklıdır. Bağımsız bir yargı olsa bunları ortaya ne güzel çıkarırdı.  Yargıyı kendine bağlamakla başbakan ve yakınları kendi ayaklarına kurşun sıkmışlardır. Zira artık yargı ne yaparsa yapsın boşunadır. Bu yasadışı işleri yapanları gerçekten ortaya çıkarsa bile onlara büyük bir halk kesimi şüphe ile bakacaktır.

Operasyondan Darbeye: Galatasaray’ı Bitirme Planı

Yazar: 
Alp Giray
Yazının Yazıldığı Tarih: 
28 Şubat 2014

Türkiye futbolu seviyor; ama futboldan anlamıyor. Bu sebeple, bütün dünyada politikadan, negatif manadaki siyasetten uzaklaşan futbol endüstrisi; Türkiye’de her geçen gün bu çıkmaza hapsediliyor. Suçlu ak’lanıyor, pak görünene çamur atılıyor. Tayyip Bey, nam-ı diğer Usta; her alanda olduğu üzere, burada da baş yönlendirici olarak karşımıza çıkıyor. Burjuvazinin devlete tabii olmasından kaynaklı sünepeleşmesi misali, başımıza bir şey gelecek diye, bütün kulüpler, çapına göre, küçükse belediye reisinden, büyükse bakandan, başbakandan öcü gibi korkuyor; kendini gereksiz bir komplekse hapsediyor. Galatasaray kulübünün başkanı Ünal Aysal gibi, Türkiye ve Avrupa’da saygın bir iş adamı ve o kalitedeki bir ekibin yönetici olduğu yerde de “birileri” bundan pek rahatsız oluyor. Zira maddi güç sportif başarıyı, sportif başarı maddi gücü getiriyor. Bu sayede çember kırılabiliyor, bağımsız tavırlar edinilebiliyor. Kontrolü kaybeden, kendisine biat edilmediğini gören Bop Eşbaşkanı, işte burada öfkeleniyor, devreye giriyor.

Ustalık Dönemi

Sayın başbakan ve hükümeti ve de iktidarı kendi deyimleri ile ustalık dönemlerini yaşıyor. Üç “Y” dedikleri (Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar) Dönemini ortadan kaldırdılar. Artık ülkemizde yoksul diye bir kesim kalmadı. Arada tek tük çıksa bile onlar da başbakanın bütün çabalarına ve iktidarın canı gönülden çalışmasına rağmen yoksul kalmayı seçmiş olanlardır.

Yolsuzluk denen kelimeyi genç kuşaklar unuttu bile. İddia ediyoruz “Kim beş yüz bin ister” yarışmasında sorulsa gençlerin hiç biri bilmez. Dindar ve ahlaklı iktidarımız sayesinde gelişmemizi engelleyen o hastalık yok edildi. Yolsuzluklarla hortumlanan devlet gelirleri artık başkalarına değil, devlete gidiyor. Bu yüzden de ülkemizin dış borçları kapandığı gibi üstelik fazla verdiğimiz için parayı ne yapacağımızı bilemez olduk. Herkes istediği gibi bol bol harcıyor. Yapılan bunca yeni konut, ülkede onyedi milyonu bulan araba sayısı, atmış milyona dayanan cep telefonu hep bunların göstergesi değimlidir.

“Tape” Siyaseti İçinde Boğulan Türkiye

Türkiye’de siyasetin niteliği 17 Aralık 2013 tarihinden itibaren esaslı bir biçimde değişmiştir. 17 Aralık 2013 tarihinde AKP hükümetinin üç bakan oğlu, bir bakan ve Halk Bankası Genel Müdürü hakkında yapılan “Yolsuzluk ve Rüşvet” soruşturması operasyonu ile Türkiye siyaseti bambaşka bir mecraya girmiştir. Ben 17 Aralık operasyonundan dört gün sonra bu portalda yayınlanan “Emperyalizm Türkiye'de Kaos Yaratmak İstiyor!” başlıklı yazımda bu yeni siyaseti özetle “Emperyalizmin Erdoğan hükümetini devirmekteki amacı ise tıpkı Irak gibi, Suriye gibi, Lübnan gibi Türkiye’de de siyasi istikrarı bozarak bir kaos ortamı yaratmaktır!” diye yorumlamıştım.

Politika Dergisi - Mevlüt Karakaya Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Melisa TEKELİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Melisa TEKELİ: Öncelikle Politika Dergisi adına görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Klasik bir soruyla başlayalım. Mevlüt Karakaya kimdir, kendini nasıl tanıtır? 

Mevlüt KARAKAYA: Ankara’nın Bala ilçesinin Çavuşlu köyünde doğdum. Kazan’da ortaokulu yatılı okudum.Ardından Ankara Ticaret Lisesi'nden, daha sonra da 1985 yılında Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme bölümünden mezun oldum. 37 yaşında profesör ünvanı aldım, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Muhasebe ve Finansman Anabilim Dalında yüksek lisans ve doktora derecelerim var. ABD’nin çeşitli üniversitelerinde eğitim aldım, araştırmalarda bulundum. Üniversite senato üyesi, dekan yardımcısı gibi idari görevler de üstlendim. Yöneticilik hayatımı Dünya Bankası gibi uluslararası kurumların yurtdışı projelerinde finans yöneticisi olarak sürdürdüm. 1999-2003 yılları narasında Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürlüğü yaptım. En genç KİT genel müdürü olarak 2000 yılında ‘’Yılın Kamu Yöneticisi’’, 2002 yılında ‘’Yılın Bürokratı’’ 2003 yılında ise ‘’En Başarılı KİT Yöneticisi’’ ödüllerine layık görüldüm. 10 yılı aşkın süredir de, MHP Merkez Yönetim Kurulu üyesiyim. 2011 Yılından bu yana MHP Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı görevini yürütmekteyim. Evliyim, 2 çocuğum var.

Yerel Seçimler Öncesi Ankara'nın Nabzını Tutuyoruz

    Türkiye üçlü seçim havasının ilk ayağı olan yerel seçimler öncesi son bir ayına girdi. Adaylıklar netleşse de adaylar hakkındaki bilgilerimiz hâlâ net değil.

   Politika Dergisi tam da bu amaçla yerel seçimler öncesi başkent Ankara'nın nabzını tutuyor. Sitelerinde ya da seçim broşürlerinde yazan özgeçmişleri dışında bu adaylar kendilerini nasıl tanıtıyorlar? Onlara oy vermemiz için 5 sene sonra nasıl bir Ankara vaad ediyorlar? Belediyecilik anlayışları neler? Bunları Ankara'da ne ölçüde uygulayacaklar? Onlara göre Ankara'nın şu andaki sorunları neler?

   Ve en önemlisi: Acaba onların kendilerini tanıtış şekli bizi özgeçmişleri dışında ne derece bilgilendirecek? Onlara oy vermemiz için sundukları nedenleri gerçekten geçerli buluyor muyuz? Onların 5 sene sonraki Ankara'sıyla bizim 5 sene sonra hayal ettiğimiz Ankara birbirine benziyor mu? Ankara'da bizim gördüğümüz sorunları görebiliyorlar mı ya da farkında olmadığımız çok büyük sorunlar mı görüyorlar? Bu adayların belediyecilik anlayışı bizim istediğimiz belediyecilikle uyumlu mu?

Politika Dergisi - Kaya Güvenç Mülakatı

PD Roportaj Ekibi: 
Melisa TEKELİ

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Melisa TEKELİ: Öncelikle Politika Dergisi adına görüşme talebimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Klasik bir soruyla başlayalım. Kaya Güvenç kimdir, kendini nasıl tanıtır? 

Kaya GÜVENÇ: Makine mühendisiyim. Hayatım; işle beraber yürüttüğüm emekçi sınıfların mücadelesi. Emekçi sınıfların mücadelesine daha çok teknik eleman hareketi üzerinden 1970 öncesi yıllarda sendikalarla, daha sonraki dönemlerde mühendis mimar odalarıyla katıldım. Bu mücadelenin içinde önemli iki dönem olduğunu düşünüyorum. Birisi 12 Mart dönemidir. 12 Mart döneminde siyaset yapan her genç gibi ben de bir süre Mamak'ta kaldım. İkinci dönem 2000'li yıllardır.2000'li yıllarda da TMMOB başkanlığım F tiplerine karşı ölüm oruçlarının olduğu bir döneme denk geldi. Arkasından ekonomik kriz yaşandı. O tarihte çok aktif olan Emek Platformu'nun sözcülüğünde çalışmalarımız oldu. Daha sonra ABD'nin Irak'a saldırısına karşı eylemler gerçekleştirdik. Geçmişe ne yapmışım diye baktığım zaman; hayatımı devam ettirecek düzeyde bir çalışmam olmuş ve emekçi sınıfların mücadelesine karınca kararınca ne katabildiysem onu katmışım.

Demokrasi Perdesi Kapanıyor

Ülkemiz üzerinde oynanan tiyatronun demokrasi perdesinin kapanma saati geldi. Daha işin başında demokrasiyi tramvaya benzetip istedikleri durakta ineceklerini deklere edenler, diktatörlük mahallesi yakınlarından geçerken tramvayı durdurup indiler. Aradaki yolu yayan gitmekle meşguller. Öyle görülüyor ki fazla da bir mesafeleri kalmadı.

Uzun süredir koalisyon ortağını devre dışı bırakmak, bütün olumsuzlukları onun üzerine yıkıp aldığı enerji ile diktatörlüğünü ilan etmeye kalkanların planlarının hızla işlediğini görüyoruz. İnternete getirilen yasakların birinci nedeni de budur. Kendisine karşı komplo kurulduğunu gören şer ortağı iktidara yaptığı 17 Aralık darbesi sonucu iktidarın telaşı yükselmiş, tabir yerinde ise eli ayağına dolaşmıştır. Belirli bir plan içinde yürütülen operasyon gün yüzüne çıkmış, gerek iktidar, gerekse şer ortağı birbirlerine saldırırken suçüstü yakalanmışlardır. Başbakanın sürekli eski iddialarını tekzip eder konuşmaları bu suçüstü yakalanmanın telaşındandır.

İçeriği paylaş